İnsan, dış dünyasının mutsuzluğunu unutmak için, kendine yeni bir dünya yaratır içinde. Yeni, gizli bir iç dünyadır bu.
Yarattığı bu yeni iç dünya da arar, dış dünya da görmediği ilgiyi.
Bu yeni dünya da yaşamak ister, dış dünya da hissedemediği sevgiyi.
Ve dış dünyanın güvensizliğidir aslında, insanın içinde yepyeni bir dünya yaratması.
Ve hiç kolay değildir aslında o iç dünya'ya girmek, girebilmek.
Çünkü güven ister, ilgi ister, sevgi ister o iç dünyanın yaratıcısı.
Yani zordur o iç dünyanın misafiri olmak.
Zira insan, misafir olarak girdiği o iç dünyanın zamanla sahibi, ortağı olabilir.
Girdiği bu yeni dünyayı güveni ile fethedebilir mesela.
İlgisi, şefkati ile aydınlatabilir her bir köşesini.
Ve sevgisi ile yeşertebilir sahibi olduğu bu yeni dünyanın hisler bahçesini.
Ve o vakit, dış dünyası anlamsızlaşır insan için. Her şeyi iç dünyası olurbo zaman. Çünkü mutlu ve huzurludur orada.
Bir mabet gibidir orası artık,
Bir sığınak gibidir o iç dünya.
Orada yaşar yaşamak istediklerini insan, orada sever sevmek istediklerini. Bu yeni iç dünya, asıl dünyası olur.
Dış dünya ise olanlardan bibaherdir.
Görmez yanıbaşında olan biteni.
Görmez kendisinden çok farklı olan, farklı yaratılan bu yeni ve gizli evreni.
Oysa, insanın dış dünyası birazcık anlayabilseydi yoldaşı olan gönülü, birazcık sevebilseydi, birazcık güven verebilseydi paydaşı olan gönüle,
Belki de içinde yeni bir dünya yaratmayacaktı gönül. Kendisini bu kadar yalnız hissetmeyecekti dış dünyasında ve böylesine derin bir mutsuzluk yaşamayacaktı belki de.
Neyse işte!
Bu iki dünya birbirinden habersiz olsalar da bu dünyaların sakinleri olan gönüller seziyor, hissediyor bazı şeyleri.
Hani ters giden bazı şeyleri.
Hani sorunlar yaratan bazı şeyleri.
Ve farkında olmasa da insan, bu biriken bazı şeyler, yarınlarının çok şeyleri olacaktır ve bu çok şeyler her iki dünyanın da ileri de çok başını ağrıtacaktır.
Ne dış dünya sakinleri farkında bu biriken, yığılan çok şeylerin, ne de iç dünya gönülleri farkında yaklaşan tehlikenin.
Her dünyanın mutlaka bir sonu vardır.
Ve insan, sahibi olduğu bu dünyaları yok etmekte oldukça marifetli bir varlıktır.
Eninde sonunda dış dünyasını da, içinde yarattığı dünyayı da yok etmeyi başaracaktır.
Ve o büyük felaketler başladığında, asıl gerçeği geçte olsa görecektir ve anlayacaktır nasıl bir yıkıma sebep olduğunu.
Aşkın, bir kıyamet alameti olduğu görecek ve kabul edecektir o gün insan.
Nefretin, aşka aşık olduğunu mesela.
Aşkında ayrılığa meftun olduğunu ya da.
Hepsini görecek, bilecek, anlayacak ve istese de istemese de bu gerçekleri ve bu yok oluşun sebeplerini kabul edecektir insan.
Yani, her iki dünya içinde muhakkak kopacaktı bu suni kıyamet.
Ve bu yok oluştan dolayı, bu kez hiç kimse tanrıyı sorumlu tutamayacaktı.
Zira insan, kendi elleriyle, kendi sonunu hazırlamıştı.
Gönüller de kopan ve kopacak olan bu kıyametlerin adına 'İki Dünya Savaşı' diyecekti insan.
Gizliler açığa çıkarken, açıktakiler saklanacak yer arayacaktı korkudan.
Gönüller yaralanacaktı bu savaşta, sevgiler ölecekti.
Merhamet mi? Ah Tanrım!
Çok oldu tükeneli. Kırıntısı da mı kalmadı diye sorma? Hadi buyur, bul bulabilirsen merhameti, insanın vicdan raflarında.
Hepsini satın aldı, şeytanın kötülük adlı en gözde oyuncağı.
Şimdi çokça kötülük var vicdan depolarımızda.
Üstelik ucuz da...
İster misin Tanrım, tartayım mı sana da?
Burhan Çay
26.06.2024
Kayıt Tarihi : 26.6.2024 19:08:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!