4] Yani kusurun yarar ya da zarar oluşunu da, çevrenin denk düşer olacak olan, arz ve sunumları belirleyecektir.
Var olan, eylemsel olandır. Doğa, olay ve olgular arasında; hayırlı, şerli durum gibi olacaktan öznel algılamalarıyla hiç bir belirleme yapmaz. Olgu ve olayların hayır şer durumları, insan öznel algılı bir tanımlılıktır. Doğa olaylarında, olması gereken zorunluluklar vardır. Yani doğada kanatlı (hayırlı) olmak gerekmediği gibi illa kanatsız (şerli durum) olmakta gerekmiyordu. Bu zorunluluklar çevrenin sunumu içinde bize göre; hayır ya da şer gibi bir durumla, zaten hep var bulunurlar.
Çevre şartları (tabii ki sosyal ve toplumsal şartlarda) bu sunulan verilerle girişirken, seçme ayıklama ilkesi gereği, olgu kendi mahiyetine uygun girişmelerle seçilir olacaktır. Yani şer bir olay da, hayır bir olay da, bize göre yararlı ya da zararlı algı verecek girişmelerini yapacaktırlar.
Çevrenin olay ve olgular üzerinde, denk düşen seçmesi vardır. Bir duruma göre, güçlüler ayakta kalıp yaşamı sürdürür olurken, yine aynı duruma göre, güçlülük ölümün; soyu sürdürememenin, nedeni de olabilmektedir. Ha keza yine şer bir durum, aynı bir etkiye göre; yararlı bir sonuç ortaya koyabilir iken, aynı şer durum, aynı çevre etkiyenin seçilişine göre mağduriyetin nedeni de olabilir.
Sadece zorunluluklar vardır. Beliren zorunluluklar içindekilerden de, çevrenin sadece ve zorunlu bir girişmesi ve seçmesi vardır. İşte bu girişmelerin seçme ayıklama ilkeleri bize göre yararlı da, zararlı da, görünebilmektedir. Bu yüzden, kimi durumlarda şerden hayır doğacağına inanırsınız. Buna inanmayla haklı çıkarsınız. Kimi durumlardan da, şerden felaket doğara, karşı oluşla haklı çıkarsınız. Evren salt belirme (yani salt günah ya da salt sevap) içermez.
İkinci bir neden de, hiçbir olay mütemadiyen (salt) sürer gider değildir. Yağan yağmur kesilir. Sakin seyreden Dünya, depremlerle sarsılıp, Dünya; içini dışına çıkarır. Ama her bir olay sonsuzca sürmez. Hareketlilik hareketsizliğe, dönüşeceği gibi hareketsizlikler de harekete dönüşür. Kurak hava yağışla sır, yağışlı hava kuraklaşır. Bir süreç olgulaşırken belli bir aşamadan sonra olgu, tersine dönüşür. Yani hayır bir durum, şer duruma dönüşeceği gibi şer, bir durumda, hayır duruma dönüşür. Buna halkımız; 'Allah yaptıklarını ayağına dolaştırdı'der.
İşte 'özgür dünya (bir kesime göre sömüren, çok kesime göre sömürülen Dünya) ' propagandasının anlamı, tüm öznel karşı bombardımanına rağmen; sömüren ülkelere göre başka yansıyordu, sömürülen ülkelere göre anlamı başka yansıyordu. Sömüren ülkelere göre özgür Dünya savı, yararlı bir durumken; gelişmemiş ülkelere göre de, daima şer durum olaraktan yansıyordu.
Bu şer durumlar, gelişmemiş ülkelerde kısmen de olsa, ideoloji sel bir uyanışa sebep oldu. Bu sömürünün amaçladığı bir durum değildi tabi. Ama eşyanın tabiatı bunu zorunlu kılıyordu. Elbette emperyalizm bu pürüzü de aşacaktı!
Böyle zamanlarda toplumun bir tarafı alabildiğine bilinçlenir. Büyük çoğunluk henüz bilinçli değildir. Karanlık, aydınlığı bilmez. Oysa; karanlık, aydınlandığı içindir ki, aydınlık vardır. Aydınlık karanlığın tüm faz durumlarını bilir. 1946'larda başlayan bu rüzgârlar 1950'lerde eylem selliğin uç vermesine dönüştü.
Sömrülen ülkelerde de sömürüye karşı eylemler az çok başladı. 1960'larda tüm Dünya'da olduğu gibi bizde de birçok bilinçli ideoloji sel eylemlere dönüştü. İşte emperyalizm aleyhine olan bu durumu; görmüştü. Oysaki iki kutuplu Dünya, aralarındaki bu paylaşımı, bu sömürüyü ne edip edip, sürdürmelilerdi!
İşte o yıllarda bir kısım kitleler demokrasi, hak, hukuk, özgürlük, sömürü, bağımsızlık, üretim gibi birçok toplumsal ideoloji sel kavramları ve anlamlarını tartışmayı, güncel durumla birlikte ortaya koydular. Buna mukabil çok büyük bir kitle de bunları; 'kökü dışarıda, bozguncu ve satılmış anarşist hainler' gibisinden kurulu düzen patentli şartlanmalarla karşıt grupmuş gibi kendi vücuduna saldırdı.
Çalışan kesim, iş vereni ile yasal talepleşmelerine girişirken, bu durumun tarafları ve taraflara değin olay unsuru olmayanlar da işverenleri doğrultusunda talep yapanların üzerine, şiddetle gidiyorlardı. Oysa kendileri de emeğin içinde olan, emeğin bir şekilde mağduru ailelerden gelen, emekçi işsiz kitlelerdendiler.
Bu ideolojilerle mücadele eden kurumlarda bu konuda oldukça bilgisiz olduklarından, bu ideolojilerle sadce şiddet üzerinden mücadele ediyorlardı. Böylece çözüm yerine çözümsüzlüğün parçası oluyorlardı. Bakın Uğur Mumcu: Sakıncalı Piyade
Bu kitleler sanayi toplumuna dek süreç eşmelerin ve ilişkileşmelerin yeni düşüncelerini terörizm sayıyorlardı. İşin tuhafı grev, lokavt, toplu sözleşme bağımsızlık gibi toplum ortam ilişkilerine dek demokratik hak kullanımlarını; 'bunlar bizim geleneğimizde olmayan' süreçler diyecek cahil cesareti ile karşı demokrasi güçlerini, susturmak için haldeki düzenle; el ele, kol kola, olacaklardı. Yani; 'ayakta kalmağa çalışan ağacı kesen baltanın sapı, yine ağaçtandı'.
Bir toplum içindeki yönetici konumdaki öznel siyasi oligarşi çıkarların, işbirlikçi tutumu; iktidar olmanın legal sınırlar kılıfında oluşların hile ve desisesi vardır. Bu hile; dış göbek kordon bağını taşır olmalarının minneti; akılın önüne geçtiği zaman, fren tutmuyordu.
Bu tip yöneticilerin günce sonrasında anılmaz oluşları, biçimsel olan görünürde toplumları yararı adı altında görünüşle; her bir işlerinde iç ve dış işbirlikçilerine destek (komisyon) çıkarlar. Ve siyaseten dışa bağımlılığın rol model aktörlüğüne uzanan macerasını: ‘halka hizmet, hakka hizmet' gibi söylemle, vicdani kirliliklerini deşifre edişle, dış siyasetlerin güdümünde olmalarının direncini verememenin, yetenek ve basiretsizliği yatar.
Söz gelimi, 24 Ocak 1980 ekonomik kararları gibi. Toplumun kararlarını değiştirip dönüştüren program uluslararası sermayenin güdümüne toplumunuzu da katarak, kendi toplumsa iradi kontrollerinizi kaybetmenizi ve programın öngörülmeyen zorunlu ve harici yansımaları ile nemalandığınız, aslında ABD gibi emperyalistlerin gelecekteki Ortadoğu projesinin aktör el jandarmalığını üslenmeden öte gitmeyen, bir borç batağı kontrol ve kıskacıdır.
Siyasetleriniz, adam gibi işlemezdir. 1960'ların 'Komünizmle Mücadele Dernekleri' bu kabil ciddiyetsiz, sulandırılmış, kitleleri güdüm altında tutan ve siyaseti, istediği gibi kendi ikballeri için yönlendirmelerle, halka karşı bilmesinler ilik siyaseti uygulamalarıdırlar.
'Komünizmle Mücadele Dernekleri' ile sanki kanserle mücadele eder gibi, ya da alkol ve sigara ile mücadele dernekleri gibi ele alınmıştır. Bu ele alınışlarla bir çeşit duyguca iğrençlikler oluşturuşla, bir tiksinmenin bir illetin yok edilmesi bağlamında ele alındı. Böylelikle de siyasi, ekonomik bir doktrine yaklaşıma, nefretti bir şirret oluşun gözü ile baktırmanın tepki ve öfkeleri, ortaya konmuştu.
Komünizm siyaseten ve ideoloji olarak yanlış olabilirdi! Beğenilmeye bilirdi! Emsali olan kıyaslarla eleştirilirdi! Yani toplumsa siyasanın bir üretim ve bölüşümüne değin yapılaşma alternatifliğini sunma ideoloji olan komünizme karşı oluşun alternatifleri, ayni yeğin oluşla ortaya konurdu. İşte topluma yasaklanan bu idi. Halka reva görülen, ne komünizmi ideoloji olarak bilmekti, ne de bu bilmenin verdiği düşünüşle, kritiğe edebilmekti.
Sadece ‘Komünizmle Mücadele Dernekleri' halkın bilmezlikti kin ve öfkesini yaratacaktı. Halk statükonun yanında yeni olana, bu hışımla bakacaktı! Bunlar siyaset ve gizliden yürütülen, siyasetin gülen yüzünün gerisindeki asıl aktif ve icrada o an ve devlet organları eliyle çok iyi yürütülmüş; bir toplumun geleceğini karartan, ihanetçi siyasetlerdir.
Yani toplumsa olan bir doktrin (yanlış bile olsa, fikri mücadelesi yerine) , toplumsa olan ideolojileri halktı inanç ve bilmesinler ilik düzeyine indirilmekle kalmayıp, bunun robotik eylemcileri ve yasal mücadele dernekleri adı altında; şiddet unsurları ve o karşı siyasi bilinçti örgütlenmenin üzerinde, silindir gibi geçmenin, her tür bakısı ve eylemleri oluşturulmuştur.
1946'ların emperyalist tutumlu 'özgür dünya' sloganı, bizim gibi geri kalmış ülkelerin siyaset ve toplum arenasında eyleme geçen planı, bu şekilde 'Komünizmle Mücadele Dernekleri' adı altında beğeni ile vücut buluyordu! Bu derneğin bir adım sonrası yeşil kuşakça mucizevi (!) bulunuşu olacaktı. Birisi eskiyip, ipliği pazara çıktı mı, yenisi tecelli ediyordu
1967 olaylarının uyanıştı toplumsak parolası 'tam bağımsız Türkiye'idi. Bu yöntemin amacı ses getirip mücadeleyi geniş halksak zeminin uyanışına çevirmekti. Halkı sürece dahil edemeyen çaba başarılı olamazdı. Tek yanlı bağımlılıklara karşın, bağımsızlıktı bir felsefe ile kurulan genç cumhuriyet, ne olmuştu da Atatürk'ün ölümünden sonraki 15-20 yıllı bir süreç içinde bozulmuş, 1967 olayları ile 'tam bağımsız Türkiye' diye haykırılacak denli vahim hale gelmişti? Üzerinde hayli düşünülesi bir mesele idi bu.
Buna karşın ezberciler 'Komünistler Moskova'ya' gibi ipe sapa gelmezi, yani; ideoloji sel, düşünsel, fikirsel olana karşı; düşünsel, fikirsel ideoloji sel olmayanı, halkçı söylemleri; sanki toplumsal söylemlermiş gibi karşı koyuşun argümanıyla, çatışma içine giriyorlardı!
Bir kere, bu karşı karşıya gelen iki çatışma grubundan biri, bir fikir, bir yaşamsallık ideolojisi ve bilinç düzeyi ifade ediyorlardı. Bunlar bağımsızlık, demokrasi, hak, ücret, grev, sömürü, sosyal devlet gibi toplumsak ilişkilenişin, toplumsak üretimin ve toplumsak paylaşımın, toplumsa yönetiminin, toplumsal sözleşmenin, katılımcı demokrasi gibi bir çok yaşamsallığı olan, somut güncel düzenlenişe dair; doğru ya da yanlış savları olabilen güncel toplumsal olabilen gerçekçilikti.
İkincilerse, hiçbir şekilde fikir ifade etmedikleri gibi din, iman, millet gibi toplumu ve toplumun yönetimini; toplumun güncel bölüşümünü ve toplumsal üretimini hiç mi hiç ilgilendirmeyen, halkçı öznel söylemlerle, 'komünistler Moskova'ya' diyerekten ülkeyi sanki kendi tapulu çiftlikleri gibi görmenin, sanaldı halüsinasyon içinde oluşturuluyorlardı. Bu toplumun duyarlı, bilinçli, katılımcı yurttaşlarına, topluma dek yönetimin, yasalar dairesindeki denetimine, Moskova'yı adres olaraktan gösterebiliyorlardı!
Halbuki bu memleket, bu memleket yurttaşlarına değindi. Hem herkesin, hem hiç kimsenin, tapulu malı olmadığının farkında bile değildiler. İşte kitlelerin kullanılması ve kitlelerin cehaletti tahriki, tam da böyle bir şeydi.
Artık ellerine tutuşturulan bir bombayı taraflar, istenilen yere, hem de topluca insan bulunulan yerlere, sorumsuzca, idrak sizce, seri üretilmiş robotlar olaraktan, kendi güya idealleri adına atar olacaklardı! Tabi ki taraflardan biri devrim şehidi, birsi de cennet şehidi oluyordu! Yaptıkları canilikler taraflaşmış kitle taraftarlığı yapanlarına, sipsivri bir katillik gibi gözükmüyordu! Aksine iş şirazesinden çıkmış, her biri için bir karşı öçe dönmüştü. Aslında bir tarafın hiç karşıt görüşü yoktu.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 17.9.2010 09:35:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!