Bugünlerde farklı sebeplerle ‘ihanet’in hayatımızda nasıl bir yer işgal ettiğini düşünüyorum. Onu geçen gün tesadüfen bir kitapçıda gördüm. Gençliğimin keskin romanını yeniden basmışlar. Zamanımızın Bir Kahramanı’nı... Nasıl sevindim hiç yaşlanamayacak genç Lermontov’la karşılaşınca. Issız bir sokakta yürürken ansızın çocukluk arkadaşımı bulmuş gibi oldum. Hani heyecanlanıp ne diyeceğinizi tam bilmezsiniz de sayıklarken beceriksizce arkadaşınıza sarılmaya çalışırsınız ya. İşte o sarsaklığa benzer tedirgin bir kıpırtı oldu içimde. Sürprizli bir tesadüftü. Ben ‘nerede, nasıl bir hata yaptım acaba’ muhasebesiyle cebelleşirken ‘ihanetin’ farklı hallerini böyle hülyalı bir hikâyeyle hatırlamak iyi geldi çorak ruhuma. Tozlu hatıraların arasında dolanıp durdum hiç eskimeyen o kitabı tekrar okurken.
SİZ DE ÖYLESİNİZ ASLINDA....
Size ‘ihanet nedir’ desem, karşılığını öyle basit cümlelerle anlatamayacağınız tuhaf ve biraz da pervasız bir soru sormuş olurum değil mi? İhanetin çok farklı halleri var elbet ama hadi şu sevenlerin canını yakan türünden bahsedelim bu defa. O birbirlerini hep koruyacaklarını, seveceklerini, hatırlayacaklarını samimiyetle söyleyenler ne yaparlarsa aldatmış olurlar birbirlerini? Ya da ne yapmazlarsa kendilerine ihanet etmiş olurlar? Peki, insan, geçmişe, hakikate, dostluğuna, vaktiyle hayalini kurduğu müphem bir geleceğe nasıl ihanet edebiliyor? Bir zamanlar var olduğunu bildiğimiz sevgi, sevmeye duyduğumuz inanç kendisini nasıl bu kadar kolay ve acımasızca yok edebiliyor? Birbirine karışan soluklar, sesler, kokular nasıl sinsice kayboluyor?
Bu soruların cevabını ben de bilmiyorum sadece basit gibi görünen bu karmaşayı herkes gibi kavramaya çalışıyorum. İhanetin basit hakikatini kabullenmek istemiyorum. Ben bu anlamda eksiğim ve sanırım hep böyle biraz eksik kalacağım. Böyle bir yazının ortasında ‘müstehcen’ itiraflarla dökülüverdim diye gizli bir kibirle sevinmeyin çünkü siz de öylesiniz. Herkes biraz öyledir. İnsanın en büyük zaaflarından birisi de budur. Kabullenememek, bu ‘isyankâr’ duygunun zamanla tekâmül etmesi maalesef mümkün değil. İnsan istediği gibi sevilmemeyi hazmedemez çünkü. Dünyanın boşluğuna çarpan hazin eksikliğiyle o ‘en çok sevdiğine’, bir biçimde dokunabildiğini, hiç değilse onun hayatında iz bırakabildiğini bilmek, onun tarafından anlaşılmak ister. Bunun mümkün olmadığını hissederse parçalanır. Şiddetli yağmurlarla boşalan bulutlar gibi içi boşalır, darmadağın olur. Bazen bu korkunç zaafını örtmek, oyalanmak, alın yazısına boyun eğmemek için kendine sebepler arar, aksi gibi de kolayca bulur. Yazar, çalışır, boyar, gezer, sevişir, konuşur, tartışır, saklanır, çoğalır, hazların peşine düşer, hayal kurar, keşfeder, öğrenir, kaybolur... ama yine de o yakıcı hissin aslında hiç geçmeyeceğini bilir. Sadece hayata devam edebilmek için bilmiyormuş gibi davranır. Nereden mi biliyorum, çok özel bir bilgi değil. Siz de pekâlâ bilirsiniz bunu ama kendinize bile söylemezsiniz. Bu çıplak hakikati, kimseye göstermek istemediğiniz eski bir mücevher gibi içinizde taşırsınız.
Uzatırdı mevsimölçerlerini
Tıkabasa yaprak arka pencere
İnsan iki kişiyi sevebilir mi
Onunla aşkımız, o diyorum ona,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta