Belki de; yıllarca avucunun içinde lastik top gibi, çok ustaca oynayıp dururken benimle hayat, birlikte eğlendiğimizi sandım gayet iyi niyetimle. Ne çok şey sığdırdı bu oyunun içine bana farkettirmeden. Minik sürprizlerin köklü değişimlere gebe olacağını bilmeden yuvarlanıp gittik öylece...
Oduncunun Çocukları masalının Hans ve Grathel”i gibi iki yol ayrımında şaşakaldığım zamanlar oldu benimde. Sonradan öğrendim ki; hangi yöne gidilirse gidilsin bir garantisi yokmuş ve mutlaka bir bedel ödenmeliymiş. Ya çukulatadan evdeki cadının kazanında yanacaktı poponuz ya da üvey annenin sevgisizliğine maruz kalacaktınız.
Dört çocuktan oluşan altı nüfuslu memur ailesinin en küçük ferdi olarak dünyaya gelen kazan dibi çocuğum ben… Bize sunulan kısıtlı yaşam şeklini benimsemeyi, kanaatkar olmayı, yemekte tabağımıza konulan kadarını kabullenmeyi, diğer fertlerin tabaklarındakileri kontrol bile etmemeyi, geceleri yer yatağında radyo tiyatrosundan yayınlanan arkası yarınları dinlemeyi, ertesi günkü yayını heyecanla beklemeyi, kitap okumayı, müzik dinlemeyi, iyi insan olmayı, iyilikler yapmayı ve karşılık beklememeyi, en çok da sevmeyi, insanlara güvenmeyi öğrendim büyürken.
Büyüdükçe ne çok ertelenmişliklerim olduğunu gördüm. Resim yapmaya, bağlama çalmaya, halk oyunlarına merakım hep ertelenmişti. Ne acıdır ki yeteneklerimin farkında olan büyüklerim alkışlamaktan öte hiç bir şey yapmamıştı, yapamamıştı benim için…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta