İki Masum Kelebek
Kozasında Daralan İki Masum Kelebek
Su! Su! Diye İNLEDİ!
Suya duyulan arzu yıktırdı duvarları...
Yaşansa da pişmanlık, yoktu geri dönüşü.!
Ererken sefâsına sınırsız maviliğin;
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Beğeniyle okudum
İMGELERİN DİLİ
Kısaca sembolizm / imgecilik, dış dünyayı sembollerle anlatmak demektir.
Görünüşte dış âlemin insan üzerindeki etkileri anlatılır, ancak iç âlemin dışarıdaki nesnelerle, varlıklarla veya sembollerle eşdeğer tutularak yansımasından başka bir şey değildir.
…
Bu şiiri okuduğum an, ilk aklıma gelen ‘sembolizm’e ne kadar çok uyduğu oldu.
Bazen şairler bilerek bir akımın peşinden gitmezler. Sadece yazarlar.
Edebiyatçılar veya edebiyat eleştirmenleri bunları sınıflandırırlar.
.
Neden semboller?
Görünüşte anlatılan ‘kozasında daralmış iki masum kelebek’ belki de şekil değiştirmeye, yeni bir hüviyete, hayata kavuşmaya hazır kelebekler…
Kelebekler tırtılken kendi kozalarını kendileri örerler. Adeta kendini hapsederek, dış dünya ile bağlarını koparıp kendilerini sanki koruma altına alarak yeniden doğuşun başlangıcını hazırlarlar.
Şöyle bir düşünülürse tuhaf bir geri dönüşün, yeniden doğuşun veya yaratılışın yahut var oluşun sanki bariz misali…
.
Yoksa daha derin bir bakışla rüya ile başlayan uyarılmalar mı?
‘Kul daralmayınca Hızır yetişmez’ felsefesinin yansıması mı?
Kırılmaz sanılan kalıpların, sert ceviz misali aşılmaz olanların zaman içinde istese de, istemese de aşılabileceğinin bir göstergesi mi?
Şiddetle bağlı olunan değerler zırhının, sert rüzgârlarla, kum fırtınalarının tanecikleriyle, yağmur damlalarının sabırlı ve devamlı dokunuşlarıyla aşılabileceği gerçeği mi?
Şu ana kadar yazarak düşündük.
…
Şimdi bir soru daha soralım.
Bir koza içinde iki tırtıl olur mu?
Mademki her tırtıl zırh misali kendi kozasını oluşturuyor ve sonra da yırtarak çıkıyorsa, aynı koza içinde iki tırtıl olursa ki olmaz, elbette daralır, sıkışır, kabına sığmayacak olur.
…
Tekrar tefekkür edelim.
Aynı evi paylaşan ancak birbirine çok da uymayan iki insanın kendi dünyasına ördükleri koza mı, yaşadıkları hayat?
Hayal ederek bir başka şekilde olabileceğini düşünürsek.
Sıkı sıkıya bağlı olunan değerler kozasına mahkûm iki insanın, tamamen birbirlerine kapalı bir hayat içinde, tahammül sınırlarının çok çok zorlanmasıyla daralması, dayanılacak güçlerinin kalmaması mı?
İki kişilik yangın yeri.
Hayal âlemine dalıp debelenme.
Rüyaların ağırlığında çırpınıp bir damla suyla hayata yeniden dönülebileceğini kabullenme.
Hani boğaza düğümlenen lokmanın hayati tehlike yaratması durumunda alkolün bile haram sayılamayacağı durum hali.
O çok güçlü değerler silsilesinin cenderesinde iyiden iyiye nefessiz kalan birinin ufacık bir çıkış yolu, kurtuluş çaresi aramsı sanki bir damla su.
Yüreği yangın yeri olanın rahatlaması için bir damla suya kim itiraz eder ki?
Hatta soğuk ırmaklara dalıp hem yürek yangınını söndürmek, hem nefes almasını zorlaştıran kozasından sıyrılmak da var.
.
Suya duyulan arzu, yani iştiyakın gücü önünde set olmuş değerler duvarını yıkıp geçer.
Arzu da su gibidir. Bir defa akmaya başlarsa muhakkak kendine akacak bir yol bulur. Ne kayalar, ne barajlar, ne setler, ne dağ gibi toprak yığınları durdurmaya kadir olamaz. Sızıntıyla başlayan akışı, çağlayanlarla varlığını gösterir.
Akışın, yol bulup hedefe varışın pişmanlığı olur mu?
.
Zincirlerinden kurtulan arzuların gönlünce hür maviliklere erişip sefa sürmesi, yukarılarda olan bulutları yasa düşürür.
Yukarılarda olan bulutlar?..
İmgeler, simgeler, semboller…
Yukarılardan seyredenler!..
…
Kelebek etkisi!..
Kelebeğin bir kanat çırpışıyla üzerindeki una benzer tozları ya dünyayı kaplarsa!
Ya fırtınalar estirir, kıyamete sebep olursa!..
Veya dünyamızın her hangi bir noktasına konmasıyla dünyamız yörüngesinden çıkarsa!..
Ya bir dokunuşla bir hayat değişir, yeni bir hayat başlarsa!..
İşte kelebek etkisi böyle bir şey. Sonunun ne olacağı, çok büyük olaylarla ve durumlarla karşılaşma ihtimali. Sonucu sürprizlerle dolu bir olgu bu etki…
Bulutlar(!) çatlamak, deşilip boşalmak üzere kelebek etkisiyle. Kelebeğin ihtirasla açılan kanatları güneşi gölgelemek üzere…
.
İhtiras; arzuların en güçlüsü, önüne geçilemez isteğin adıdır.
İhtirası yaratan rüzgâra kapılıp kapılmamak, zamana yenik düşüp düşmemek insan iradesinin çok ötesinde bir durumdur. Bu bazen güçlü bir girdabın içinde döne döne yok olmak, bazen böyle bir kasırganın kollarında savrulup yere çakılmaktır.
.
KADER Mİ?
Bir açık kapı arayışı olmasın, kadere yol verme düşüncesi?
Belki de işin tesellisi…
.
Aşılmaz zırha benzeyen değerlerin arzular cellâdı olursa…
Kozasından sıyrılıp yeni hayata atılma arzusuyla ihtiraslara kurban etmek sanki kimi değerleri.
Adeta özü sağmak, ruhu dinginleştirmek…
.
Bir rüya!..
Hayat da bir rüya değil mi?
Uyandık, uyuduk olmayacak mı?
Geldik gideceğiz, değil mi?
.
Sığındık rüyaya…
Rüya da bir sembol değil mi sonuç olarak!..
Madem öyle, yürek semalarından gökleri kaplayan o ‘Ahhh..!’ın yankılanması niye?
.
Kıyamet efendim, kıyamet…
Ne gök, ne yer dayanamaz oldu bu kıyametin yıkıcılığına.
Kıyametin önünde duracak güce sahip olmak mı?
Gün karanlığa gömülür, gök yere örtünür, yer yarılıp boşlukta dağılır.
Boşluğa savrulup dağılmak…
.
Akıl, kelebek etkisiyle kanatlandı mı bir kez…
Zira bu akıl, bu sıkleti çekmez efendim
Çekmez!..
…
Semboller, imgeler…
Düşler, hayaller, rüyalar…
Yangın yeri yürekler, su damlaları, bulutlar, yağmalar…
Değerler, arzular, ihtiraslar ve ilmekler, kurbanlar…
Bölünmeler, kırılmalar, feryatlar - figanlar…
Semboller, imgeler!..
.
SÜRÇ-İ LİSANIMIZ HOŞ GÖRÜLE.
Sevgi, saygı ve selamlarımla.
Hikmet Çiftçi
24 Temmuz 2018
Boşluğun hiddetiyle savruldu yer-yerinden!
Öyle bir sarsıldı ki; akıl uçtu ser’inden.
Nefisti. Tebrik ederim.
Biri ihtirasının, rüyalarının peşinde..
Diğeri aklın...
İki kelebek...
Ama ikisi de masum..
İkisi de neredeyse benzer sonu yaşayan...
Sanırım sonradan eren aklın, sonuca yararı yok..
Doğru anladım mı bilmiyorum..
Şiirinizi özlemişim, demem lazım Metanet Hanım..
Kutluyorum Değerli Dost..
Çok güzel bir şiir kutlarım.
Bu şiir ile ilgili 5 tane yorum bulunmakta