İbrahim Ethem Bingül: Hakkında ziyaretçi ...

İbrahim Ethem Bingül
1105

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

  • Salim Kanat
    Salim Kanat 22.04.2006 - 16:56

    Dizelerinde şiiriyeti yakalamış şairi okumaya değer buluyorum. Başarılarının devamlı olmasını dilerim.
    Salim Kanat

  • Erdoğan Ergin
    Erdoğan Ergin 26.02.2006 - 09:55

    İbrahim Ethem Bingül. Şairin ismi bile şiirce..Şiirce konuşuyor, şiirce yazıyor şair.. Binlerce gül sunuyorum Sayın Bingül'e

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 21.02.2005 - 03:54

    İBRAHİM ETHEM BİNGÜL’ün ŞİİRSEL YOLCULUĞU

    TAHLİL. 6 (SON BÖLÜM)

    Mustafa CEYLAN

    Ey Şiir! ...

    Nasılsın bakalım? Yüzünde güller açıyor bakıyorum da… Has şiirin ustalarını teker teker grubumuz üyelerinin içinden senin karşına çıkardıkça, mutluluğuna diyecek yok. Keyfin yerinde…

    Ama bana söyle bakıyım, neden çokça hüzünden, acıdan yanasın. Özellikle son 20-25 yılın Türk şiirini şekillendirenlerde hep bir hüzün var gibi geliyor bana…

    Sorgucu gözlerle bakma yüzüme… Toplumsal yapımızdan, yaşadıklarımızdan kaynaklanıyor bu değil mi? Ülke olarak, ulus olarak kalkınmamızı tam olarak temin edemediğimiz için, teknolojik gelişmelerle ve moda ile dilimize her türlü dış saldırıların olması ve çekilen sıkıntılar sebebiyle, şairlerimizin kalemleri de hep ağlamaklı oldular. Ondan değil mi?

    Aşkımız, sevdamız, alışkanlıklarımız bile elem dolu… Gülemedik bir türlü. Tebessüm edişimizde bile bir buruk tad var. Bu ağızdan bu çıkar diyorsun değil mi?

    Bak, İbrahim Ethem Bingül hoca’ nın küllenmiş aşklarında da aynı kederin yansıması var, görüyorsun…

    “Aşk derdini taşır gönlüm yıllardır
    Yaram sızlar, ağlar gözüm yıllardır
    Yare hasret kaldı özüm yıllardır
    Ben yılları yele verdim vay aman

    Yar bastığın toprak olsam sevinsem
    Su içtiğin bardak olsam sevinsem
    Seni öpen dudak olsam sevinsem
    Ben sevdamı yele verdim vay aman

    Aşkım çoştu çevrem oldu toz duman
    Bu sevdaya bin can feda ey canan
    Bitirdi aşk gönder bana yar derman
    Varlığımı sele verdim vay aman...”

    Türkü bu… Tam anlamıyla bir Türk Halk Müziği eserinin sözleri… Sevinemeyen ve yârine hasret kalan, onun uğrunda ölümü göze alan bir aşığın Bingül hoca’nın türküsü…

    Sadece serbest vezinle değil, hecenin sihirli yapısını – mısra sonlarındaki kanat seslerini kullanıyor usta… Kafiye yapısında öyle hassas da davranmıyor. Kökten değil, eklerden bile söyleyeceğini söylüyor işte. Kolayca diyor diyeceğini. Sanatsal süslemelere fazla kaçmadan. Zaman zaman, bulutların arkasına gizlendiği de olmuyor değil. Ama ışığın gücünü de yabana atmıyor hani…

    “ Kendimi unuttuğum yılların
    Aşksız geçen her anımın
    Mükafatı sen
    Menekşe kokulu kadın nerdesin?

    Hatırlattığın her duygumun
    Neşeyle gülümsediğim hayatın
    Sahibi sen
    Menekşe kokulu kadın nerdesin?

    Zindanlarımın penceresi
    Kaybolduğum labirentlerimin
    Çıkışı sen
    Menekşe kokulu kadın nerdesin?

    Rüzgarlarla çağırsam gelir misin?
    Gece bakışlım yoksa
    Ölürüm diye diye sen
    Başka gönüllere gidenlerden misin? ”

    Ya işte böyle şiir can… Menekşe kokulu yâr… Menekşe gözler… Zindanlarımın ışık yağmuruyla süslenen penceresi menekşe kokusu… Ve kaybolduğum lâbirentimin çıkışı menekşe kokulu yâr… İşittin mi? Duydun mu buradaki güzelliği şiir…

    Bu güzellik senden, şaire.. Şairden kaleme… Kalemden de cümle şiir sevenlere işte… Zincir böylece tamamlanıyor…

    “Gözlerimin içi gülüyor
    Mutluluk çağlayanı içimde
    Onu gördüm,
    Yönü bana doğru,gelişi bana...

    Dün yakınlaşmıştık,
    Beraberdik,yüz yüze
    Bugün onunlayım
    Göz göze...

    Gözlerimin içi gülüyor,
    Sevincim gönlümde şelâle..
    Bu ses beni rahatlatıyor
    Akışında kalbimde ferahlık,
    Yüzümde mutluluktan bir hâle...

    Onu seyrediyorum mütemadi,
    İçimde, dışımda her yerde,
    Onu buluyorum, onu görüyorum
    Her nesnede,her şeyde
    O tertemiz bir kaynak,
    Bir göze...

    Nasıl mutlu olmayayım
    O, hep benimle bendeyken
    Ben nasıl burada durayım,
    Aşkım benim içimdeyken...”

    Hep elem yüklü mısralarla gözyaşında yüzecek değil ya seni yazan ve seni seven… Bak Bingül üstad, sevdiğinin karşısında nasıl da mutlu olmuş değil mi?

    Aşk böyledir… Kara sevda böyledir… Görülen her nesnede, eşyada, objede yâr görülür… Ne yana baksa o gözlerle karşılaşır. Uyusa, uyansa hep o… Yürüse, otursa, çalışsa gene o… Girdi mi akıl deposuna, dinamit gibi patladı mı yürek dehlizinde… Kurtuluşu yoktur şairin… Bir de bin, milyarda bir olup çıkar… Hem çoğalır, hem azalır. Çoğaldıkça o yâr, azaldıkça gene o…

    Güney, kuzey; hasılı dört yön, kış-yaz, hasılı dört mevsim… Dörtten kırkdörde,kırkmilyonkırkdörde kadar hepsinde yâr sesi… Hepsinde o mutlu gülüş… O bakış… O ten… O rüzgâr…

    “Yüreğim takılı kaldı
    Güneye uçan bir göçmen kuşa
    Kalbimi alıp da uçtu
    Beni yapayalnız bıraktı

    Kuzeyin sert kışında
    Buz yağan bu dağlarda
    Ağaçların beyaz örtülü dallarında
    Aşkımın ateşiydı ısıtan seni

    Göçmenlere kanıp güneye döndü kanadın
    Güneş bir güneyi ısıtır sandın
    Bilirsin sen de aslında
    Sıcaklık güneşte değildir
    Güneşin cihana olan aşkında

    Artık baharla gelsen nafile
    Dönsen alevler içinde bile
    Şimdi ne bahar dinlerim,ne sevda
    Affetmem muhtaç ettin beni
    Bir damla mutluluk yaşına”

    Evet şiir! ... Canımın canı… Cümle şairlerin-ozanların-âşıkların canı… Bu hafta da seninle İbrahim Ethem Bingül üstad üzerinde bir sohbete tutuştuk. Sana her zaman müteşekkirim, ama bu hafta bana çok yardımcı olduğun için bir de sımsıcak busemi hak ettin yani…

    Biliyorum, sensiz yapamayız-edemeyiz biz… Nefes bile alamayız… Ah şiir, şu ülkeyi, dünyayı idare edenlerle ve de ekonomiyi ellerinde tutanlarla, güç sahipleriyle bir sohbete tutuşsan ne olur? Onların da bir kalbi var değil mi? Girsen usulca oradan içlerine. Savaşlar olmasa.. Ölmese çocuklar beşiklerinde. Yunusça sevse, sevilse insanoğlu. Bu görevini bir yapsan be.. Ne olur sanki? Yapamaz mısın? Karacoğlanca, İbrahim Ethem Bingülce aşktan bahsetse. Mevlanaca hoş görülü olsalar, dünya mı batar sanki? .... Kucak açsalar fakire,fukaraya…

    Hele hele can şiir, ikibinli yıllarda bizim ülkemizin önderliğinde kendi-senin alanında bir atılım gerçekleşse. Dünya edebiyatını da sallayacak yeni bir akım çıksa, olmaz mı? Ne dersin? ...

    Ey şiir! ...

    Sohbetimizin sonuna geliyoruz… İbrahim Ethem Bingül’e ve GÜLLÜK grubumuzun bütün saygıdeğer üyelerine selamımızı ve iyi dileklerimizi sunalım, bol ilhamlar, unutulmaz, iz bırakan, has şiirler dileyelim, olur mu? ...

    **
    Mustafa Ceylan
    Güllük Grubu / HER HAFTA BİR ŞİİRSEL YOLCULUK
    8. HAFTA
    İbrahim Ethem BİNGÜL…

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 20.02.2005 - 00:43

    İBRAHİM ETHEM BİNGÜL’ün ŞİİRSEL YOLCULUĞU

    TAHLİL. 4

    Mustafa CEYLAN

    Selam almayan bir sevgilisi varsa şairin, şiir, senin de mısraların buruktur sanıyorum. Bir de arada gurur varsa, vah ki vah! ... Şair hatasını bilemiyorsa ve yaptığı yanlışlık da yüzüne karşı söylenmiyorsa, hüznün kara bulutları düşer gönül dağlarının tepelerine…. Ağlar, okyanuslarca göz yaşı döker şair… Şair ağlar, şiir ağlar… Zaman, takvim yapraklarından hıçkırıklarını yansıtıverir…

    Bingül üstadın, kitabına adını verdiği “Haziran Küllerimi Savurdu” başlıklı şiirinde, bir kara gözlü uğrunda yol olup serilmesi ve ağlamasını görmekteyiz.

    “Haziran küllerimi savurdu
    Her zerrem yayıldı, aşkta kavruldu
    Her gül yanakta gamze oldu
    Aşkım, aşkı bilen her gönüle merhem oldu…

    Yandım, kavruldum, savruldum
    Bir kara gözlüye serilip yol oldum
    Sensizliğin varlığında kayboldum
    Yaşayan ölüye döndüm, ben yok oldum…

    Erkekler de ağlarmış bunu yaşadım
    Gönül çağlayıp akarmış anladım
    Acımasız sevda celladının elinde kaldım
    Göz yaşlarıma, gönül acıma bakmadı vurdu
    Cellat canımı
    Haziran küllerimi savurdu..”

    Ey, ey ki ey… Kara sevdamız şiirimiz…. Nasılsın bakalım? Hadi de bana? Söyle bana! ...

    Bak net ortamında nice şair,nice sana vurgun gönül ve kalem tanıdık… Ve nicesi peşinde dolanıyor, ben gibi, İbrahim Ethem gibi… Eskiden, taa eskiden yazı bile yokken sen vardın… Söz var oldukça da var olacaksın. Sözlü edebiyat döneminden bugüne, ağızdan ağza, kulaktan kulağa aka aka geldin şiir. Yazının icadından sonra işin daha kolaylaştı. Cönkler, anı defterleri çıktı… Sonra teknoloji ilerledikçe kitap çıktı, dergi çıktı… Ve bugünlerde elektronik yayıncılıkla sen Kızılırmak gibi çağıl çağılsın bak…

    Bingül usta, dizelerinde bireycidir. Anladın değil mi şiir? Sadece kendi duygularını, kendi aşkını, kendi dünyasını ve bakış açısını yazmış.. Onda, derdine başkalarını ortak etme içgüdüsü yoktur. Sevdi, üzüldüyse kendisidir. Kan damlayan gül yaprağı esmer gecede göz bebeği olup çıkmıştır. Gözünün bebeğinin yansımasıdır yazdıkları. Özlem yüklü hislerle dokur halısını… Çiçeklere bakar, onların hangi mesajla yüklü olduklarını ifade eder ve “ne varsa sevdadan yana çiçekler anlatır bana” dedikten sonra “Ben mi kimim, boş verin / Bir garip bahçıvan deyiverin”… İşte bahçıvan’ım diyen Bingül, “sevdanın kırmızı pabucunun dama atılmasını” istemez. “Kristal yüreklidir sevdiği kadın…” Asalet yüklü bir hanımefendidir. Üzüm karası gözleri ve mehtap teni vardır. Soğuklarda yorgan olur mutluluğu üstüne… Temmuz sıcağında içer mutluluğu yâr elinden… Gelişi bir şâkayıkın gelişi, sevişi bir manolyanın verdiği huzurdur. Çiçek bakışlıdır, nazlı bir yasemendir…. Can yoldaşı, hayat arkadaşıdır… Kaşının yanında, kara gözlerinin üzüm karası güzelliğinin yanında kara bir ben’i vardır o’ nun…

    Şiir’im, 39 yıllık sevdam benim… İşte Bingül Hoca bu… Bir İstanbul beyefendisi değil mi? Evet deyişini duyuyorum. Bu İstanbul beyefendisinin mısralarından bir kısmı da pul pul İstanbul yüklüdür biliyorsun. Bir örnek verelim mi? “İstanbul’ da Yoksun” başlıklı şiirini… Ne dersin? Şiir şöyle:

    “İstanbul’un ellerini tuttum
    Kaybolmuş sisli anıların ağırlığında

    İstanbul’un şefkatine sığındım
    Çocukluğumun anne kokusunda

    İstanbul’un saçlarını okşadım
    Tel tel dolanmış dünyamın sensizliğinde

    İstanbul’un baharını özledim
    Zeytin bakışlı gülen gözlerde

    İstanbul’u özledim
    İstanbul’un içinde

    İstanbul’u aramışım
    İstanbul’u yaşamayan gönüllerde…”

    DEVAM EDECEK DOSTLAR…

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 20.02.2005 - 00:43

    İBRAHİM ETHEM BİNGÜL’ün ŞİİRSEL YOLCULUĞU

    TAHLİL. 3

    Mustafa CEYLAN

    Ey Şiir! ...

    İbrahim Ethem Bingül, seni yazarken kalıplara ve kurallar içine koymuyor… Dikkat edersen çoğu eserinde seni “serbest” bırakıyor, alabildiğince özgür koşasın ve duyguların yeşile çalan yokuşunda rahat rahat gezesin diye… Gönül ikliminin yağmurlarında sevdası peşinde bıkmak bilmez bir inattır o’ nun çağrıları. Vurgun yemiş yüreğinin ateşler içinde kavruluşunun sihirli-sessiz ve doğal seslenişi vardır hep… bazen kelimelerle dans ederken, mucizevi söylem fırtınasına tutulduğu da oluyor… Eşyanın, insanın ve tabiatın dış-fiziki görüntüsüne küçük bir buse kondurduktan sonra, içine, çeşitli boyutlarına ve evrelerine dalıveriyor…

    Bir şiirinde aynen şunları söylüyor:

    “Yakamoz
    Kırılışıyla başlayan
    Harika bir düştün önce
    Güneş doğup
    Suda suretin görülünce
    Hayaller bitti..

    Ne aradığımı
    Kendime sordum
    Asıl aradığımı
    Şimdi buldum..

    O da sende ki
    Düş ötesi
    Muhteşem İç güzelliğiydi...”

    İşte bu şiir… İç güzelliği görebilmektir seni sevmek… Seni sevmek sevgiyi sevmektir. Barışı, güzelliği, esenliği sevmektir. Düşler iç güzelliğe açılan kapıdır. Gerçek iç güzelliktedir. Zira, dışarı çirkin-kaba veya istediğimiz şekil ve durumda değil. Dışarının manzarasını çi,zen çoğu kere biz değiliz… Şiir, dışarının manzarasına senin resim sanatından daha bir fazla ilgilenip, güzellikler katmak istediğini biliyor Bingül.. Seni alıyor, renk renk, mısralarınla dokunuyor dışarının şekline-şemaline. Yeni bir hava ve görüntü vermeye gayret ediyor…

    Aşkın ta kendisisin şiir. Bingül, kalbinden bingül sunarken sevdiğine, hep senin mısralanmış sözcüklerden gül ellerin var… Gül, saflığın, masumiyetin ve yüce değerlerin simgesidir. Her rengiyle ayrı bir düşünceyi çağrıştırır yaprak yaprak. Ve sen şiir o yaprağın teni olursun. Gülsüz bir bahçe, sevgisiz bir yürek; kıraçtır, öfke doludur, gülmez bir türlü… Aşksız ve gülsüzlük zifiri karanlığın taa kendisi.. Zindan içinde zindan…

    İbrahim Ethem Bingül, “bir gül etiketinde” rastlar sevdiğine. Ve sen fırsatı kaçırmazsın şiir. Dökülürsün üstadın dilinden kâğıtlara…

    “Rasladım sana, bir gül etiketinde,
    Hediye idi, çok kıymetti.

    İyiki de varsın,
    Yokluğun karanlık benim için,

    Yok olursan, karanlıklara
    Hapis etme sevgi için,

    En mutlu olduğum bir günde,
    Reddetme, öldürme mutluluk için.

    Yaklaşamıyorum, söyleyemiyorum,
    Asaletin, bir de güzelliğin,

    Aşk için açılmam lazım,
    Hasretim sevdana,bir de o ellerin.

    Şaşırdım o duman rengi,
    Gözlerini görünce,

    Ararım o duman rengi,
    Tüm aşkın renginde,

    Razıyım bir kere bak,
    Benim sana baktığım gözle.”

    Şiir, şairini renklerle, desenlerle ve çileyle yoğurursun… Bilgi ve yaşanan olayların birikimiyle, her şekil, her görünüş bir anlamsal yolculuğa çıkarır şairini… Bingül’ de öyle… Esmerle sarıya kaptırmıştır kendini. Çoğu dizelerinde esmerin geceye çalan adımlarını, sarının öğle sıcağına dönüşen Temmzu ateşini görürüz…

    Der ki:

    “Gülümün rengi sarı
    Nazlı mı nazlı
    İstediğim anda olmuyor
    Ağzında tadı...

    Sıkılınca buruşuyor
    Suratı limon aynı
    Bilinmemiş renginin manası
    Ayrılık demiş geçmişler
    Bunlar kocakarı uydurmaları...

    Kırmızısı
    Kavuştururmuş ta sanki sevdalıları
    Sarısı bir ayrılık mavalı...

    Her gül olmamalı
    Al al yanmamalı
    Unutmadan bu da yeni çıktı
    Şimdilerde aşkın rengi sapsarı...”

    Şiir dostum benim… Sonsuzdan sonsuz sevdam. Bingül üstadın da ufkunu kaplayan sehersin sen… Renk içinde renksin, müzik içinde müzik. Gizlenirsin bazen, görünmezsin ortalarda. Saklambaç oynarsın ve yeşil bir ağaç gövdesinin arkasından, yeşil pancurlu bir evin balkonundan gözükürsün bize…

    Ağladık ağladın demiştim… Bingül’ de “ağla dediler bana, bebekler bile ağlarmış doğarken / Ağladım üçüncü sancısında / Ağladım bir mahrum hasta yatağında “ demektedir. Onu ağlatan sensin biliyorum… Bazen selâm göndeririz uzaktaki sevdiklerimize. O dost, o can küskün ve kırgınsa bize, almaz olur selâmımızı. İşte o an, şiir seninle oturur, suçu kendimizde ararız, bir güzel sorgularız bizde bizi…

    Bingül’ de der ki:

    “Alınmaz olmuş selamımız
    Ne de yürekle yazılmıştı kelamımız
    Bilmeyiz, neymiş hatamız

    Sevgilimiz candır, candan öte
    Sevgili nazdadır, artık nazdan geçe
    Yıldızları indirme yere
    Karışmam kaldıramam bir daha göğe…”

    DEVAM EDECEK DOSTLAR…

  • Mustafa Ceylan
    Mustafa Ceylan 19.02.2005 - 04:51

    İBRAHİM ETHEM BİNGÜL’ün ŞİİRSEL YOLCULUĞU

    TAHLİL. 1

    Mustafa CEYLAN

    “Şair sensin, şiir sen; beni sorarsan hiçim
    Geldin, gördün bilirsin bir yangın yeri içim
    Akşam güneş batarken gönülden sana baktım
    Yazan sen, yazdıran sen; gülsem sensin sevincim...

    En güzel şiir sensin, aşk sensin kara gözlüm
    Sen benim alın yazım, dünya öncesi sözlüm...”

    Evet, ŞİİR! ...

    GEL, seninle “HAZİRAN KÜLLERİMİ SAVURDU” isimli 197 sayfalık nefis baskılı şiir kitabı çıkaran dostumuz ve GÜLLÜK grubu üyesi İbrahim Ethem BİNGÜL’ ün senli sevdalarına bakalım, senli yolculuklarına birlikte çıkalım, olur mu? Bak üstad, senin için ne güzel bir eser yayınlamış… İstanbul’ da Günay Ajans ve Melisa Matbaasının bütün imkânları, o külünü toz edip savurduğun İbrahim Ethem Bingül’ ün sana olan büyük tutkusu sebebiyle seferber olmuşlar.

    Ekranlarda sen görünmüşsün, rotatiflerde başın dönmüş, akça kâğıt üstüne sözcük sözcük, mısra mısra dizilmişsin… Kitabın kapağında bir göz, belli, üstadın gözü ve önünde kor alev… Bu kor alev sendendir bilirim şiir… Zira sen, yakasından tutarsın şairini hem yanar, hem yakarsın. Asırlardır kimleri, niceleri yakıp kavurmadın ki… Bizim kutlu belâmız… Can çiçeğimiz… Gönül harmanımız şiir… Yürek dumanımızı kilometreler ötesine sihirli kanatlarınla taşırsın. Acımazsın bize, çılgın kahkahalarla gülersin garip halimize; ya da bizimle oturur bebekler misali, bizden daha fazla ağlar, göz yaşı dökersin…

    İbrahim Ethem Bingül, zamanın tozlu aynasını silip, senin gülücüklerini yakalamak istedikçe, ellerine-kalemine-can evine yerleşmişsin. 18 Nisan 1954 doğumlu olan bu şairi, alevler içinde kavurmuşsun… İlk, orta ve lise yılları, yani diyeceğim, tahsil hayatı boyunca sen şiir, senliğini göstermişsin. Maşallah diyorum sana… Maşallah güzelim… Sonrasını benden daha iyi biliyorsun. Tutmuşsun ellerinden o sana sevdalı şairi, bir de Edebiyat Fakültesi’ nde dirsek çürüttürmüşsün…

    Belli ki, bu aşk, bu tutku için diploma istemişsin bu İstanbul efendisinden. Seninle dost geçindikçe canına okumuşsun… Fakülte sonrasında da yaptıklarını biliyorsun değil mi? Hınzır sevgili seni! Yedi tepeli şehirde, o Dünya Kentinin azgın dişlileri arasında “iş adamı” sıfatı ile geçimini yapmaya çalışan, bu şairini bırakmamışsın. Gerçi halâ da bırakmıyorsun ya…

    Ey şiir! .. Cancağızım benim… İbrahim Ethem Bingül’ den Bingül-milyon gül de alsan seni tatmin edemeyecek. Ben de edemedim. Kimse de edemeyecek. Zaten doyumsuzsun sen şiir..
    “Yeter, dur, kâfi” sözcüğü senin lügâtinde yazmaz… Seni seveni alır götürürsün. Yaş-baş-iş-diş; hiçbir şey dinlemezsin. Tek seni küstürmesinler. Senin sıcaklığından ayrılan, yemin ediyorum uçuruma düşer… Savaşlar bile sensizlikten çıkmıyor mu? Senin bıraktığın boşluğu kin-öfke-kan ve göz yaşı doldurmak için var gücüyle çalışıyor. Çalışıyor da başarılı olamıyor şeytanın uşakları… Sana “meleksin dedik, güzelsin dedik, hassın, bir tanesin” dedik şiir... Dedik ya, bizi peşinde gölge gibi sürüklüyorsun, süründürüyorsun yerlerde işte… Baş tacımızsın diyoruz… Seninle süslediğimiz kitaplarımız vitrinleri, kütüphaneleri şenlendiriyor. O raflardan tebessüm edişini hissediyorum…

    Ey şiir! ...

    Sözlerime başlamadan evvel, İbrahim Ethem Bingül’ ün sana yazılmış bir şiirinden bir bölüm sunmuştum. Gördün değil mi? Ne diyor üstad senin için?

    “Şair sensin, şiir sen; beni sorarsan hiçim /Geldin, gördün bilirsin bir yangın yeri içim /Akşam güneş batarken gönülden sana baktım /Yazan sen, yazdıran sen; gülsem sensin sevincim...” demiyor mu?

    O’ nun içini yangın yerine çeviren kim? Ben miyim sanki? Sensin elbette! Sensin şiir! ... Aslında şair de sensin biliyor musun? .. Canın isterse seni yazanı yaşarken yok eder, adını silersin; canın isterse de asırlar ötesine taşırsın... Senin gönlünü kazanmak bizim için en önemli uğraş, en güzel emektir… Bir girsek kanatlarının altına, zamanı ve mekânı yenip, edebiyat tarihine geçirirsin alimallah… Şiir, evet şair de sen, kitap da sen, aşk da sen, çile de sen… İbrahim Ethem’ in dediği gibi sana sevdalılar ise sadece bir “adem”-“hiç” yani…

    Bak İbrahim Ethem Hoca’ nın kitabına ne güzel yakışmışsın. Kapağıyla, baskısıyla, sayfa düzenlemesiyle… Zaten o’ nun www.iebingul.com isimli sitesinde de gülücüklerin duruyor, geçenlerde baktım, ılıman nefesini, gül kokan tenini hissettim orada. Dostlara kapı, sayfa, gönül defteri açan üstadla el ele vermişsin de bir güzel eser ortaya çıkarmışsınız. Tebrik ediyorum seni şiir… Alkışlıyorum…

    Zaten sen ya alkıştan ya da kırbaçtan anlarsın şiir. Seni seveni-yazanı tarih içinde saraydan kese kese altınlarla uğurlattığın da oldu, zindanlarda kırbaçlattırdığın da… Çöllere düşürdüğün nice aşık var… Dillere destan ettiğin nice sevda… Sen var ya sen, anlatılmaz, anlattıkça da yeni bir anlatım bulutuyla ufkumuzda yükselen; tarifi sonsuzdan sonsuz kere olan şiir…

    DEVAM EDECEK DOSTLAR…

  • Hasan Basri Kale
    Hasan Basri Kale 11.01.2004 - 18:54

    İbrahi m Beyi yatağa düşüren eminimki iki yüreği birdendi...umarım çabuk sarar yaralarını..

  • Hasan Basri Kale
    Hasan Basri Kale 08.01.2004 - 01:00

    Birçok şiirinde kendimi bulduğum ve yorum yazmadan edemediğim bir şair...bir dost..bir vazgeçilmez...
    Diline..eline..yüreğine sağlık....
    O'nun fan kulüp üyeliğinden gurur duyabilirim ancak..