İnsan bazen en çok ihtiyacı olanın yanı başında olduğunu fark etmiyor. Ne zaman ki eksik, o zaman anlıyor özlediğini, istediğini. Tutkulu ama bir o kadar da acıtan aşk hikayelerinin peşindeyken gözü görmüyor işte. Aşk bitiyor günün birinde, tenindeki çizikleri fark edince ve geriye bir şey kalmadığında, ihtiyacı olanın ne olduğunu daha iyi anlıyor.
Konuşabildiği, gözlerinin içine baktıkça huzur bulabildiği, hayatın her anında yanında kalabildiği, belki bir parça heyecanla karışık, kaç kişi girer insanın hayatına. Herşeyden önce iyi arkadaş olduğun, onu kaybetmekten ödünün koptuğu, hep bir nefes uzakta olsun isediğin, ihtiyacın olan sevgiyi hissettiğin kaç kişi olur.
Aşk mı bu? Eskiden tanımını bildiğimi sandığımdan belki aşk derdim. Şimdi değil. Aşktan daha ötede çünkü bu hissedilen. Yakıcı değil, yıkıcı değil. Zorladığı zamanlarda bile acısı tenini parçalayıcı değil. Yapıcı, sağlam, özenli. İyi ki aşk değil diyorum sadece. Aşkın tanımı neydi artık ilgilenmiyorum.
İçimde, zihnimde bir yerlerde olan şeyler var. Kalbime de yakın üstelik. Biliyorum geç fark ettim gerçekten ne hissettiğimi. Hep burnumun ucunda olan, hep bilinçdışımın keşke dediği ama aklımın almadığı bir haldin sen. Yakınımda, ben gibi, zamanın yanında nasıl geçtiğini anlamadığım bir uyumla, dudağımdaki tebessümdün. İçime başka birşey daha düştü sonra anlamlandıramadığım. Aşk mıydın şimdi sen, yoksa aşktan daha iyi bişey mi?
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim