annemden sakladığım bir gözaltının
işkence sonrası düştün yine usuma.
yağır yaraydı hücrem,
ve ben pusatsız uykuların özlemindeydim.
açtım, sigarasızdım,
şiir güzelliğince yağıyordu içime yokluğun
kağıtsızdım, kalemsizdim,
Yollarımız burada ayrılıyor,
Artık birbirimize iki yabancıyız.
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi evet, her şeyi unutmalıyız.
Her kederin tesellisi bulunur, üzülme.
Devamını Oku
Artık birbirimize iki yabancıyız.
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi evet, her şeyi unutmalıyız.
Her kederin tesellisi bulunur, üzülme.
Şafak Türküsü
1
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kaç zamandır yüzüm tıraşlı
gözlerim şafak bekledim
uzarken ellerim
kulağım kirişte
ölümü özledim anne
yaşamak isterken delice
2
bugün görüş günü
günlerden salı
ıslak
sarı bir yağmur
ülkemin neresine bakarsa ay
orada yitik bir anne ağlıyor
sen aralıyorsun yağmuru
acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
sonra bir umut koşuyorsun
yüreğin avucunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak
3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde righter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boş ver hypocrite amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk
pir Sultanı düşün anne
şeyh Bedrettin'i
börklüce'yi
torlak Kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
on sekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı Tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
on bir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın
4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda
mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
..........
..........
Nevzat Çelik
Sanırım bu güzel dizelerle pekte güzel örtüştü tkrr tebrıkler sevgıler.
İki Günün Düşündürdükleri
annemden sakladığım bir gözaltının
işkence sonrası düştün yine usuma.
yağır yaraydı hücrem,
ve ben pusatsız uykuların özlemindeydim.
açtım, sigarasızdım,
şiir güzelliğince yağıyordu içime yokluğun
kağıtsızdım, kalemsizdim,
sevda ürünü tarlalarda göğeren hasretimdin
menzile yatarken zulmün burcunda,
öfkemin kabzasına
bir sensizlik daha işledim.
gece çıplaktı, ay çıplak
duvarlar,
parmaklıklar,
ve ben çıplaktım.
canımla uğraşıyordum sorgularda,
bir de;
silah sesli konuşmalardan sakladığım
yokluğunla.
döşümde çöreklenen yumruk yalımı,
bileklerimde kelepçe ağrısı,
gözlerimde cam kırığı hasretinin
sancısı kanıyordu.
..ve ben kavganın esmer güzelliğinde
sarışın direngenlikle karşı koymaktaydım
kurşun yaralı kayaların üzerime devrilmesine..
hey! direncimin kutsanmış çocuk gülüşlü kızı,
özgürlüğe bilenmiş göklerin yıldızı,
sevdam,
sen, elimde pimi çekilmiş bombam,
yiğidim,
gözümün Nur'u
gecemin ay'ı
senindir artık bu gökkuşağı
yeşiliyle, sarısıyla, kırmızıyla,
senindir bu yağmalanmış kanayan yürek.
nikotin kınalı parmaklarım,
geçip de yakılmış bahçelerden,
ve darmadağın edilmiş hanelerden
kapına duru bir aşk söylencesi getirecek.
ki, feryadı sende kaldı,
eğilmezliği boynumun,
ve bakışlarımda dokunduğun yalnızlığımın.
açıldı çelikten kelepçeler,
iki geceye,
ve üç gündüze sığdırdığım
has ölümler sınandı,
kanatlanıp gitti canımın ağrısı,
sönmesiz bir yangın yeri şimdi
yüreğime astığın sitemin ağıtı.
ürküler,ne filizlenir tenimde
ne alnım çatından yiter ölümün uçurumları,
serp tohumu kara bağrına toprağın
ve sula gözüm yaşı ile,
kanım ile,
terim ile,
yaban çiçekleri umutlansın.
mevsiminde asit yağmurları,
akar tüm sokaklar öznesine
ve sevdan,
gencecik bir servi dal misali
boy verir yüreğimde.
gürültülerin sırtıma kamburlanışından
öğrendim dalga dalga seni,
çığlık katarı soykırımların
dudağımı ısıran tanımından...
*
hey! gülüşsüz sevinçlerimin çocuk sesli kızı,
karanlık denizlerin ışık yüzlü yıldızı,
sevdam,
bir gözümdeysen;
diğer gözüme emanet edemediğim
yiğidim,
yüreğimin Nur'u,
aynı solukta türkülere durduğum.
bir yıldızdır alnımda kurşun kurşun
sevdamın tek kanatlı kuşu
ve aşkımın tek taraflı tutuşuşu.
öfkesi var sevdamın,kanıyor asırlardır.
kafesten yeni kurtulmuş bir kuş gibi,
maltaları,
havalandırmaları yarıpta
şaşkın ve ürkek
bilinmeze kanat açmak
ve bir hayale çıldırasıya sevdalanmak
elbette cezasız kalmayacaktı.
denizlerin bütün tekneleri batacaktı,
birer birer düşecekti asmaların yaprakları,
şarkılar susacaktı;
..ve bütün kuşlar vurulacaktı...
kırılsın kalem,
kesilsin cezam,
suçluyum.
ki, ben seviyorum yalnızca
bu deli oyunda biliyorum,
yani cezalı çocuğuyum oyunun,
ebesiyim
ve ortağı yok suçumun.
şarkılardan falları ben tutuyorum,
ve belki de,
anlamak istediklerimi anlamaya zorluyorum,
düşün;
kendimi bile aldatıyorum.
suçluyum elbette;
suçluyum,
yasak sevdalar büyütüyorum yüreğimde
ben ki,
yaşamın hep ''yaramaz çocuğuydum''
ve hep şikayet edileni oldum.
oysa,
güneşi ellerinde taşımaya
bedenlenmişti gözlerim,
hiçbir ayrılığın resmine
yakıştırmayacaktı kendini ümitlerim,
bebeğinden,
Bishnoi mavisi bakacaktı gözlerinin.
ama,
başımda esen hardal rüzgarları
koca çınarları devirecekti,
ve mağrur ölümler ile
dışlanmışlığın mezarına
platonik kanatlı kuşlar diri diri gömülecekti.
avuçlarımda
umut yaralı bir güvercin,
ana karnında vurulan karaca,
postuna sebep doğmadan boğazlanan kuzu,
yaşamın kademsiz sokak aralarında yitecekti.
sesimin kurşun kurşun oluşuyla,
kara tufan düşer de çığrıma,
bekler kınında cembiyeler;
kamalar, hançerler,
şom keskinliklere bilenecekti...
baktıkça eskir yüzleri ergen kızların,
yani,
üstüme çöreklenen uğursuzlukların
haramiliğine
inatla sıkılmıştı yumruklarım,
dayatmıştı,
ama hiçbir diken
ayaklarımızı yırtmadan
boy atmamıştı,
ve sevdam;
yüreğimi böylesine kanatmamıştı.
başımda bin bir türlü bela,
bir o kadar da uğursuzluk var,
üryanlığından utanan dağlara sorsunlar,
yeminimi, kasemimi,
madem ki cenkteyim
bu savaşı kazanacağım,
ya bir hocaya gidip
kafamdan aşağı kurşun döktüreceğim
yani,
uğursuzluklardan kurtulacağım,
ya da; kafama
bir kurşun sıkacağım! ..
Gürkal Gencay
Bir ucundan girip sonuna kadar zerre kadar sapmadan menziline giden ok gibiyse satırlar, düşerken bile eğrisini göstermez.İnsan yaşamazsa bilemez, duyamaz,diyemez 'vebir çakır diken ayaklarımızı kanatmadan büyümez' deniyorsa bir öyküde, bir şiirde yaşamdan beslenmiştir, başka türlü söylenemez. Mutlaka daha çok yazmalısın kinin kınında paslanmadan.Şeref Öztürk usta
bu kadar güzel anlatım gücünü ne kadar az için kullanmanın hüznünü yaşadım burada... yetenekleri, düşünceyi açımlamaya olaylar yeterliği olarak kullanmayı az buluyor olmakla, beklentilerimi yüksek tutuşumla hayal kırıklığıma neden kendim olmuş oluyorum, bilincindeyim bunun... sevgilerim, saygılarımla
nur
nurlan
ya açıkça söylemek gerekirse okumaya üşendim. bu şiir değilde biraz roman gibi olmuş... çooookkk uzun..
Bu şiir ile ilgili 5 tane yorum bulunmakta