İçli Bir Duyguyla Yakar Hasretin...Dosya

Mehmed Sarı
620

ŞİİR


8

TAKİPÇİ

İçli Bir Duyguyla Yakar Hasretin...Dosya

İÇLİ BİR DUYGUYLA
YAKAR HASRETİN
- m.suphiye

Otobüs
her sabahın köründe
aşar gider aynı yolu,
düşüp, kalkıp, tırmanarak
dolanı dolanı, yokuş yukarı.

Sahilde çırpıntıları
kayalara çarpan suların
yol boyu zeytin ağacları,
ve tepelerde
keskin reçine kokan
bodur cam ormanları...

Plaka köyü
sanki bir Kürdistan dağının eteğindeki
ağustos gecelerinde yataklayan
koyun sürusü gibi
şafaklatır alaca karanlığı...

Ve güneş çıkıp gelir
aşarken otobüs dağın tepesinden
ıslak ışınlarıyla kızararak
tutuşurcasına Ege üstünden...

Üzüm bağları Markopoulo'da
incir ve fıstık ağaçları,
Izmir'in üzümü sanki
Aydın’ın inciri
fıstığı Antep'in,
Yol boyu gördüğüm hergünkü manzara
'zeytin ülkesi' Başaran'ın
Egenin öte yakasında...
Güneş sanki Mersin'de doğar
Akdeniz üstünden portakal rengi
bırakarak gerilerde
hüzünlü sislerini Gavur dağının,
Ve iner gözkapaklarıma
yıllar ötesinden gelip bastıran
ağır bir uyku gibi
sarı sıcağı Çukurovanın...

Ayaklarım bir başka diyardadır benim
beynim bir başka diyarda,
Ulaşılmaz bir sevdanın hasreti
bir onulmaz ayrılık yarası
zonklar durur kafamda...

Güz çiçekleri aynı açar,
Pürenlerin rengi, kokusu aynı
Aynı yapıda her şey,
Cıvıl cıvıl şehirler
sıcak kanlı insanlar
sularda balık aynı,
Aynı kokuyor hep
kekikler ve defne ağacları...

Güneş Çukurovada sarı sıcak
Pamuk topluyorlardır şimdi Çukurovada
dikenler dalayarak küçücük ellerini
okul çağındaki körpe kızlar.
Ve bir kanser yarası gibi
kemiriyordur anaların yüreğini
çadırda ağlayan bebelerin feryadı,
Pirinç tarlalarında
çamur- çaylaktır ırgatlar
sıtmalı, hasta,
Ve perperişandırlar
şehirlerin tozlu sokaklarında
yalın ayak çocuklar,
işsiz insanlar....

Güneş kızararak yükselir Ege üstünden,
Yüreğim bir köprüdür benim Ege üstünde,
Uzanır Aydın ovasına
Börklüce diyarının,
Koşturup gider ardısıra
ortakların anılarının
ak libaslı, al bir at üzerinde,
Ol diyarı hiç görmedim ben
ve hiç göremeyeceğim belki de...

Yüreğim bir köprüdür benim
uzanır Anadolu'nun altın sahillerine
içerek berrak mavisini Akdeniz'in
Antalya-Muğla üstünden
Silifke'ye, Mersin'e ve ötelere...

Taşucu limanında acı bir ağustos günü
katran bir çay ikramı düşman elinden,
Silifke terminalinde bir akşam üstü
iğrenç bir sırıtkanlık düşmanın dişlerinden,
Yokluklar, gariplikler ve yalnızlıklar ortasında
kara gün dostlukları
Klikya örenleri arasında
çadırsız çingenelerden...

Benim yüreğim,
kanayan bir çıban olarak kaldı
Silifke kalesinde,
Mut yaylasında Torosların
300 yıllık çınarların altında,
ve Sertevul geçidinde
yanan sıcakta
buz pınarlarının başında...

Sarı sıcağın burnuyla
kızarıp gelirken güneş
Akdeniz üstünden portakal rengi
karanlık bir dünyaya açtın sen gözlerini
doktorsuz, ilacsız
üç gece, üç gündüz sancıdan sonra.

Ne bezin vardı sarınacak
ne kundağın, maman, beşiğin.
Yine de çok şanslıydın gonca gülüm
'güneşin doğmadığı'
'kuşların yuva kurmadığı'
dağlarda da doğabilirdin,
Dört bir yanın düşman çemberinde,
Ölüm suratlı buzlar içinde
ve kara namlular hedef kovalarken
ananın ensesinde..!

Yüreğim bir köprüdür benim
Ege üstünden Amanoslara.
Amanosun öte yüzü Kürdistan
senin ana yurdun,
ya da ananın yurdu.
Bu yurdun adını biz söyleriz ancak
içli duygular içinde
keskin öfkemizle
kanayan yüreğimizden.

Adı söylenmez öyle
açıkça, uluorta
anayurdunun babayurdunda
unutma bunu!

Ve kendi toprağında ananın
senin anandan öğrenemediğin dil ile
yasaktır konuşulmaz,
Yasaktır gülünmez
ve okunmaz, yazılmaz

Amanosun öte yüzü Kürdistan
Kürdistan ulu bir çınardır
kökleri tarihin derinliklerinde,
Her dalında bir karganın sarayı
Her dalında bir zebani leş kralı.
Adı yasak
dili yasak
kendi köle
bir mazlumlar diyarıdır Kürdistan.

Kanayan bir yaradır yüreğimizde,
Kara bir lekedir alnımızda taşıdığımız
kahrolası haramiler yüzünden,
Benim dost yurdum,
s e n i n ananın a n a y u r d u
gonca gülüm
u n u t m a b u n u…

Yüreğim bir köprüdür benim
Serez'den Simavne'ye
Bedrettin yiğitlerince çıplak.
'saz sepetlerde balıklar'
ve 'kehribar üzümler'
Egenin bir yakasından öte yakasına
alır götürür yüreğimi
yakıp kavuran içli bir hasretle...

Konstantin şehrini hiç sevmedim ben
Bizans ve Osmanlı kokan çehresini hiç sevmedim,
Belki
o beni
kabul etmediği için,
Belki de,
seni o yerde
t e r k e t t i m d i y e...

Ekim 1981
Laurion

BİR YÜRÜYÜŞ EYLEDİLER ÇİÇEKLER
(SAÇLARI SAVRULUYOR BAŞAKLAR GİBİ)

Ardyanım külrengi sisler içinde
kaybedilmiş bir ülke,
Önümde sıcak ve rengarenk güneşli bahçeler
Yoğun bir gelincik istilası altında dereler, tepeler,
Alı, moru, akı, göğü, sarısı
donanmış köşe bucak bin bir türlü çiçekle,
Havada olgunlaşmış nar gibi bir günün
hasret kalmış yar gibi kucaklayışı,
Güneşin okşayan elleri tenimizde
Yemyeşilin orta yerinde
elvan elvan gönül pınarları,
Taptaze bir bahar,
Sanki toplumsal bir gün başlangıcı,
Sanki hiç kararıp gelmeyecek akşam,
Sanki ilk kez aydınlanıyor dünya
ilk kez başlıyor yaşam...

Gönlü kırbaçlayan esintiler yok
Uçuşan kelebekler gözükmüyor havada.
Yalnızca kaynıyor kanımda bir serüven
durdurulması olanaklı olmayan bir aşkla…

Her şey,
her yer çiçeğe kesmiş
türlü türlü cinsten,
türlü türlü kokudan,
türlü türlü renkten.
Güneş nerede belli değil
Gök masmavi
Toprak yeşil
Hava ılık
Fakat rüzgar esmiyor neden? ..

Uzaklarda dereler
Derelerden sular akıyor mu
bilemiyorum.
Uzaklarda tepeler
Tepelerin ötesinde ne var?
Tepelerin ötesi kış mı, bahar mı
seçemiyorum...

Tepelere doğru uzanan bir çakıllı yol
yürüyorum yol boyu
çiçek denizine doğru
yolun orta yerinden,
ve gözlerimi hiç ayırmadan
sürekli hedefini döven
bir namlu gibi menzilinden...

Ardımda bana benzeyen başkaları da var
Beyinlerinde ne saklıyorlar
bilemiyorum sağımda solumda
neden bir gölge gibi duruyorlar?
Bilemiyorum elleri boş mu dolu mu,
Bilemiyorum neden oradalar? ..
Peki nereden gelip nereye gidiyorum ben,
Ne zaman çıktım yola
Ve ne zamandır taban tepiyorum ulaşmak için
tılsım çiçeklerinin esrarengiz yurduna? ..

Elimde pankartım,
Dilimde
benim bile
zar- zor duyabileceğim
bir garip ıslık ezgisi.
Gözlerimde
bin bir renkte
güneş gibi parlayan çiçek dizgisi.

Güneş nerede,
Neden esmiyor rüzgar,
Soğuk pınarlar neden
benden
bu denli uzak,
Yakıyor sıcak yavaş yavaş
eriyor gözlerim buharlanarak...

Yolun orta yerinde
'yere saplı bir hançer gibi
dimdik' duruyorum
Ve kendi kendime soruyorum,
Yol mu sona erdi
yoksa dizlerimde derman mı tükendi?
Ama pankartım elimde
Yirmilik bir çivi gibi
mıhlamışım pankartımın sapını yere.
Güneş nerede
Neden duyulmuyor kuşların cıvıltıları,
Ya çiçeklerin görkemi işgal etti dünyamı
ya da ağaçlar tutup hapsetti onların şarkılarını...

Bir yılan akıyor kıvrılmadan karşımdan
İniyor tepelerden derelere
çıkıyor derelerden tepelere,
Uzuyor, uzuyor, uzuyor durmadan,
başı bana yaklaşıyor
haber yok arkasından.
Yılan bir ırmak oluyor sonra
akıyor masmavi
akıyor ince belli
alev yeleli
yabani bir tay gibi.

İniyor tepelerden derelere
Çıkıyor derelerden tepelere
Çağlamıyor, köpürmüyor, dağılmıyor suları,
Aşıyor tırmanarak yamaçlardan
Koşuyor düşe kalka çukurlardan
İnletiyor koyakları gök gürültüsüyle
Sürüklüyor ardı sıra
tufan kalabalıklarınca dağı- taşı...

Çiçekler dalgalanıyor yerinde
Ama esmiyor rüzgar
ve kavuruyor sıcak
tozlu yolun ortasında gövdemi.
Gözlerim ışığa kesmiş
bir türlü göremiyorum güneşi.

Yüzlerce sıralar halinde
yekinip yürüyor çiçekler,
karanfiller
gelincikler
nergisler...
Yaşam iksiri gibi tütüyor çiçekler,
leylaklar
güller
sümbüller...

Gelin alayları gibi beziyorlar tepeleri,
menekşeler
yaseminler
çiğdemler...

Dal dal uzuyorlar göğe doğru
Kilim gibi kaplıyorlar toprağı
Esans gibi siniyorlar havaya,
Yerden mi sekiyorlar
Gökten mi uçuyorlar
Sellercesine çoğalıyorlar her adım başı
dev gibi büyüyorlar her nefes alışta...
Adımlarını ağır atıyorlar
Yaklaştıkça derinleşiyor gözleri
Havada rüzgar yok
Güneş nerede belli değil,
Dalgalanıyor saçları denizlerce
Ateşler yanıyor alınlarında
Dökülüyor gözlerinden ışıklar yıldızlar gibi...

Böceklere ne oldu
görünmüyorlar ortada
Nereye gitti kuşlar
bırakıp şarkılarını ağaçlarda.
Yanımda bana benzeyenler vardı hani
Yok olup gittiler gerilerde
Toz gibi dağılarak sisler içinde.

Ve şimdi ben
yapayalnızım
bir tozlu yolun orta yerinde...

Pankartım her zaman elimde dimdik
Pankartıma ne yazmışım hatırlamıyorum,
Pankartım onlar için kuşkusuz
Onları yücelten bir belgi
belki
pankartımdaki,
Belki de karanlıktan firarımın belgesi.

Yakıp kavuruyor güneş,
İri ve ağır adımlarla
yaklaşıyorlar durmadan,
Ateş veriyorlar yüreğime
ellerime
yüzlerime
gözlerime ateş!
Rüzgar esmiyor
Fakat saçları
ırgalanıyor havada
buğday tarlaları gibi.
Savruluyor sırma sırma, tül tül
savrulup yanıyor alev alev elleri...

Bölük bölük çıkıp geliyorlar ayçiçekleri
Akıyorlar ırmaklarca
Yakıyorlar kalbe düşen ilk sevdalar gibi,
Meltem gibi esiyorlar
Yaklaştıkça renkleniyor gözleri...

Onlar devleşip yaklaştıkça üstüme üstüme
Ben küçülüp uzaklaşıyorum sanki
tozlu yolun gerilerine.
Sanki güneş mekan kurmuş tam ense köküme
yanıp kavruluyorum.
Üstümden silindir geçmiş gibi yapışmışım yere
Kaynar bir ter boşanıyor her yanımdan
korda kalay gibi eriyorum...
Toz- toprak içinde yapış yapış tenim,
Sel sularınca gürül gürül terim
Şiddetli bir toz istilasında
bayır bayır yanıyor gözlerim...

Gelip başıma dikiliyor ön saftakiler
Konuşmuyorlar hiç, dilleri yok sanki
Sanki "dilsizler" bunlar.
Neden başımı kaldırıp
bakamıyorum gözlerinin içine?
Suçlu muyum yoksa onlara karşı?
Düşünüp bir yanıt bulamıyorum.
Neden sıvışıp gitti benimle yola çıkanlar?
Ben niçin koydum serimi bu yollara?
Ben niçin teptim bunca tozlu yolu?
Niçin
onları selamlamak için
kutsal bir bayrak gibi taşıdım kollarımda
elimden hiç yere düşürmediğim pankartı? ..

Garip bir anlatım var yüzlerinde
Başlamadan bitiyor gözlerinin anlamı
Yabancı bir nesneye bakar gibi bakıyorlar bana,
Tekrar tekrar okuyorlar pankartımı,
İki çelik mengene el yapışıyor omuzlarımdan
Tutup kaldırıyorlar yerden
Tatlı bir serinlik yayılıyor üzerime
Yanıyor gözbebekleri kıvılcımlanarak,
Çeviriyorlar başlarını günbatımına...

Bakıyorum dört açıp gözlerimi
Güneş akşam kızıllığı içinde
kocaman bir kan portakalı gibi
salınıp kalmış ufkun üstünde.
Dalgalanıp uçuyorlar
güneşe doğru akın akın
Saçları savruluyor havada,
Esiyor rüzgar serinleterek efil efil,
Bir demet gül oluyorlar,
bir demet kızıl karanfil...


Melbourne
Aralık 1993

KARAKIŞIN ORTASINDA
ONBEŞ KIZIL GÜL

Karakışın ortasında
karanlık bir geceydi,
Ocak ayının yirmi sekizi
bin dokuzyüz yirmibir,
Onbeş gök çiçeği
onbeş sevda neferi
küçücük bir gemideydi.

Karanlık bir gece
ortasında karaköpüklü suların,
Yıldızlar parıl parıl önlerinde kuzeyde
Bir ala şafaktır sökmüş gelir önlerinden kuzeyden
Arkaları kış kıyamet güneyde
binbir çeşit puşt tuzakları güneyde
dört yandan uluyarak saldırır kara kurtlar
dört yönleri sarılmış kara namlularla,
Yapraksız kuru bir daldaydılar
kara sularda karanlıkla kavgadaydılar...

Karanlık bir geceydi
onbeş sevdalı yürek çekildi dara,
Onbeş çırpınan yürek gömüldü
geride binlerce kanayan yürek bırakarak
kanlı karanlık sulara...

Ne zaman anımsasam bu kanlı suları
zulüm gelir aklıma
kan uykularda
yoksulları tırpanlayan,
Kalleş katliamlar gelir dağ başlarında
ve soykırımlar, kasapça halkları boğazlayan.

Aç ve çıplak çocukları Anadolunun
yoksulları, işsizleri, sürgünleri
sefil edilmiş insanlar gelir aklıma
toz toprak içinde
çamur kar içinde
lime lime üstleri
bin yerinden kanayan yürekler gibi
emsiz, umarsız, yara bere içinde
ölüm çukurlarından bakar gözleri...

Ne zaman anımsasam bu kara dalgaları
darağaçları gelir aklıma
dizi dizi insanlar sallanan
kale kapısında Diyar-ı bekirde,
ve Dersimde
zincire vurulu canlar,
1 Mayıs meydanları
işkence odaları...
Sonra kanlı sularıyla Munzur
kömür ocakları
demir yolları
ve de sınır boylarında rivayet sanılan
dom dom kurşunları...

Ne zaman anımsasam bu kalleş saldırıyı
önce burkulur içim
koyu bir kan sıçrar beynime
yürek kabarır,
“Dişe diş” derim “silaha silah”
Gösteriler
daha hızlı döver asfaltın bağrını
beyinler uykuda daha uyanık
ve grevler militancadır..!

28/1/1988
Melbourne

TARİHİN EN BÜYÜK ESİR ULUSU
Olanağı yok seni anlatmanın
Derdin,
çıplak dağların gibi kararır durur
kaplamış koca bir diyarı.
Acın okyanuslarca derin,
Tanyıldızınca yüce ve aktır özlemin...

Anlatımın olanaklı değil senin
Kara yazılarla dökülemezsin ak kağıda,
Resmedilemez
kum deryalarına benzetilerek
özgürlüğe susuzluğun,
Yazı yeterli değil
çizgi yeterli değil
yeterli değil söz seni anlatmaya...

Sen koca bir halksın
varlığı inkar gelinmiş
ve özgürlüğü çiğnenmiş
kurtlar ve sırtlanlarca,
Hesabedilen
20 milyon diye
30 milyon diye,
belki de daha fazla…

Uzun ve karanlık bir yoldan geliyorsun bugüne,
Diken üstünde konaklıyorsun kendi bahçende,
Kırbaç altındasın kendi evinde,
Dertlerin tarif edilemiyor
tarif edilemiyor acın
tarif edilemiyor çektiğin çile...

Sen koca bir halksın
kökün tarihlerce derin,
Kırbaç altındasın beylerince,
Kıskaç altındasın çapul taburlarınca.

Düşmanlar kaplamış dört bir yanını
Dilin kilitli,
Kelepçede ellerin,
Ayakların prangada…

Kahrın en büyüğünü sen taşıdın sırtında
Zulmün en iğrenci sana reva görüldü
Utancı seninle yaşıyor çağdaş dünya
Talan bıçaklarıyla parçalandı vatanın,
Zehir bombardımanına uğradın bir tek sen
Yirminci yuzyılın son çeyreğinde
Halepçe'de....

Olanağı yok seni anlatmanın
Bir- beş değil senin düşmanların,
Çirkef, kalleş ve sırıtkan
Zalimlerle kaplı dört- bir yanın...

Başlangıcı belirsiz bir yoldan geliyorsun- karanlık,
Her adım başı yolunda bir kahpe pusu,
Her adımda bir bıçak sırtına saplanan.
Yılan- çiyan içindesin
düşmanlarla haşir- neşir
tam orta yerinde dunyanın...

Olanaklı değil seni anlatmak kelimelerle
Ancak yürekten okunabilir sevdan,
Ancak yürekte parlar
umudu gelecek günlerinin,
Ve ancak
yüreğimi kanatarak
çizebilirim ben
acını, kavganı ve sevdanı senin...

Sen bir koca halksın
sen bir öksüz welatsın
çöllerce susuz,
dağlarca sarp ve yalçın
düşe kalka yürüyen
karanlık gecenin sonuna doğru...
Ve ben,
sol göğsümün orta yerine
tırnaklarımla kazıyorum ki şunu:
Mutlak olarak dinecektir acın
Gelecektir uzak değil
bu kara gecenin sonu,
Özgür olacaktır Kürdistan
ve tarihin en büyük esir ulusu...
Nisan 1988

YOLUNA BAŞIMI KOYMUŞUM

Sevdamın kızıl çiçeği
kavgayla gel, barışla gel,
Yaşamam senin yüzünden
ölmem, öldürmem, kavgam
Yoluna başımı koymuşum
Yokluğunda kahrolmuşum,
Sensiz güzellik olmuyor
Sensiz dünya kapkaranlık
Sensiz bahar kış-kıyamet
Aç karınlar sana hasret
İşsiz eller sana hasret
Alınteri, çorak toprak
esir halklar sana hasret
..........................
Yoluna başımı koymuşum
Kavgayla gel, döğüşle gel,
Kabarsın toprağın bağrı
Oynasın ellerde alet
Yırtarak gecenin gözlerin
şafak vakti güneşle gel..!

Temmuz’75
Andırın
YARIN İÇİN

Dağ yerinden oynar
deniz kabarır,
Tutuşur yüreği
kurtuluş özlemiyle
zincire vurulu aslanların,
Siz destanınızı
kendi dilinizce söyleyende...

Toplanır saflarınızda
şehirler- köyler,
okullar- tarlalar,
işlikler- atölyeler
Yırtılır bağrı göğün,
Şimşekler çakar beyninde
emeğe el koyanların
siz kavgaya girende...

Ne hastalık kalır
ne çıplaklık,
Ne işsizlik kalır
ne açlık,
Kabarır toprağın bağrı
ağac meyveye durur,
Giyinir kızıl gelinliğini
körpe bir kiz gibi vatan,
Yağar üstümüze mutluluk
Yıldızlar iner gökten
siz karanlığı yenende...

Öyleyse yaşamı yaratan kuvvet
Öyleyse güneşin kızları- oğulları
Öyleyse kahrın ve cefanın işçileri

İndirin şalteri
çıkın sokağa
elinizde bayrak
yer- gök inlesin!

Balyoz ayaklarınızı
vurun toprağa
karşınızda düşman
tir tir titresin!

Sesiniz gür çıksın
adımlarınız sert,
Kırın kollardaki
paslı zinciri,
Ateşleyin öfkenizi
atılın öne
Karanlık günler
yok olup gitsin!

Aralik 1991

UZAKTA KALDIN
Uzakta kaldın
kavak yaprağındaki akşam yeli,
ceviz tomurcuğu baharın,
çam kokulu dağ pınarı
uzakta kaldın!

Uzakta kaldın
esmer ekmeğim
acı maden suları
kekikli koyaklar
buğday tarlaları
..................
Yıldızlı yaz gecelerinde
nice bitmez yolculuklar içinde
uzanıp üstüne uyukladığım
nadaslı toprakları kurak ovaların,
Firez kokuları yağmur sonrası
uzakta kaldın!
Şimdi gözlerimde
duman dumandır tozlu yolların,
Yağmurun, çamurun, fırtınan, karın.
İçimde
kara bir uçurum gibi
derinleşiyor hasretin
Aç ve çıplak çocuklar
kahırlı yorgun insan yüzleri
ve haydutlar elinde
talan edilen yurdum,
Feryadın
okyanusları aşarak gelip oturur yüreğime
Dilimde çıban gibi kanıyor adın,
Kızıl gülüm
nar çiçeğim
kara sevdam
uzakta kaldın!

Nisan 1988

ŞAFAK
Sökmeye başladı şafak
Işıtarak
halkın kara bahtını,
Gelincik tarlalarınca
açacaktır az sonra
sınıfın elinde kavga bayrakları,
Çıkacaktır kovanından kızgın arılar
Durdurulamaz tarihin dönen çarkı
Karartamaz kara bulutlar
gelecek günlerin kızıl aydınlığını.

Örste balyoz gibi patlayacaktır öfkemiz
Aralayacaktır bahar güzel günlerin kapılarını,
ağarıyor tanyeri
söküyor şafak
parçalayarak
kara kışın kafatasını.

Selam sana uyanan dev
Tümünüze bin selam
gözlerini güneşe açan oğullar kızlar
Selam size beyni ve yüreği gelecekte olanlar...

Ağustos 1989

SORGU

“Doğarsın sorgudur başlar
Doğmanın hesabı sorulur”
Bebek açım diye ağlar
Feryadın hesabı sorulur

Sen köleydin o efendi
Sen ürettin onlar yedi
Ararsan bunun nedeni
İsyanın hesabı sorulur

Ömrün oldu kara gece
Zindan, sehpa ve işkence
Sen okuyup düşününce
Kitabın hesabı sorulur

Köle, rencber, proleter
Azınlık çoğunluğu ezer
Alın terimiz içenler
Bunların hesabı sorulur

Temmuz 1990

SENİ DÜŞÜNDÜM
Yoktu yiyecek ekmeğim
Soğuktan kitlendi dişim
Çatlayıp kanadı elim
Ben yine seni düşündüm
Can yine seni düşündüm

Yolsuz kaldım dağ başında
Karda, yağmurda, kışında
Seni aradım düşümde
Ben yine seni düşündüm
Can yine seni düşündüm

Kapıları kırdı rüzgar
Umutları çürüttü kar
Acından öldü insanlar
Ben yine seni düşündüm
Can yine seni düşündüm

Her tarafta soğuk, tipi
Gece kararttı içimi
Işık yaptım gözlerimi
Ben yine seni düşündüm
Can yine seni düşündüm

Aralık 1975
Çaldıran

KÜÇÜĞÜME GÜZELLEMELER
E. Nejat'a

1

Fırtınalı bir yağmur sonrası
dağıtarak azgın bulutları
doğan güneşimsin...

Karakışın göbeğinde
doğanın kuytu bir yerinde
patlayan çiçeğimsin...

Islak ilk yaz sabahlarında
uçuşan dostun bağında
sevda kelebeğimsin...

2

Yaz yağmurum
Kar çiçeğim
Tomurcuğum

Zeytin dalım
Seher yelim
Güvercinim

Yanan günüm
Kutsal kavgam
Baharımsın

3

Ne bilsin mutluluğu
yorgun kollarında
uyutmayanlar seni..

Ne bilsin güzelliği
lacivert gözlerini
seyretmeyenler senin...

Sen benim
geçmişim ve geleceğimsin,
sen benim gözbebeğimsin...

Ocak 1989

İŞ DÖNÜŞÜ

Ayaklarım taşıyamaz olmuşlar gövdemi,
Demir dövmüşüm demirhanede
şafaktan gece yarısına dek,
aç karnına, susuz, sigarasız
hayalimde ekmek...

Ayaklarım taşıyamaz olmuşlar gövdemi
Demir dövmüşüm, ne dur, ne durak,
Kollarım iki yanımda dermansız sarkarak,
Beynimde hep zonklaması
örse inen balyozun,
Gözbebeklerimde alevli çıngılar,
Ter yakıyor patlayan ellerimi,
Tabanlarım sızım sızım
Ayaklarım taşıyamaz olmuşlar gövdemi.

Nisan 1972
Kadirli
GÜNEŞ YÜZLÜ YARIN
Seni sordum,
eşkiya geçmez
kuş uçmaz
buz salkımlı
kaya kovuklarından.

Seni sordum,
derin uçurumlardan,
ve başı bulutları delen
dağ doruklarından.

Sonra göçe göçe,
sonra sürüle sürüle
padişah fermanlarıyla
ve de general buyruklarıyla,
eski ve uzun bir tarih öncesini andıran
yıkık- dökük konutlardan.

Konusmaz hiç birisi,
dili yok ıssızlıkların
dili yok karanlığın
dili yok ölüm yüzlü kayaların.

Dağa- taşa, kurda- kuşa
sorarım her bir şeye,
yitip gitmez bir an olsun bilirim,
bırakmaz gözlerimi karanlıklarda
beynime kazınan inancın,
bir kıpkızıl gül olur
açar yüreğimde tomurcukların.

Elim tetikte beklerim seni
kulağım çığlıklarda,
ıssız kalmayacak nöbet yerim
uğrar elbet günün birinde ülkeme
fırtınalı bir kavgayla
görkemli alaylarla
gecenin sonunda alli gelinin...

Meydanlarda beklerim seni
öfkeli gösterilerle,
tarlalarda beklerim ellerm başak,
fabrikalarda karıyorum harcını
akan kanım helal olsun uğruna
güneş yüzlü yarınım,
helal olsun tüm emeğim...

Eylül 1990

GÜNEŞ ANA

-Ferideye

Yırt gözündeki perdeyi
Işığı kucakla getir,
Bekleme kimseden yardım
Karanlığı kov kapından
Cıvıll cıvıll yarın için
Nefer ol kendi davana
Düşünü sabaha indir
Altın başak çocuklara
Ak göğsünden güneş emzir.

Mart 1998

ETİYOPYA DESTANI

1

Bugün yeni bir gün doğuyor
Haydın be canlar
ayağa kalkın,
Darısı başımıza diye,
darısı başına bütün halkların.

Bugün mutlu bir gün doğuyor
Kızıldenizin ufkundan,
Haydın be dostlar
halaya durun,
Çatlasın yüreği köleci kurtların
çatlasın ortasından..

Yeni bir yaşam doğuyor
kanaya kanaya
Yeni bir ufuk aydınlanıyor
şafağın kan kızılında
Bre dostlar kalkın ayağa
Yakıp yıkarak zulmün dünyasını
Sarıp onararak yoksulluğun yarasını
açlar ordusu ekmeğe yürüyor
özgürlüğe yürüyor yoksul tabaka…

Yeni bir gün doğuyor
Bugün bayram bizlere
müjdeler olsun bayram,
Kükrüyorlar boz bulanık sellercesine
Kükrüyorlar
afrikanın abanoz tenli aslanları
Selam onlara binlerce selam…

2

Biz hep sizinleyiz
Etiyopyanın yağız yiğitleri,
Eritrenin
Tigrenin
Kartalları
Sizlerin yanınızda olacaktır hep
tüm dünyanın yoksul yetimleri.
Biz hep sizinle olacağüız kardeşler
beynimiz ve yüreğimizle,
Hep sizing yanınızda kalacağız
ışıttıkça özgürlük ateşi
Etiyopyanın karanlık gecelerini…

3

Ben hiç coşmamıştım böyle
yol verip sevdamın kanlı sularına,
Hep acılarla burkulmuştur yüreğim
ülkemde işkence feryatlarından
ve hayasız saldırılarından
dilimle konuşan düşmanın
yurdumun mazlumlarına.

Hiç hızlanmamıştı böyle benim
kalp atışlarım heyecandan,
Ağıtlar yaşadım bugüne kadar
çirkinlikler, kalleşlikler yaşadım
yarası yüreklerde kanayan,
Ve alçaklıklar yaşadım
halkım üstüne oynanan.

Ben hiç sevinmemiştim böyle
ölümün pençesinden sıyrıldığımda,
Kavuştuğumda ciğerpareme yeniden
uzun ayrılıklardan sonra,
Hiç sevinmemiştim böyle
çocuk cıvıltıları gibi
anımsayabildiğim hiç bir anımda…

4

Nasıl dile getireyim duygularımı
Nasıl resmetmeli bu al aydınlığı
Etiyopyalı emekcinin kendi rengiyle
Nasıl haykırayım ben bu destanı

Ölümden doğan yaşama benzer
Zifiri karanlıkta ateşe benzer
Bahar sabahında güneşe benzer
Nasıl haykırayım ben bu destanı

Kükreyip kırayım zincirlerimi
Akam bozbulanık, yıkam bendimi
Şafakta patlayan fırtına gibi
Nasıl haykırayım ben bu destanı

5

Ben hiç mutluluk tadmamıştım
bu ana kadar,
Hep buruk bir hıçkırık
mekan kurmuştur gırtlağımda,
Cefalar yüzünden görülmeyesi
Ayrılıklar yüzünden
Dargınlıklar yüzünden
…………
Gözlerim ağlardı, gönlüm kanar…

Hiç alevlenmedi bugüne dek böyle
damarlarımda dolaşan kırmızı sular,
Hiç yıldızlarla kucaklaşmadı gözlerim
sere serpe uzanarak gök kuşağının altında,
Hiç güçlü duyumsamadım kendimi
bugüne dek bu denli böyle
sınıf düşmanımın karşısında…

6

Nasıl anlatayım seni,
nasıl çizeyim rengarenk
allı, morlu, yeşilli
patlayan tomurcuğun coşkun sevinci
çiceğe durmuş meyve ağacı
yaşam kavgasının sıcak güneşi
nasıl haykırayım seni..
Nasıl anlatmalı dosta düşmana
nasıl şahlandı da ölüler böyle
bir yürüyüş eylendi şafakta nasıl,
açlığa inat, inat ölüme...

Işığın kör edecektir buna eminim
gece sultanlarının gözlerini,
Ve coşkun akan seller gibi
durdurmak olanaklı olmayacak seni!

EKİMDİ

Ekimdi
Işıtmak için yaşamın karanlık çehresini
Dünyanın ensesinde ayağa kalktı onlar
Ellerinde dalga dalga kızıl bayraklarla.

Ekimdi
Kurşun geçmez bir sonbahar gecesiydi
Tutuştu gözbebeklerinde alevli yıldızlar
Yürüdüler üstüne sömürünün
Yürek ve silahlarla..

Ekimdi
Sarsıldı dünya
Sarsıldı sermayenin kanlı egemenliği
Boşandı bendinden coşkun ırmaklar
Temizlendi zulüm kanlı sularla...

Ekimdi
Önlerinde lenin vardı ve parti
Kaldırıp başını kükredi kalabalıklar
Yıkıldı zulmün sarayı patlayan volkanlarla....

7/11/1990
Melbourne


DARA DÖNÜŞÜR

Gönlümü kaptırdım ben bir güzele
Yanar yalım yalım kora dönüşür
Güzelin kucağı bir gül bahçesi
Güllenir allanır nara dönüşür

Zifir karanlıkta ışıtır beni
Tipide boranda ısıtır beni
Sevdası kavurur tüm bedenimi
Dağın doruğunda kara dönüşür

Acısı, umudu döner başımda
Sanki gerçek gibi durur karşımda
Sevdasın büyütür kanlı yaşımda
Gülistanda zalim dara dönüşür

Aralık 2002
BİR DEVRİM TÜRKÜSÜ

Biz açlığın ocağını ateşe verdik,
Yanıyor cayır cayır utancı
alnımızdan okunan sefaletin,
Tırpan çaldık köküne
alınterimiz üstünde yükselen
kapitalist cennetin...

Kaçıyorlar halkın intikamından
kanlı ölüm tüccarları
bırakarak ardında tacını, tahtını
kuduzun güneşten kaçışı gibi,
Ve daha kaçılacak
çok delik arayacaklar
devrimin yakan ateşinden
karanlık düzenin
kara gömlekli bekçileri...

Biz sefaletin ocağını ateşe verdik
ateşe verdik zulmü, talanı
egemen kılmak için yeryüzünde
emeğin yüce adaletini,
Yerle bir etmek için
sömürünün saltanatını,
Ve indirmek için suratına
sosyalizm döneklerinin
çalışıp yaratanların
nasırlı tokatını...

Biz soygunu ateşe verdik
ateşe verdik sömürüyü,
Bugünün kölesi,
yarının özgür insanları tüm emekçiler
kol kola omuz omuza
ağartmak için alnımızın kara yazgısını,
Ve tepeleyip çöpe atmak için
paranın kokuşmuş dünyasını..

Zulüm bitecek artık
açlık, soygun, sefalet
ve yüzkarası cehalet
bitecek,
Kavga döğüş bitecek artık
ırklar, uluslar, halklar arasında,
Saptandı bir kere namlunun hedefi
saptandı dost-düşman
yakalandı özgürlüğün tadı,
Çalışıp yaşayacak herkes
sevgi dolu bir dünyayı...

Biz karanlığı ateşe verdik
Işıtacağız ufkunu kara bahtımızın
Ateşe verdik zulmü ve soygunu
Kovacağız üstünden tüm dünyanın...

Ekim 1988
Melbourne

BİN YILI BİR GÜNDE
YAŞAYAN İNSANLAR
-Tutsaklardan ‘özgür’lere

Hiç işkence gördünüz mü siz?
Kanlı irinler gibi aktı mı hiç
gözbebeklerinize zulmün karanlığı?
Vampir dişleriyle daladı mı
körpe yüreklerinizi ölüm...?

Hiç işkence gördünüz mü siz?
Biz gördük!
Zulmün kırbacı inerken halkın çıplak sırtına
Parçalanırken kol gücümüz çarklar arasında
Kara kilit vurulurken diline halkların,
Karşı durduğumuz için zulmüne
sultanların kanlı saltanatının,
Karşı koyduğumuz için utancına
yobazların küflü karanlığının,
Lime lime olmuştur sırtımızda şövalye kırbaçları
Zindanlar yıkılmıştır fırtınalı suskunluğumuzdan
Ve yağlı urganlar
ve cellat kılıçları
ve giyotinler
çürüdü ense kökümüzde ağırlığıyla kahrımızın...
Hiç mezara konuldunuz mu siz
öldürülmeden önce
ve betonlanarak diri diri?
Güneşin batıp da doğmaması
ne anlama gelir bilir misiniz?
Ve gidip gelmek ölümle yaşam arası sürekli,
Çığlıklar duydunuz mu
kıldan ince kılıçtan keskin
kör bıçak gibi parçalayan beyinlerinizi...

Hiç işkence gördünüz mü siz?
Biz gördük!
Zulüm ayrılmadı başımız üstünden bir an bile
Durmadı kanaması tabanlarımızın tarihler boyu
Karanlığı gözbebeklerimizle
yırtarak geldik bugüne,
Bin yılı bir günde yaşayan insanlar derler bize...

ANAMIZ ELDEN GİDİYOR
1

Yaşanılamaz hale getirildi dünyamız
Kanımız ve terimizle yeşerttiğimiz toprak
vıcık vıcık plastik, vıcık vıcık karbon,
ve yığın yığın ellerinde ölüm tüccarlarının
öldürmek için yaşamın rahmini
atom, hidrojen, nötron...

Elmalar al al değil artık dallarda
Yaprağın yeşili sevimsiz, kuru,
Sürüngenler gibi denizde balıklar
Kasapta et, manavda sebze vıcık vıcık
Ve kapkara yağlı zift denizlerin suyu...

Güneş vurmaz oldu penceremize
her sabah altın ışınlarıylan,
Çiçeklerin kokusu zehir zemberek
Deniz kıyıları vıcık vıcık
lağım ve kimyasal atıklardan...

'Kuytuda başak' güzelliğini yitirdi çoktan
genç kızların ceylan endamı.
Bahar kuşlarınca cıvıl cıvıl değil
beş yaşında ergin olan
kocaman çocukların şakıyışları...
Vıcık vıcık hormon,
Vıcık vıcık kozmatik
ve aids, ve kanser ve ozon...

Yaşanılamaz hale getirildi dünyamız
el sürülen hersey vıcık vıcık,
Toprağın altı ve üstü
Denizin dibi ve atmosferin içi,
Çöplüğe döndürüldü yağma hırsından
güzeller güzeli yeryüzü...

Sonra gökdelenler ve beton yığınnları
olanca ağırlıklarıyla tepemizde,
Arşı delen gaz bacaları,
silahlar, ışınlar, mikrop bulutları...
Ve dolar zulmü:
Gangsterli, demir ökçeli, nükleer silahlı...

Yaşanılamaz hale getirildi dünyamız
Aklımız ve kol gücümüzün eseri,
donatıp süslediğimiz soframız,
çocuk geleceğimiz...
düşümüz, umutlarımız...
Haydutların kırbacı altında
göz göre göre yok ediliyor anamız! ...

2

Karanlığın ortasında
elleri boş, çaresiz
beyhude haykırışlarla
ve hırpalanarak
eli silahlı resmi uşaklarınca suçlunun
aydınlığı yaratmak olanaklı olmayacak,
Korumak yeşili
gökleri mavi
ve suları berrak tutmak
olanaklı olmayacak..!

Suları kim zehirliyor kardeşim
Kim koparıyor denizin dibinde
nükleer kıyameti,
Kimin eseri sırtımızdaki yaralar
Kimin adına işleniyor hergün
resmi ellerce bunca cinayet,
Kim solduruyor tomurcuklarımızı
Kim zehirliyor havamızı
Kim karartıyor yarınlarımızı
Kimin eseri kardeşim
yazın ortasında bu kış kıyamet..!

3

Suçun failini bilmek gerek önce
Kesmek suçlunun kolunu omuzdan
ve suçlunun resmi kurallarını
çiğneyerek
yürümek
kavga meydanlarına,
Bu sosyolojik yasa hep böyle işledi
insanlık sınıflara bölündü bölüneli,
Yaşanabilmesi için geleceğimiz
yeşermesi için toprak yeniden
temizlemek için yeryüzünden
kasaları ve bekçileriyle birlikte
anamızı kirleten pislikleri..!

Haziran 1989

ANA YURDUM

Güneşimiz havamızsın
derdimiz ve devamızsın
bin yıllardır ağlamışsın
acı günler bitmez sende
sarı sıcak
kış kıyamet
açlar yurdu
ana yurdum.

Sırtında keneler bitler
kan emici parazitler
yakanı bırakmaz dertler
ateş yakmışlar sinende
her türlü dert
vurgun afet
sahipsiz yurt
ana yurdum.

Yeşerecek bayırların
boş akmayacak suların
kovulacak düşmanların
güleceksin biz gelende
hak hürriyet
iş ve ekmek
bağımsız yurt
ana yurdum.

Nisan 1971Haruniye

1 MAYIS

Bizimle başlar mayıs
bugün bizim günümüz
yüce emek ordusunun günü,
Biz doğarız bugünde
ışırken ufku gecenin
fırlar öfkemiz düşman üstüne
çılgın bir ok gibi,
Yıkıp bendini
taşar kanımız
çağlaya köpüre
öfke sellerince
boz bulanık ırmak gibi...

Bugün bizim günümüz,
Yapıp yaratanların
üretip aç yatanların
ve karanlığa
kafa tutanların
kızıl bir gül okşarcasına
yaşamın nabzındadır elleri.

Sökün eyler güneş denizine
her yanından dünyanın
mayıs gelende
sarı, siyah, kızıl ve ak
rengarenk sıralarla
kabarıp dalgalanarak
yedi iklim dört bucağın emekçileri...

Mayıs bizim günümüz,
Biz hep
yirmi yaşımızın
gürbüz yiğitleriyiz mayıslarda,
Bir önü alınmaz sevdadır sarsan yüreğimizi
Kulaklarımızda uğultusu dönen çarkların
Ayak altımızda kabarır toprağın sinesi,
Biz hep
genç kalacağız mayıslarda
yirmi yaşında
tunç bilekli delikanlılar
ve selvi boylu kızlar gibi...


1 Mayıs 1988
Melbourne

YALVARIŞ

Değirmen taşı gibi sırtımda
ağırlığı senin sorumluluğunun,
Büyü be çocuğum çabuk büyü
Çekilmez oldu bu çileli
rezil yaşam çoktan,
Biraz daha sürerse bu böyle
ya firar bekliyor beni ya da isyan..!

Şubat 1998

SON SÖZ

Bin yılı bir günde yaşayan insanlarız biz
Ölüme gülerek giden kahramanlarız biz
Dünyanın bütün ülkelerinde
birlikte çarpar yüreğimiz
İşçiyiz, aydınız, emekçiyiz, genciz
Yıkılacaktır paranın kanlı saltanatı
Zulmü yeryüzünden sileceğiz biz..!

Ekim 1991
Melbourne

AYAKTAYIM 3000 YILDIR

Ayaktayım 3000 yıldır
Demiri ilk döğenlerdenim ben
toprağı ilk sürenlerdenim
bu ovalarda
yanardağlarla yaşıtım
süphanın buzullarında daha ayak izlerim...

Artosun göğsüne
yol döşemişim herkesten önce,
Önce çıkmışım Nuhun gemisinden
Araratın tepesine,
Ve govende durmuşum eşiğinde
allı, yeşilli, sarılı
yüzlerle, binlerle
kızlı, kızanlı...

Ayaktayım 3000 yıldır
Daha kor ateştir
yüreğimde körüğü Kawa ustanın,
Dehakın sarayını ben yıkmışım
Nemrutun surlarını ben,
Çadır kurmuşum zozanlara
ve sürü otlatmışım önce herkesten...

Ayaktayım 3000 yıldır
dişimle tırnağımla karşı koyarak
zalimin zorbalığına,
Hiç kimseye saldırmadım ömrüm boyunca,
Göz dikmedim hiç kimsenin taşına, toprağına,
Dağlarım benim olsun istedim yalnızca
sularım benim olsun
Girmesinler bağıma, bostanıma
çöl ve bozkır bezirganları
develeri ve atlarıyla...

Ayaktayım 3000 yıldır
sahte Napolyon markalı çakallar
topunuza tüfeğinize karşı
yumruklarımla çırılçıplak,
Yeke yek olsun isterim kavga
-yiğitlik budur
düşmanca mert olsun düşmanım,
Kalleşliği hiç koymadım
ben kapımdan içeri
kalleş pusularda akarken kanım...

Ayaktayım 3000 yıldır
Zulmun saltanatı
yıkılmaya mahkumdur bunu bil,
Yanardağlarla yaşıtım
durup durup patlar içimde küllenen volkan,
Kölelik sonsuza dek sürmeyecektir bunu bil,
Yokolup gittiler tepe takla
tarih tanıktır
tanıktır dağlar, ovalar,
Mazlumların ayakları altında
kirli çukurlara birer birer
kanlı hanedanlar...

Ayaktayım 3000 yıldır
Son kavga yaman olacak inan buna,
Ateş basacak dağları ovaları
ateş basacak günü, ayı, yılları,
Toplanıp geliyorlar bak
balyozlarıyla alay alay
demirciler pirinin çırakları...

Tutuşacağım her bahar
yalım yalım,
Patlayacağım yanardağlarca
gümbür gümbür,
Boz bulanık akmaya fırat fırat,
Yükselmeye güneşli göklere
al kanatlı kartallar gibi.
Daha kor ateştir yüreğimde
Kawa ustamın körüğü
Gücü yetmez
bunu söndürmeye
işgal kıtalarının,
Gücü yetmez
ahret ve aşiret ağalarının...

Aralık 1991

TAŞ YÜREK
Bir duygu küpüydü
kendi yüreğine sığmayan,
Küllenmiş aşk közüydü
kara bağrı için için yanan,
Okunmazdı alnından
yarınki günlerin hiç bir gizi
Bir sevda oduydu
yalımlı dostluklar için kanayan.

Doğarken değil herkesce
sonradan ağladı
yaşamın dikenli yollarında
ekmek diye, iş diye.

Derindi dertleri
büyük ve kalabalık
okyanuslar kadar,
Bir iflah etmez sevda
tutuşmuş yüreğinde
alev alev yanar.

Yaşamadı hiç çocukluğunu
Daha önce başladı okuldan
arşınlamaya gurbetin yolunu,
Koşturup durdu ömrünce
ekmeğin ardısıra,
Acıyı nakış nakış dokudu yüreğinde
Sevdayı satır satır doldurdu yüreğine,
Ve kanatarak yüreğini
Çekilmez acılar gibi
bastırdı içine olanca duygusunu.

Bir duygu küpüydü bakınca görülmeyen,
Sevda idi derin ve uçurumlu,
Herkes onu taş yürek bildi ömrü boyunca
Islak bir aydınlıktı gözlerinin çukuru
ve yine öyle bilinecek öldükten sonra.

Mart 1992

KIŞIMIZI BAHAR ETTİN
-Figen’in ardından

Geldin gülüm
güneş açtı evimizde,
Dağıldı kara bulutlar
bahara döndü kışımız,
Çiçeklendi dört yön
güzelliklerle donandı dünyamız
ateş güller açan gülüşünle...

Yaşadık mutluluğu
sen bizimle olduğun sürece,
Ömür boyu
yaşayabildiklerimizden daha çok
ömür boyu yaşayamadıklarımızı belki de...
Gittin gülüm
bizi gerilerde bırakarak
perişan ve harabe gibi yıkık,
Hüzün bürüdü gözlerimizi
kurşun gibi işledi yüreğe ayrılık...

Kara bulutlar çıktı yeniden
Pasifik’in aydınlık göklerinden,
Güneşsiz karşıladık ertesi sabahı
yok oldu seninle gelen baharımız,
Yeniden başladı kış kıyamet
karardı yine sabahımız...

Ağustos 2000
Melbourne

ÇÖLDE ÇEKİRGE SÜRÜLERİ

Alay alay
tabur tabur geliyorlar
dünyamızın uzak yakın
dörtbir yanından,
Kılıçları halkların bağrında saplı
namlı şövalyeleri emperyalizmin
dolar, petrol ve talan peşinde..!

Geçtikleri her yeşil alan
çakıl taşlarına dönüşüyor
çölleşiyor toprak durmadan,
Lağım çukurlarından daha kirli
o berrak denizler kimyasal atıklardan,
Ölüm bulutlarıyla kaplı gökyüzü
mayın tarlası sular, ovalar,
Namlusundan
kan
fışkıran
tanklarla korunuyor
kukla şeyhlerin saltanatları,
Küstah namlular halkların ensesinde..!

Ocak 1991

Mehmed Sarı
Kayıt Tarihi : 28.2.2005 11:59:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    şiiriniz akıcı ve güzel. öfkeniz var yansıyan ama bir zaman herşeyi çözecek yanılgılar bu ülkeyi bu hale getirdi ama öteye götürmiyecek. şairim, dostluk bizim ekmeğimiz aşımız. fikirlere saygıyı haksızlıkların gölgesinde öğrendik . bu gün sana , yarın bana. sen de bilirsin ki, filler tepişir çimenler ezilir. bu ülkenin halkı siyasilerin oyuncağı olmadığı gün, işte o gün biz bu uğruna can verilen ülkenin gerçek sahibi olacağız. yoksa onun bunun yönlendirdiğ ayırmacı zihniyetlere çocıklarımızı kurban vererek değil. dost acı söyler ama gerçeği söyler. herkes kendi çapında yangınlarda. saygıyla.

    Cevap Yaz
  • Turan Celiker
    Turan Celiker

    Tebrikler mehmet bey bu güzel şiirinizi yürekten kutlar saygılar sunarım elinize yüreginize sağlık diyor başarılarınızın devamını dilerim şair Turan çeliker

    Cevap Yaz
  • Aliseydi Taşdemir
    Aliseydi Taşdemir

    Yuregim bir koprudur benim
    Serezden Simavneye
    Bedrettin yigitlerince ciplak.
    'saz sepetlerde baliklar'
    ve 'kehribar uzumler'
    Egenin ote yakasinda
    alir goturur yuregimi
    yakip kavuran icli bir hasretle...

    Mehmet Hewal harika bir anlatım...Harika bir şiir ...
    Bir parça alıntı almaya gelmiyor inan ,çünkü bütünlüğünü bozuyor şiirin...YÜREĞİNE SAĞLIK CAN....

    Cevap Yaz
  • Şerafettin Muş
    Şerafettin Muş

    OTOBÜS
    Her sabahın korunda
    Aşıp gider aynı yolu
    Düşüp kalkıp tırmanarak

    eline sağlık mehmet arkadaş bu güzelim şiiri okurken yüreğimin yokuşunu tırmandım san ki tüm gök kuşağının renkleriyle yağmurlu bir havada kalmış gibiyim eline ve yüreğine sağlık diyorum saygılarımla

    Cevap Yaz
  • Murat Karacuban
    Murat Karacuban

    gercekten bir mazlumlar yurdudur kürdistan. zalimin zulmu nasıl günah ise mazlumun zulme boyun eğmesi de o denli günahtırç ellerin dert görmesin kalemine sağlık iyi dile getirmişsin

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

Mehmed Sarı