Bir nefese muhtaçken aşkın peşinden koşamazdım...
Terk edilmiş aşklar kayıplıklarda bile bulunamazdı...
Her aşk kendi çemberinde dönerdi
ve
her aşk hakim olduğu çemberin merkezinde kalırdı...
Sana susuyorum, bana susuyorsun sanki...
Yıllarımı hasretine adayarak susuyorum sana artık...
Yarınlara bakıyorum derken dünlerin hesaplaşmasından da kurtulamıyorum...
Uzun bir zaman kıskacı bu, sadece benlik savaşı bu sana rağmen...
Senden kopmakla benden gitmen arasındaki farkı çözemediğimdir ki dünlerin perperişanlığı ile yarınlara göç ediyorum hüzünlerle...
Sana inanmışlığımdı bu günkü acılarımdaki pişmanlıklarımın sebebi...
İnanarak sonsuza bir yaşamı vaat ederken kendime bir girdap yaşam olan ayrılık sonrası zamanlar aslında hiç beklemediğim zorlu bir yaşam kalanıydı...
Her gidişin bir başka dönüşünü hatırlatıyordu bana...
Kaç gidiş, kaç kez dönüş yaşamıştım sende...
Her gidişin içimde bir şeyler kopartıyor, yabancısı olmadığım yeni yeni yaralar açılıyordu, ta ki dönüşünün hayretli bakışlarımda kayboluncaya kadar...
Aslında her gidişin nefretin bütünlüğüne uzanan bir çentik açıyordu bedenimde...
Her çentiği senin tedavi etmen yerine, yeni yeni gidiş korkuları bulaştırıyordu bedenime, oyun kurallarına göre oynanmıyordu gerçeğiyle, benim ne kadar üzülmem veya yaralanmam senin hiç umrunda değildi...
Son gidişin de tüm gidişlerinden de muhteşem oldu...
O anların unutulmasına imkân sağlayacak, geri dönüşüne dahil ne kadar köprü varsa hepsi temelinden atılmıştı. Hepsinin altı koyu bataklık, utanç ve hırsların bütününü yamamıştı bedenime...
Ve yıllarca geri dönüşünün korkularını yaşarken, son kez bu korkularda boğuluyordum...
Son kez bu korkuların içinden dışlamıştım kendimi...
Senli bir yaşamın sensiz bir yaşamla farkının olmadığını anladığımda ise senden nefret etmem hiç de zor olmadı...
Sevmenin ardı özlem ve nefrete uzarmış aslında...
Bunu öğrendiğimde ise var olmanın anlamını düşünmeye başladım...
Oysa ne kadar güzeldi ve hoştu senli sevmelerde koşmak...
Sende suskunluğu seçiyorum artık, kahır ve azap günlerini geride bırakarak o içindeki çocuğa sesleniyorum, her şeye, her yaşanan anlara rağmen, unutulamayacak beklentilere rağmen, verilmiş tüm sözlere rağmen, ölünceye kadar sendeyim denmelerine rağmen, sende suskunluğu seçiyorum...
Suskunluk bende bir kayıplık, bir kayboluş, kendi ruhuna karşı direniş ve bedensel yok oluş, belki ama en çok konuştuğumuz günlere, anların hatırına, birçok özveriye, birçok arayışa rağmen, sende suskunluğa dönüşüyorum artık...
Aslında her güzel sözün ardında sen vardın. Her güzel şarkının tınısında senin sesin vardı, her güzel günde senin güzelliklerin serilirdi güneş ışığının kırılgan demetlerine, her açan çiçekte, her güzel kokulu mor sümbülde sen kokusu dolanırdı bana...
Kaç kere gitmişsen benden, o kadar yaralanıp ağlamışımdır senin için ben...
Artık döküldüm döküleceğim kadar, toprağa bulaştım bulaşabildiğim kadar yalan ve riyaya...
Yüzün yok artık ardımdan seni çok, en çok sevmiştim demeye, en çok senin için ağlamıştım demeye, hayatın zor ve kalın halatlarını attın bana, büktün ruhumla beraber belimi büktün artık, içimdeki ne kadar kalmışsa sevgi bağların...
Birileri, birileri seni benden gerçekten fazla sevdi veya sen biri, birilerini gerçekten benden fazla sevdin ama anlayamadığım cümlen vardı hafızamda, nasıl oluyor da en çok sen beni sevdim diyordun...
Nasıl oluyor da bu en çok sevmek ve en çok sevilmek nasıl bir olgu ki en çok sevdiğini vurmak, en çok sevildiğince vurulmak...
Gerçekten çok sevmek nasıl bir işti ki nasıl bir sevgi çerçevesiydi ki bu sevmelerin aralarına sığdırılan çok sevmeler...
Hayat bu sevgili hayat bu, belki de çok sevmelerin ardında çok acı çekmeler vardı...
Tuhaf bir şeydi bu iki olguyu da iç içe sokmak...
Aslolan sen içerdeydin, bense bu sevginin dibindeydim, bende toplanan tüm yaralar, belki senden fazlaydı belki de seninkilerin arasında bir hiçti bunlar ama sonuç bir hiçliğe attı gitti bizi bu sevdalı hayat artığı...
Belki ikimiz de bir mücadelenin içindeydik, belki de birimiz dışındaydık bu küflü yaşamın ve belki de birimiz hak etmemiştik yaşamdaki gülüşleri, acılar bizim tabanımız olmuştu çoğu zaman diz çöktüğümüz...
Buruk bir sevdaydı aslında yaşadığımız, nankör bir sevdaydı belki de ikimize yar etmeyen...
Kayıplıklarda aradığımız günlerdi aslında birbirimizde acı veren...
İkimizden biri bunları yaşamaya değmiyordu, ama senin beni sırtımdan vuruşundu asıl acı yaralarımı içimde açtıran...
Yıllardır bu tozlu ve kirli yollarla uğraş vermeme rağmen hâlâ güneşin ışığına bakamıyorum...
Benimse kış ayazı omuzlarımdan düştü, ilk defa mor sümbülleri yeniden gördüm, aynı nefesleri aldığım aynı yerdeyim, bahar oralara da gelmiş, bense yeni ayıkıyorum kış uykusundan...
Siz isterseniz umut olur, ben istersem yaşarım, siz isterseniz beklemek olur, o güç bende, çünkü ben görünmezim, çünkü ben ikinizle birlikte bir üçüncü olarak düşüncelerinizde yaşarım, benim yaşamım sizin düşlerinizdir, der içindeki iç ses…
Oysa düşünceler çarpık bir hayatın arda kalanlarıydı… Ve o hayatla tek kişi olmanın da sonsuza sarkan tarafı vardı belki de…
Dairenin teğetindeyken bir anda merkezinde buldum kendimi...
Dairenin merkezi çok farklıdır aslında, orada tekbaşınasındır, yekbaşınasındır ve dışlanmışsındır belki, belki de kendi kanına kapanmışsındır ama yüreğindir istediğini hapsettiğin yer, yüreğindir genişleyecek olan ve yüreğindir haklılığını anlayacak olan.
İşte o zaman bir nefese, bir sese, bir dost eline, bir riyasız bakışa ağlarsın, yanımda yok diye...
Sevdiğine doğru uzatırsın elini, bakışını, o da uzatır sana doğru…
İşte o isidir sevmenin, uzaklardan seni koparıp yaşamın merkezine atar…
Mutlu olduğun tarafa bak der kalem, mutlu olacağın tarafı yaz ki alışsın yüreğin mutluluğa, bu yüzden kaçarız bir şehirden, bir mahalleden, bir beldeden, bir an zamanından sığınağımıza doğru yaşamak için…
Kim demiş, ki ne olmuş, ki bana da söylesinler...
Kapıların pervazı aynı,
güneş aynı camdan giriyor içeri,
gölgemin boyu hiç uzamadı, kulvarlarda yine sönük lambalarla dolu, deniz dalgaları yine aynı taşlara vuruyor,
yüreğim yine ritmini değiştirmedi, oysa herkes bana yeniden mi doğdun diyor...
Benimse kış ayazı omuzlarımdan düştü, ilk defa mor sümbülleri yeniden gördüm, aynı nefesleri aldığım aynı yerdeyim, bahar oralara da gelmiş, bense yeni ayıkıyorum kış uykusundan...
Memleketim, şehrim baharı karşılıyor, dağlarda karlar eriyor, bense hâlâ yüreğim tarafından üşütülüyorum...
Yine akşamlar aynı yerden güneş batması ile oluyor, yalnız bir fark var hayatımda, geceler biraz daha uzuyor her gün uykusuzluklarımla...
Ve ben aynı yerde, aynı havayı soluyorum, aynı arabayla aynı asfaltlardayım, bir değişiklik var hayatımda biraz daha düşüyorum toprağa doğru...
Hep bir yerlerde rüzgâr çıkar...
Hep bir yerlerde ateşler yanar volkanlar patlar... Hep dardadır yürekler ve dardayızdır... Bir boşluk ararız sığınmak için bir dost, bir kuytu, tanıdık bir ses, bir yürek ki eğilelim
karşısında...
Bir can sıkıntısıdır ki dermansızım deriz, bir bakarız beklenen umut vardır karşımızda... O da alır alabildiğince gider ki baka kalırız ardından sadece, neyi hak ettik neyi hak etti diye...
Sorgusuz bir yargıdır ki hesabı kitabı kendi sayfalarında... Bir bakmışsın akşam olmuş, yarım bir gülüş, buruk bir dudak bükmesi... Sorgularız kendimizi masaldaki kendimize karşı sadece bir beklentimizdir gülmemiz, iç huzuru ki yoksa yandığımız gündür ki yüzlerce sayfa Masallar yazarız... Ve sonunda sen de ben de bu masal bitti deriz, deriz de, oysa yeni başlamıştır ki biz içinde kıvranırız... İşte o anlardır ki dostlar ararız…
Ki çok zor, çok nadir bulunur ama umut ya bir köşeden bir HAYAT sayfasından sevilen bir isim çıkar gelir karşımıza ve o darlıkla üstat deriz ki unuturuz kendi üstat’lığımızı...
O ve biz oluruz bu derya kuytuda... Dost derler adına ki yolu beklenir bir ilden bir ile yüzünü sesini görmek için ki bunun içinde bir masal daha yazarız, dost gelecek masalı olur adı ki yangın gibi durur yürekte... Beklenmek...
İşte o anlardır ki ilk Masaldaki oluruz unutulur gibi olur ama onun yangını da bir başka dağda yanar gibi yüreğimizin bir köşesinde yanar usulca isini içinde saklayarak...
İki ateş bir yürekte yangın olur...
Ki bir yangında bu kalemin sahibinin içinde vardır ki belki duyan olur onu da bir gün bir yerlerde, birileri...
Neyse, her neyse ki varlığın düşlerim olacaksa varsın sen git ama unutma ki buralardasın.
Mustafa Yılmaz 4Kayıt Tarihi : 26.3.2012 14:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
'Kronik ayrılığın' öyküsüydü, çok etkiliydi Mustafa Bey... Tebrik ederim...
TÜM YORUMLAR (5)