Küçük bir barınakta titrek bir ses!
Pinti bir ihtiyar, biraz melanet.
Eski bir tarihten kalmış çokça döküntü
Viranedir o, kalp denen emanet.
Pembe beyaz solgunluğun teni
Hüzne giden kapıları tutmuş göz
Artan bir ağırlığın havasında nice garipliğin moleküler olmuş
Nefeslerinde kurumuş ince bir ağız.
Ve iç çekişlerin tıkalı sarkacı, bir cetvel gibi ölçüde duran burun
Geniş omuz, kısa boyun...
Rahşanı yüzünde gurub etmiş bütün mimikler aynı çizgide
Dördünde dolunayın aydınlığı kadar mutluluk!
Yaklaşmayın, inanılmaz övüncümdür, kıvançtır bugün
Vakitsiz bir saygı, misalsiz azalışlarım, rızasız acılar ziyarette.
Hep iste; denk düşer gidene sıcaklığım, yol bitene dek
Yanık gibi kokan, isli bir kazan gibi, dibi çıkana kadar
Önce bahar gibi gel, sonra bitir! harab et, söndür beni
Aguşuma doldurduğun gibi çek kendini, boşluğa bırak.
Oldumu?
Hani bir zamanlar mevsimler önemsiz, bütün ümitler dudak olmuş
Eriyen karın seli gibi köpüren coşkular sığmazdı yataklara!
Hani bir dokunsam ahiri titreten, bakışlara; ölen, dirilen
Nerede kutsallığı kalmış, o büyük yazgı, o güzelliği kalbin.
Hata etmişiz başından, ne çok yanılmışız, yanmışız
Metruk bir günah kaldı içimizde, bir de yaşlanan kalbim
Bitirmişiz yarınları, aşk yağmalamış içimizi, içimiz boşalmış.
Yaklaşmayın, inanılmaz övüncümdür, kıvançtır bugün
Vakitsiz bir saygı, misalsiz azalışlarım, rızasız acılar ziyarette.
Kayıt Tarihi : 17.4.2014 02:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!