Anlaşmak diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar
dolaşır
sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi
dolaştığım zamanlar
varlığımı koruyabilmek için
masaların altında ellerimi, ayaklarımı
Sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı,canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı...
Devamını Oku
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı,canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı...
Tipi hiç şaire benzemese de muhteşem satırları var ..
Burayı da saçma sapan hacker ve virüs zincri maili istila etmiş. :)) Yazık.
Bir bardak temiz kaynak suya iki damla pislik karışsa biz o bir bardak suyu içmeyiz efendim,durumu farketmeden içmek isteyenleri de ikaz ederiz.Buna rağmen içenlere de diyecek bir sözümüz olamaz.Vesselam.
Onbeşli türküsünün hikayesi:
Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmasına ve İngiliz generali Aspinall-Oglander’in “Gelibolu’daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir,” tespitinde ifadesini bulan -gerçekten de İngilizler şehit olan gençlerimizi, 'çiçeğin tomurcuğu' ve 'vakti gelmeden solan gül goncası'na benzetiyorlardı- koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen bir türlü doymak bilmiyordu.
O kadar ki cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakılmaksızın, Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti.
O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan herkesin asker olduğu ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusunda insan kaybı öyle bir noktaya varmıştı ki Harbiye Nezareti, harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa memleket iznine göndermeye gayret etmişti.
Çünkü harpte gün geçtikçe daha da artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korkusunu doğurmuş ve savaşan askerler memleketlerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmişlerdi.
Çanakkale Savaşı sırasında, İtilaf Devletlerinin Nisan 1915’ten itibaren kara çıkartmasına başlamalarıyla birlikte cephede takviye kuvvetlere ihtiyaç hâsıl olunca Sultan V. Mehmed Reşad 14 Mayıs 1331’de (27 Mayıs 1915) bir irade (emir) yayınlayarak, yukarıda sözünü ettiğimiz Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapmak ve lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı.
Sultan Reşad, yayınladığı iradede, Mükellefiyet Kanunu’nun 42. Maddesine ek olarak hazırlanan “kâtib-i sultaniye 10. sınıf müdaviminine mütedair (devam edenlere dair)” başlıklı fıkra hakkında şöyle geçici bir düzenleme yapma yoluna gitmişti:
“Madde 1: Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkatinin (geçici kanununun) 42. Maddesindeki fıkra atiye (geleceğe) tezyil (ertelenmiş) olunmuştur. Muayene-i intihaiye esnasında (muayene sonucunda) mekatib-i sultaniyenin (sultani mekteplerinin) onuncu sınıflarında bulunanlar da hizmet-i makzura (zikri edilen hizmet) hakkına nail olacaktır.”
Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayınlayarak, 1314 (1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların da kıtalara teslim olmalarını istemişti. Kaynakwh webhatti.com:
Padişahın ve Harbiye Nezaretinin bu çağrısı üzerine, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Adapazarı, İzmir, Aydın, Muğla ve Konya’nın, tahsilleri ve hayatlarının henüz başındaki bu yeni yetme gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce vazifeyi hakkıyla ifa etmek azim ve inancıyla silâhaltına koşacaklardı.
Ekseriyeti 15 ila 19 yaşında olan bu genç bahadırların cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılan meşhur “Hey Onbeşli Onbeşli” adlı türküde de söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” 1315 doğumlulardır.
Yani 1 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdi. Türküde, bu 1315’li gençlerden şöyle bahsediliyordu: Kaynakwh webhatti.com:
Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi onyediye
Gidiyom gidemiyom
Az doldur içemiyom
Sevdiğim pek gönüllü
Koyup da gidemiyom
Nesil Yayınları’ndan yeni çıkan “Mahşerin İrfan Ordusu: Okuldan Çanakkale’ye, kitabından alınmıştır.
Zamanlar haindir,zamanlar muhbir
İki karanlık orman birbiriyle anlaşsa ne olur,
anlaşmasa
Güvenmek diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş korkular
dolaşır
bense korkumu ölümümün altına sakladım
hep
korkumun kokusunu aldılar
kaçtım kovaladılar
İki karanlık orman birbirine güvense ne olur,
güvenmese
Sevmek diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş yalnızlıklar
dolaşır
.....
'tencere dibin kara:senin ki benden kara'
karekter satmaya ne hacet
kişi ne yaşadığınıda bilir ne yaşamadığınıda
güzel şiir
en azından dürüstlük adına
saygılar
ey onbeşli, onbeşli
Tokat'ın yolları taşlı
on dördünde yar sevdim
gözleri yaşlı.'
Bunun gibi nice şiirlerimiz ve şarkılarımız var.
İmdi bu ne oluyor* Cezmi Ersöz yazınca, ayıp oluyor. Ama anonim olunca halk türküsü oluyor. Bu ne lahana turşusu, bu ne perhiz? Bırakın arkadaşlar ulusça sübyancıyız biz.
Şiir bana göre ulusumuza uygun yazılmış. harika bir şiir. Yeterki, kendimize ders çıkaralım.
Şairi ve Seçkiyi kutluyorum.
EVET !!!
DEVEKUŞU SENDROMU...
Cahil toplumların en büyük sorunu..
Arızalı bir arabanın sorununu ;araştırmadan,analize etmeden,üstünde çalışmadan tamir etmek mümkün müdür ?????????????
Hiçbir insan belli yollarda eğitilmediği,yönlendirilmediği taktirde içinde bulunduğu toplumca kabul edilir bir şekilde gelişme gösteremez.
İşin özü de işte burada yatmaktadır.
Tamamen kendi başına bırakılacak bir çocuk veya bir grup insan bizim aslında ne kadar vahşi bir hayvan olduğumuzu gösterecek şekilde gelişecektir ki; bunun örnekleri yaşanmış ve bilim adamlarınca izlenmiştir.
Aslını bilmeyen,inkar eden,tabuya dönüştüren cahil toplumlar ;sorunu araştırmak ,öğrenmek ve tesbit etmek yerine ,devekuşu gibi kafasını gömerek bu gerçekleri yok etmeye çalışır.
Cinsellik ve ilgili konuları konuşmamak bu konuları halı altına süpürmekle düzelecek bir sorun değildir . Bu, insanın(hayvan) yönünün en çok eğitim görmesi gereken yönüdür ve gelişmemiş toplumumuzun en büyük yarasıdır.
Sapıklıklar ,bu gerçeği kabul etmeyen,inceleyip doğru eğitim yollarını bulup geliştirmeyen toplumların sorunlarıdır. Bu konuların konuşulmasından ,ortaya serilmesinden korkan cahillerin arasından en çok sapık çıkacağını ben size garanti verebilirim.
Yıllarca çevresinin en ağır babası,dini yönlendiricisi geçinen, şahsen çok yakından tanıdığım üç kişinin yaptıkları dile gelmez sapıklıklıkları ortaya çıktığında bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlamışımdır.
Saygılar
Fikret Şahin
Şiirin içeriğinde bir hasta ruhun kötülerle iyilerin çelişkeleri var. İki karanlık orman anlaşsa veya anlaşmasa ne..... Ne güven ne zaman var. Sadece korku..... şAİR KENDİNE göre akıl ve mantık yürütmüş. İyi bir yazar olur zira iyi bir şair olamaz. Farklı bir düşünce biçimi. şİİR DEĞİL de sokakta konuşulan sohbet gibi. Benim oğlum benim kızım ve öğrencilerim ne anlarlar! Mizah zira nasıl mizah.. Ben. bütün sevgilerin ve karamsarlıkların içiçe olmasını düşüğnür ve ona göre yorum yaparım. Ne yazık ki karanlık deniz karanlık orman... Yani ne orman kalmışl ne deniz nede su... Şairin şliiri kendine çok çok harikadır. Ben şiir olarak hiç beğenmedim. Emeği içöin kutluyorum. Saygılarımla.
İki karanlık orman birbirini sevse ne olur,
sevmese
'' severlerse, Zifiri karanlık olur, kendi karanlıklarında boğulur yada , karanlıklarında türlü görünmezleri barındırırlar......sevmezlerse bir kayıpları olmaz ama Karanlık karanlığı çeker hep :)))
Kaleminize sağlık olsun. saygılar.
Merhaba,elinize sağlık.İyi günler...
Bu şiir ile ilgili 34 tane yorum bulunmakta