Ulaşabilmek için sana, kuştan yardım isterim, taştan da güç alırım, dinlediğin şarkıyı dinlemek için, tüm tınıları silerim, en çok önem vermişliğimle sana doğru bakmış olsam, yeşil gözün parıldaması için gök kuşağının önünü keserim, hele sesine ulaşmak için, tüm radyo seslerinden vaz geçerim…
En güzel sesli ağlamayı ben bilirim, en güzel ağlayışım da kabullenemeyişim, işte bu kelime kabullenmek, çok zor, çok, boş ver beni, işte ben bu, yalnızlığın profil tarifçisi, en güzel yalnızlık resmini çizerim kendime, sonra karşısına geçer, beğenmeyip dudak bükerim, hayat tarihlerden ibarettir, bense zamansızlıkta yaşarım…
Yaşam dediğimiz, yetmiyordu örtünmeye, yetmiyordu severek kalmalara, yetmiyordu, buğusuna kapılıp gitmeye sevgili gözlerinden, yetemiyordu, dar nefeslerden kurtulup, geniş zamanlara düşmeye, yetinmiyorduk, bulduklarımızla yaşamaya, sadece hırslarımıza kapılıp koşmaktan bezmişlikle durmamıza ve ömür deyip geçtiğimiz tüm cümleleri tamlamaya yetmiyordu, bu yaşam...
Yıllar ve de yıllar kalıyor geride, bir o kadar daha olsa o yıllardan, bir de çocukluğum eklense üstüne senli yaşama ki hepsi geride eksik kalır senle, kim demiş ki sevdin mi diye, nasıl bir şeyse bu sevgi böyle ki hâlâ seveceğim demek geldi içimden...
Gurbetin, hasretin gözüydü birbirlerine bakan, arda kalansa sadece acıydı tüm el sallamalarına karşı, elveda kıyı, elveda toprağım, bağrım yüreğim elveda, İÇİME SİNMİYOR BU GİDİŞ...
Uzun bir hüzün gece sonrası damla damla dökülüş bunlar, hasreti bağlamışlar dedi aşk, görmedin mi, demedim mi dediğinde parçalanmaz mı yürek?
Masalımızın kahramanı, belki de karanlık bir dehlizde uğradığı ihanetle boğulmak üzeredir, kim 0
bilebilir ki?
Tüm özlemler bütün bekleyişlerin ardındaki saklılarda kalır ki sadece özlemin içinde kalanlar bilebilir bunu ve özlem üstüne özleme dönüşür...
Aslında gitmek korkusuzluk sanılır ama gitmek dönmeyesiye bir cesaretten öte bir bezmişliktir, oysa sevmek bir direniştir, belki kendine belki de sevdiğine...
Bir şiir söyle der adam kadınım, kadınım dediğine, kadın duraksar ve ansızın, sen ömrümsün, ömürle gelen gülüşlerimsin, nefesim, verdiğim soluğumsun ama en önemlisi, yıllarımı adayacağım tenim, ruhumsun ki kokunla burnumun nemisin, üşürüm ısıtanım, görmezde yol gösterenimsin der ve gülümser, adamsa sadece gülümser, sen benim yalnızlığımdaki kalabalıklığımsın derken, kar toprağı örterken omuzlarına düşer...
Tüm hislerimi sessizliğin ardına sakladığımda, uğuldayan kulak diplerinde senin sessizce ağlayışlarını, acılarını, gülmek isteyip de gülemeyen dudaklarını, omuzuma düşen kirpiğinden bir tek telini göz ardı edemedikten sonra, sadece hayıflanıyorum bu sevdanın dört duvarına, sessizce düşsel görüntülerimle...
Karmaşa içinde geçen bir yaşamdı aslında nefes almalarda payımızı aldığımız hayat kırılgan bir demse eğer, içinde yaşadığımız tüm ezberlerimizle beraber bir gölge yapar ve gün gelir o gölgelerden
korkarız…
Ben sana sende susuyorum, durmayasıya susuyorum, tüm sustuklarımı topladım heybeme sığmadılar, anladım ki hepsi birden sustuklarım oldu ve sustular oldu...
Kim bilir ki bu yaşamın karelerini tek tek, gölge gölge, sevdalar hep kuytu köşelerde yaşandı, hepsi sessiz suskunlardı, çoğu içine gömdü tüm sinir uçlarını, çoğu sinirsiz ağlama duvarı oldular ve adına ben de sevdayı yaşadım dediler, oysa çoğu duvar dip gölgeliğinde bir ömür ağladılar…
Ben sana bakıyorum ama senin resmine değil, yüzüne hiç değil, sadece göz diplerimde canlandırdığım bir gölgen var, orada görüyorum seni, bir karartı, yarısı kesilmiş bir ay, bir su damlası ve bir çift yeşil göz...
Öyle işte bu hayat, ya sevildiğini sanır sevinirsin ya da sevildiğini sanır unutulur gidersin...
Tüm yalnızlıklarımı senin yalnızlığında anlattım sana, tüm kimsesizliğimi senin kimsesiz olduğunda anlattım sana, gecelerimdeki yalnızlığımı, yalnız gecelerinde anlattım sana, tüm kalabalıklığımın sen olduğunu sandığımda gülmelerimi anlattım sana senin suskunluğunda, tüm sessizliğinde kendi seslerimle yolculuk yaptım seninle, sonuç mu tek başına yalnızlık ve suskunluğum kaldı elimde senden gayrı...
Hayatın tüm iplerini artık senden tutmak istedim, senden sonra gelecek her darbe ile hayatım sonlanacak demektir ki ne olur sevgini çekme benden demek de o sevgiye yakışmaz ki bırak senden sonra dursun bu kalp densin ama ben bana tutkuluyum artık…
Bildiğin yerdeyim, daha önceleri buralarda gördüklerini görüyorum, dondurucu bir soğuk gibi güneş kısık ateşte, ısınamıyor omuzlarım, senin tuttuğun yerleri tutan yok, yalnızım karanlık oldu olacak, mezar taşları çok soğuk, sen çok soğuksun, ben soğuyorum, bilmediğim düşleri düşünüyorum, sen yoksun ya, konuşacak kimsem yok, adı bunun, mezar kıyılığındaki yalnızlık olsa gerek ama kalabalık olmak da buralarda acı veriyor, iyi ki yoksun, en azından istediğim şeyleri düşünüyorum, bir seni değil en azından yalnızlığımla baş başayım...
Bir zamanlar ayrılan yollardaki yol taşlarına bakıp gülüşürken, şimdilerde o yolların kenar kırmızı ışıklarına çizgi atıyorum, bu kaçıncı geçişim bu yollardan, kaçıncı ışık arayışım yaşamın nedenlerine bakarken her neden senle uzardı yaşama, şimdilerde her köprü başında sen gölgeliği var, yol uzun, susuzluk yol kesiyor, ayrılık bel büküyor, karanlığın bekçiliği değil mi bizi var eden, sen sevgili hayatın en uç noktasında olsan da artık seni kıskanmak ruhumu bozuyor...
Hayatımı dar eden cümlelerin vardı, çoğunu ağlayarak söylerdin, gözyaşlarındı inanmışlığımdaki yanılgılarımdaki, ağlamalarında göz kapaklarımın kirpiklerini ıslatan, sana gülümsemelerimdi zordan yaşama beni atan, yarınlardı aslında korkusuzca adım atmak istediğimiz ve sen geleceğimi adadığım sen ki benim düşlerimdin...
Çaresizlikle sevdasına düştüğüm aşk, hep kanatarak, yaralarımın kabuklarını tekrar tekrar kopartarak kendi varlığını bana rağmen içime kazıyarak gömdü, hangi mevsimin son çiçeğiydik aslında biz, farkındasızlıkla bu yaraların acısını taşırken yaşamın bu kesitini unutur olup kaldık...
İçimdeki susları biriktirdim sana, sustular oldu, oysa ne kadar çok sesler vardı zihnimde sana dair, hepsi yana yana bana döndü, ağıtlara dönüştü tüm suslar ve ben artık konuşur oldum yana yana...
Oyun bitti der Maestro, bir daha perde açılışında görüşmek üzere, hayat tercihlerden ibarettir, sen karanlıklarda kaybolmayı seçtin, ışıksızlığın daim olsun sevgili, ben zaten karanlıklardayım...
Unutamayacağımız sevgi dediğimizden ne kaldı geriye, ha ne kaldı geriye, bunca hafızamızda canlandırdığımız anılardan ne kaldı geriye sevgili, ha ne kaldı, senin okuyamayacağın kırık dökük bir yığın cümle ile benim bakamayacağım birkaç gizlide kalmış resimler…
Bunların hepsini topladığımızda bunca yılımıza yapışan sevgi bu muydu?
Önüm ışıktan bir duvar, ardım kör kuyuların açık kapakları ile dolu, ardıma baksam bakışlarım düşecek kuyulara, koşsam içimden hırıltılar düşecek, korkularım kapladı tüm benliğimi, hayatım dar bir yokuşta, tek sevincim var gelecekten korkusuzluğum...
Bir yokuş inlemesi bu özledim neredesin demek...
Beklemeyi öğreniyorum demek istiyorum gibi bir şey uzaklar yakının ardı uzağın tam da ortası sen varlığı ile baş etmek istiyorum
Yoksun demek gelmiyor içimde, ta oradasın uzağın koyusunda, yakının en dibinde ama sen bir rüyasın sanki bir varsın bir de kayboluyorsun, sen oradasın denmek bile çok zor, uzaktasın demek de çok acı dayanılmaz bir yokuş inlemesi bu özledim neredesin demek...
Faydasız çırpınmalar bunlar imkânsızı zorlamanın ardı yok ki çaresiz bir gün kapanacağım kabuğumla, tüm geçmişin bam teline basarak, tek sorun kalacaktı beyin diplerimde, sevme yumruğu yapışacaktı alnıma…
Koyu bir çınar gölgesine saklanmak gibiydi, sana sığınışım, birbiri ardından devrilen takvim yaprakları gibi devinime düştük kendimizde, zamana sakladık tüm gizlilerimizi, unutulmaz acıları gömdük yüreğimize ama ben gene seni özledim galiba, elime her kalem alışımda, parça parça kelimelerle sen dökülüyorsun gözlerimin önüne, hangi cümleyi silsem, hep imkânsızlığım çıkıyor karşıma ve ben yine seni özledim galiba…
Bazen sıkıntılar kurşun dökülüşü gibi işler insanın içine…
Ne oluyor demeye kalmadan, kavrulur insanın içi…
Vazgeçilmiş tüm anılar demet demet sıralanır gider göz uçlarından beyin düşünce girdaplarına doğru…
Aslında her kalp çarpış hızının bir düşünce sebebi vardır, çoğu zaman fark bile etmeyiz çarpıntıların sebebini, her şey bir oldubittiye bağlanırken, iç sıkıntıları alır başını zirveye tırmanır…
Çoğu zaman iç sıkıntıların sebebi, belki de vazgeçtiklerimizin boşluğunda nefes almalarımızdır. Belki de bu anlarda kendimizi soğuk odalardaki ürpertilerde buluruz kendimizi ve titreyen ellerimizi içimizin kavruluşlarını…
Bu anlarda sorguladığımız çok şey kendimize ait olup da yaşadığımız veya yaşayamadığımız olayların ardında kalan derin boşluklardır belki de…
Sıkıntıların ruhumuzdaki tahribatının belki de asıl sebebi “sevdim” dediğimizin pervasız hareketleridir…
Oysa bağımlılık yapan ona olan saygının hak edilmediğini görmekti, sonu zor gelen öfkelerin kareleri…
Aslında öfkemiz çok sevmelerimizin değer görmemesi veya önemsenmememize bağlı saygı eksildiğini saymamızdı…
Ben senden gittim ya, sanki tüm dünyanın ışıklarını söndürdüm, sanki karanlıkların kol bekçiliğini yapar oldum, tek ışık huzmesi kalmışsa bile o da gözlerimi kararttı ki artık sensizliği kabul etmiş oldum...
Umutları sılaya bıraktık, uzaklar el yordamı ile aşılmakta, yarınların hasreti tüm bedene dalacaksa dünlerinkini geçerek, acının olgunlaştırdığı kalp, sonsuza beklemekte kalmak ister, oysa yollar, oysa yağmur, oysa tüyleri kavuran sıcak, yoldaki yolcuyu dar eder saçak altlarında, oysa beklemek, elde etmenin yarısıydı kalpten kalbe giden...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 7.10.2013 18:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)