Ruhun zemininde izbelere atılan hayaliyle avunan Elif, duygularını saklamaya çalıştıkça adeta dumana boğulur yüreği zaman zaman.
Dışarıda uğuldayan rüzgârın cakasına aldırış etmeksizin, penceresindeki buğuyu silmeye çalışır. Oysa eskimeye yüz tutmuş can evinde ne çok kez yalnız başına, kışın uzun gecelerinin soğuğunu ve sessizliğini sabrın taşıyla, dinlemeye muktedir olmuştur.
Yine her gün yaptığı bir işin tekrarı olan evdeki sorumluluğunun farkına vararak mutfağa yönelir. Vakit akşamdır hazır bir sürü bulaşık onu beklemektedir. Anadolu’muzun bir gerçeği olan tipik bir ev modeli vardır. Kışın sertliğiyle hüküm süren bir hava koşuluna karşın içerde alev alev yanan sobanın varlığı, ortada kendisini gösterir,bacasından çıkan kara kara isli küme küme dumanlarla.
Elif sobasına doğru yönelir. Üstünde güğümü alır almaz yine koyulur mutfağa… Bu akşam bulaşıklar her zamankinden bir fazladır. Nedeni davetsiz gelen misafirlerdir. Fakat bu misafirleri yabancısı olmadığı bir şehrin bir yakının kuzenleridir.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.