Kim fısıldamıştı boşlukta olduğumu bana. Karşılıksız bir hayatım olduğunu kimden öğrenmiştim. Gidilmesi gereken bir yer olduğunu, ama ne kadar istesem de oraya bir türlü gidemediğimi nasıl anlıyordum. Kimin hayatıyla karşılaştırıyordum hayatımı ki kendimi bu yüzden böylesi eksik, böylesi yetersiz hissediyorum. Ve onun hayatının benden daha gelişken daha düşsel ve doygun olduğunu nereden biliyordum. ve bir gün yaşadıkça içimdeki kapıları birer birer kırıp ruhumla bedenimin sarmaş dolaş olacağını ve sevinçleri özgür bir hayata bağlayacağıma kim inandırıyor beni durmaksızın. Kiminle kıyaslayabilirim ki kendimi. Kimin içini görebilirim ki. Çoğu kez içimde, rüyalar, hayaller, sönmeyen ışıklar, kurtarıcı sırlar, bilgeliklerle dolu bir göl taşıdığımı hissediyorum.
Neden göl… derin, sessiz, anlaşılmaz, çözülmez olduğu için beklide. Kişiliğimin yetersiz, çelişkilerle dolu ve adeta bir yamalı bohça olduğunu içimde taşıdığım bu göl hatırlatır bana sanki. Bu gölün bana ait bütün kayıp, gizli ve bastırılmış bilgileri sakladığını kaynağını bilmediğim hasretlerden, bu hasretlerin yarattığı o garip sızıdan anlıyorum.sadece bir kurgudan ibaret olmadığımı biliyorum. Eğer sadece bir kurgudan ibaret olsaydım, çelişkilerimi, yapaylıklarımı, paramparça oluşumu, yetersizliklerimi hissetmezdim. Bunları her hissedişimde derin bir hayal kırıklığı yaşamazdım.bende beni yetersiz, bende beni sahte, yapay, anlamsız, hatta çıkarcı ve kötücül gören bir yer,bir anlam, bir özün varlığını hissediyorum.
Çalışanların yorgun argın işlerinden evlerine dönmesi gibi, bende günlük, sıradan, basit hayatımdan evime,içime dönüyorum. Binlerce karşılıksız soruyla… çünkü içimdeki gölün üzeri kalın, karanlık örtülerle örtülüdür. Bu göl bana ait sırlarımı kıskaçlıkla saklar sanki. Hatta çoğu kez ondan binbir uğraşla öğrendiklerimi bile bozar, çarpıtır, gölgeler…
Bilirim, konuştuğum, yaptığım benden izler, ipuçları taşıyordur, ama farklıdır yine beklediğimden. Ne kadar uğraşsamda düşük, yavan, toplumsal rollerle, alışkanlıklarla kirlenmiş yalana bulaşmış birini görürüm aynamda… eksik, yaralanmış bir gururla bakarım aynadaki yüzüme.bu gurur bakmakla, haklarını savunmakla yükümlü olduğum çocuğum gibidir benim. Başkaları onu küçümseyebilir, ondan kuşkulanabilir; hatta bende onu küçümseyebilir, ondan kuşku duyabilirim, ama onu yüzüstü ve sahipsiz bırakmam.
Garip bir bağlılık duyarım ona. Zaten bu bağlılık olmasa, bıraksam yüzümü kendi kendine, o an içe dönükse iklimim cinayetim olur bu. Kara karanlık örtüler içinde olsa da içimdeki gölden insan içine çıkardığım kişiliğime, kimliğime, bana ait, saklı bilgiler, sırlar, anlamlar taşırım.
Yüzümü içimden haberdar kılarım.
Bu akış oldukça sürekli değişir kişiliğim, kimliğim. Bu değişimi başkaları eleştirip yargılasa da üzmez, utandırmaz beni. Çünkü kaynağı içimdedir değişimin. Bu yüzden hiçbir düşünceye, hiçbir ideolojiye, hiçbir insana tutkuyla bağlanamam. Arayışlar, sorular, “belki” ler hiç bitmez.
Ne zaman bütün arayışlardan, sorulardan yorulsam, ne zaman bir şeylere hiç kuşku duymadan bağlanma arzusu duysam hemen içimde ki göl hatırlatır kendini; yoğunluğunu sızısını gönderir, çığlıklarla örülü yankısını duyurur.
Yorar, yıpratır bu içimdeki göl beni. Yorar ama hiç ummadığım kadar merhametlidir; boşlukta bırakmaz insanı. Bırakmaz, çünkü insanlığın tüm halleri saklıdır onda. O denli kalabalıktır, o denli çoğulcudur, ama ben içimdeki göle ne zaman baksam, anca kalabalığın, onca çoğulluğun arasında kendi hakikatimi; kendi rengimi, kendi yalnızlığımı, kendi kokumu bulur hissederim. Ama kendi gölümde kendimi bulmam bir didişme, bir kıyasıya uğraştır benim için. Göl durağan değildir çünkü. Dışarıda derme çatma kişiliğimi kanıtlamaya uğraşırken yaşadıklarımı görür, görsün isterim zaten. Görsün ve beni hırpalamayı bir an için bıraksın. Çünkü dışarıdaki her şey yaşamın bütün bu sahte hızı, parçalayan boğuntusu gölümle ilişkimi kesmemi ister benden. Çünkü göl kuşkudur, alaydır, kederdir, uyumsuzluk ve isyandır aslında. Kendi gölünün üzerini betonla kapatmış ve onunla bütün ilişkisini tamamen kesmiş olanların açtığı bir savaştır bu. Kendi göllerine ve bütün göllere. Bu yüzden tarihi dondururlar ve yaşamın hızını anlamsızca hızlandırırlar. Bütünlüğünü bozarlar zamanın, onu yaşanmaz dokunulmaz hale getirirler, sırlarından soyarlar onu. Tarih donunca ve zamanın bütünlüğü bozulunca tek bir hayat biçimi bırakılır ortada. Tek doğru, dipsiz yalnızlık… ama tek başınalık değil… değişemezse, çocukluğunu bir daha hiç hatırlayamazsa varlığı kayıp gider elinden. Kayıp giderse varlığı elinden kendine ait saklı kalmış anlamlar, sırlar, bilgiler taşıyamaz yüzüne. Kimseden farkı kalmaz yüzünün; savunmasız olur, ifadesiz. Hiç kimsenin yüzü olur.
Gölümle ilişkimi kesersem değişemem. Değişemeyince kendimi sorgulayamam, kendimle alay edemem. Sözünü tanrı sanan zavallı bir kukla olurum kendimle alay edemezsem. Farklılığa tahammül edemez, benim gibi düşünemeyenleri acımasızca yargılarım. Gölümle ilişkimi kesersem, sahte benliğimle kaybolurum bu dünyada. Kapanırım derme çatma, derinliksiz,yapay kişiliğime…
Artık ne kuşku, ne alay, ne keder, ne isyan, ne de uyumsuzluğum vardır. Kendi boşluğumda döner dururum. Kötü ve basit bir ölümle yok olmuşken, bu ölümü kendime gelip geçer bir mutluluk oyunu diye yuttururum.
Oysa boşlukta olduğumu içimdeki göl fısıldar bana. Karşılığı olmayan bir hayat sürdüğümü, gidilmesi gereken daha uzak yerler olduğunu o duyurur bana. Bir gün içimdeki kilitli kapıları birer birer kırıp ruhumla bedenimin sarmaş dolaş olacağına ve özgür sevinçlerle dolu bir hayata başlayacağıma sadece o inandırır beni.
Farkındamısın, hep bir özlem var yitirilen sevgilere, dostluklara, güzelliklere… hep bir arayış içinde insanlar. Neye inanacağını, nasıl ve neden inanacağını bilmiyor insanoğlu. Öyle çok aldanmış ve aldatılmış ki. Tek bir ışık var onları kurtaracak olan. SEVGİ! Dostluk ve yaşam kaynağıdır o. Yaşamın o korkunç yalanlarına karşı güvenli ve sıcacık bir sığınaktır. Nedense insanoğlu elindekinin değerini kaybettikten sonra anlar. O konuşmaları ufak tefek tartışmaların sıcaklığını anlayamaz yaşarken. Belki sevdiği bir insanın resmini alıp eline bakma ihtiyacı bile duymaz. Oysa kaybettikten sonra resmini duvarlara asar ve hatta bir zamanlar kenara fırlattığı o resmi, şimdi koklayarak ağlar. Fakat çoktan kaybetmiştir. Çünkü insanları kırmak, nesneleri yok etmek son derece kolaydır, oysaki güzel ürünleri oluşturmak, sağlam dostluklar kurmak o kadar zor ki!
Sevgi, akılla bütünleşirse değeri anlaşılır. Sende yitirilen değerlere yeniden ulaşmak istersen inadına sev. Hiç yorulmadan sevginin arkasından git. Mutlaka istediğin her şeye kavuşacaksın. Emin ol gözündeki yaşlar son bulacak.
Hayata meydan okumanın en güzel yoludur sevmek…
'
Erhan SoyakKayıt Tarihi : 22.2.2007 12:22:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Erhan Soyak](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/02/22/icimdeki-gol.jpg)
Hayata meydan okumanın en güzel yoludur sevmek…
Bu mesaj dolu güzel kaleminize teşekkürler.Saygılar.selamlar
Hamiye Alkış
TÜM YORUMLAR (1)