İbrahim Bülbül Şiirleri - Şair İbrahim B ...

0

TAKİPÇİ

İbrahim Bülbül

Geçdi ömrüm kûşe-i uzletde ey yâr diyerek Kürsi-yi vâsi‘ bu âciz bendene dar diyerek Dîde-i bî-çârem oldu râh-ı peymânda helâk Dem-i vuslatında bitmez ülfetin var diyerek Yıkdı bürc-i tâkatım çerh-i sitem-ger dem-be-dem Mülk-i menşûr-ı kazâda bir fedâ-kâr diyerek Gel benim illet-i hestîm hem rehâ-bahş-ı dilim Söndü rûhum yâ tabîb-i cân-fezâ-kâr diyerek El-vedâ bâğ-ı fenânın bî-vefâ devrânına Hükm ü seyrinde bulunmaz bir kerem-kâr diyerek 2000 Fâ‘ilâtün/fâ‘ilâtün/fâ‘ilâtün/fâ‘ilün

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

Öyle mahzun günler akşam ufkunda Turuncu ümitler batarken biter Bir gül daha solar vaktin dalında Gösterir saatler veda anını Yıldızlar göz kırpar ay şulelenir Matem libasını giyer tabiat Uyku sular koynunda bedenleri Büyür yüreklerde bayram sabahı Gün indirir nikabını yüzünden Şenlenir yeniden çocuksu dünya Bir ses kulaklara düşer derinden Yükselir semaya bank-i es-salâ Leyse’l ıydu limen âşe fî’d-dünyâ İnnemâ’l-ıyd limen necâ fî’l-ukbâ Vuslat sürurunun nişanesi kan Bu aşkın bayramı ister bir kurban Bin koçtan efdaldir bendeki bu can Bakma n’olur başka can pazarına Son kurbanı olsun kadim ayinin Son günahın tevbesi de son nefes Son vuruşu kalbin olsun bir dua İsmini zikr edip dursun dudaklar Aralık 2007, Pristina

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

Hüznün Çoruhu delirmeye görsün Bahar suyunu boşaltır şu ufacık kalbime Dar günlere sıkışan kelimeler şahlanır Manasız akar Göz göre göre Seyl altında kalır toprak Ve tohum boğulur Yaban keçileri atlarken görülür Gözümün bir kenarından ötekine Çoruh bir köprüdür Geçilir ömürden Sular kabarınca Elmalar ve iğdeler ve erik ağaçları Eğilir suya dalları Yapraklarından içerler Nehir inişine Baş dönmüşcesine Çoruh tersine akar Ama si değildir Azgındır tabiatı Kafkasor boğası gibi Kolikde dut Sıryada zeytin ve üzüm Hodda kaçaktır tütün Daha aşağıda hurma Bütün vadide ceviz ve nar Ne lezzetler yetiştirdi bu diyar Dağlar sakar Vadi gayya Aşbişende güneş Taşları bile yakar Seyreder dinmeyen acıları Süzülürken topraksızlık yurdunda Nice şivenler kalır kulak ardında Ve sonra bendler Bendler Bendler Suyu ardına kilitler Önünde kimleri bekler Su altında kalınca evvelkiler Unutur acıyı Ve insan oluşu Pişmandır Çoruh Hoyratça aktığına Nisan 2012

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

Sen uzaklardasın sılam Ben gurbetteyim Sen hür mavilikte yelkenli Bense bendeyim Kapalı kapım Gün sızmayan kafesteyim Gurup renginde toprak El değmiyor, basmıyor ayak Geçmeye küskün zaman Bitmez işkencedeyim Gel gör ki ne hâldeyim İçim bir cehennem Kaynıyor kanım Şakaklarımdan akıyor nehirler Sırıl sıklamım Bir el beklemedeyim Ve bir yol Bulunmazsa rehaya Gök sabit yer uçurum Yuvarlanıyorum. 09.11.2011

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

Erdim zevâl-i ömre füsûn-kâre ermedim Pertev-i ayn karardı şeb-i yâre ermedim Nakd-i hayâtı sarfla zebûn-ı zemân olub Ümmîd-i dirhem-i der-i hünkâre ermedim Kalb-i nahîf temâdi tazarru’ u yâd edib Bülbül-i bî-nevâ gibi gül-zâre ermedim Bezl-i riyâh-ı gonce-i terden haber alıb rız-ı sürh ü leb-i güher-bâre ermedim Maktûl-ı tîr-i aşka şehîd-i cemâl dene Müjgân-ı çeşm ü şu‘le-i dîdâre ermedim Mef‘ûlü/ fâ‘ilâtü/ mefâ‘îlü/ fâ‘ilün 09.02.2012

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

İnsanlar aralarında asil ve binmeye elverişli bir tek deve bulmakta zorlanacağın yüz develik sürüye benzer. Hz. Muhammed (sav) Ya Muhammed, esef ki, kast eylediğin o iyi devenin ben olamadığımı, bilirim. İbrişim sundum bazara Satamadığım bilirim Bir kuruşuma beş para Katamadığım bilirim Çok yoruldum gündüzleri Türlü telâşe içinde Gece rahatça uzanıp Yatamadığım bilirim Kaptırdım ömrün bârını Bir şeytanın yavrusuna Bir bir gitdiler elimden Dutamadığım bilirim İkram eyledin Allahım Düğüldü kursağıma Ben bu rıza lokmasını Yutamadığım bilirim Alnım ak çıkmıştım yola Yüzüm kara dönüyorum Boş çuvalıma bir dane Atamadığım bilirim Ne İbrahim neslindenim Ne de Meryem’den doğmuşum Dîn ü îmân menbaından Tadamadığım bilirim Afveyle Rabbe’l-âlemîn Afveyle Rabbe’l-âlemîn Afveyle Rabbe’l-âlemîn 07.02. 2012

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

Gamdan özge yüküm mü var taşımaktan yorulduğum Kor mahzeni bir kalbim var ateşinden kavrulduğun Bir lüksüm oldu cihanda nefes alıp vermek gibi Bir de eskimiş şiltem var kenarından kıvrıldığım İçeceğim acı suymuş yiyeceğim kuru ekmek Benim neyime gerekmiş tohum atıp tarla sürmek Diktiğim fidan dalından ne mümkün meyve devşirmek O topraklar pek çorakmış çamurundan yoğrulduğum Ne sevilen gönlüm oldu ne tebessüm eden yüzüm Ne Hint kumaşı libasım ne de tumturaklı sözüm Çöken sisten fark etmedi ak ile karayı gözüm Gece gündüz bir tufanmış seylâbından boğulduğum Dinleyen bir şey fehm eder nazar kılanlar da görür Semaya tutunur eller ayaklar zeminde yürür Bunca telâşe içinde benim geçirdiğim ömür Bir hazan günüymüş meğer rüzgârından savrulduğum Kuşlar kanatsız uçamaz yılan kış günü çıkamaz Adı üstünde ya insan tek başına yaşayamaz Felek çok zalim olsa da bu kadar sille vuramaz Kavim kardaşım olaydı içlerinden doğrulduğum 30.11. 2011

Devamını Oku
İbrahim Bülbül

Sıhhiye köprüsü ve ıhlamur ağaçları Altından geçip gider kuşluk vaktinde zaman Koyu karanlık gözleri aydınlatır ruhumu Eteklerinden esen fırtınada duramam İkimiz sığmıyoruz bir kapıdan girmeye Aramıza giriyor yılansı bir soğukluk Kavuruyor derimi cin ve şeytan nefreti İçimdeki meleğin sesinden bir burukluk Peşinden koşmalısın tutmalısın elinden Çok hızlı dikeliyor nabzımda basamaklar Nefesimi tıkıyor çıkacağım merdiven Tırmalıyor duvarı parçalanmış tırnaklar Üstüme abanıyor bu soğuk taş yığın Bana hiç benzemiyor duvardaki resimler Kemiriyor papazlar peygamber imanını Bir maymunu kutsuyor rengimdeki köleler Izdırabıma şahid elif be tecrübesi Okunuyor gelecek bir kâhin nefesiyle Çınlıyor kulağında taş duvarların sesi Kapanıyor kitaplar bir kirpik darbesiyle Bir cerrahın neşteriyle bölünüyor bedenim Atıyorum çöplüğe ömrümün ilk yazını Hiçbir nikâh defteri birleştirmez bilirim Bir bekçinin oğluyla bir subayın kızını İncittiysem gönlünü iki göz arasında dettendir taşlanır tüm meyveli ağaçlar Hükmünü infaz eyle Hira mağarasında Başımda mola versin Belkıs’a giden kuşlar Bahar rüzgârlarıyla dalgalanır gök ekin Yelkenli bir yükselir bir alçalır açıkta Kalbimden geçenleri anlamıyor gözlerin Ruhum asılı durur bu karanlık boşlukta Palandökene karlar her yerden evvel yağar Donar tüm ümitlerim zemheri soğuğunda Kuşların kanadını ölüm kokusu sarar Sonlanır tüm seferler Azrail kovuğunda Erciyesin sırtından doğar bir çöl güneşi Kızarırken bilekler develer gölge arar Her Kerem’e bir Aslı gönle gençlik ateşi Düşer taze çağında ölene kadar yanar Bir parya on diploma alsa brahmanlardan Gene ona memnudur kasdın ilk basamağı Kader tevarüs eder evlâda babasından Düz yola ters basmağa mahkûm olur ayağı Aslanın yelesinde hüzmelenirken gurur Görülmez ceylanların yüzündeki tevazu Her gece yarasalar gözlerinden vurulur Sabah tekrar kurulur hayat denilen pusu Kemikleri sayılan bir fakir ölüsünün Kabrini ziyarete çıyanlar bile gitmez İçinde kaç ruh yaşar bu derin kan gölünün Kılıcına su vermiş cengâver dahi bilmez En son çare kökünden kesmek ıhlamurları Ve yıkmaktır köprüyü akmasın diye zaman Engerekler mevsimlik uykusuna yatmalı Vaz geçmeli cemreler toprağı uyarmaktan 1979-1982

Devamını Oku