Geçdi ömrüm kûşe-i uzletde ey yâr diyerek
Kürsi-yi vâsi‘ bu âciz bendene dar diyerek
Dîde-i bî-çârem oldu râh-ı peymânda helâk
Dem-i vuslatında bitmez ülfetin var diyerek
Yıkdı bürc-i tâkatım çerh-i sitem-ger dem-be-dem
Mülk-i menşûr-ı kazâda bir fedâ-kâr diyerek
Gel benim illet-i hestîm hem rehâ-bahş-ı dilim
Söndü rûhum yâ tabîb-i cân-fezâ-kâr diyerek
El-vedâ bâğ-ı fenânın bî-vefâ devrânına
Hükm ü seyrinde bulunmaz bir kerem-kâr diyerek
2000
Fâ‘ilâtün/fâ‘ilâtün/fâ‘ilâtün/fâ‘ilün
Öyle mahzun günler akşam ufkunda
Turuncu ümitler batarken biter
Bir gül daha solar vaktin dalında
Gösterir saatler veda anını
Yıldızlar göz kırpar ay şulelenir
Matem libasını giyer tabiat
Uyku sular koynunda bedenleri
Büyür yüreklerde bayram sabahı
Gün indirir nikabını yüzünden
Şenlenir yeniden çocuksu dünya
Bir ses kulaklara düşer derinden
Yükselir semaya bank-i es-salâ
Leyse’l ıydu limen âşe fî’d-dünyâ
İnnemâ’l-ıyd limen necâ fî’l-ukbâ
Vuslat sürurunun nişanesi kan
Bu aşkın bayramı ister bir kurban
Bin koçtan efdaldir bendeki bu can
Bakma n’olur başka can pazarına
Son kurbanı olsun kadim ayinin
Son günahın tevbesi de son nefes
Son vuruşu kalbin olsun bir dua
İsmini zikr edip dursun dudaklar
Aralık 2007, Pristina
Hüznün Çoruhu delirmeye görsün
Bahar suyunu boşaltır şu ufacık kalbime
Dar günlere sıkışan kelimeler şahlanır
Manasız akar
Göz göre göre
Seyl altında kalır toprak
Ve tohum boğulur
Yaban keçileri atlarken görülür
Gözümün bir kenarından ötekine
Çoruh bir köprüdür
Geçilir ömürden
Sular kabarınca
Elmalar ve iğdeler ve erik ağaçları
Eğilir suya dalları
Yapraklarından içerler
Nehir inişine
Baş dönmüşcesine
Çoruh tersine akar
Ama si değildir
Azgındır tabiatı
Kafkasor boğası gibi
Kolikde dut
Sıryada zeytin ve üzüm
Hodda kaçaktır tütün
Daha aşağıda hurma
Bütün vadide ceviz ve nar
Ne lezzetler yetiştirdi bu diyar
Dağlar sakar
Vadi gayya
Aşbişende güneş
Taşları bile yakar
Seyreder dinmeyen acıları
Süzülürken topraksızlık yurdunda
Nice şivenler kalır kulak ardında
Ve sonra bendler
Bendler
Bendler
Suyu ardına kilitler
Önünde kimleri bekler
Su altında kalınca evvelkiler
Unutur acıyı
Ve insan oluşu
Pişmandır Çoruh
Hoyratça aktığına
Nisan 2012
Sen uzaklardasın sılam
Ben gurbetteyim
Sen hür mavilikte yelkenli
Bense bendeyim
Kapalı kapım
Gün sızmayan kafesteyim
Gurup renginde toprak
El değmiyor, basmıyor ayak
Geçmeye küskün zaman
Bitmez işkencedeyim
Gel gör ki ne hâldeyim
İçim bir cehennem
Kaynıyor kanım
Şakaklarımdan akıyor nehirler
Sırıl sıklamım
Bir el beklemedeyim
Ve bir yol
Bulunmazsa rehaya
Gök sabit yer uçurum
Yuvarlanıyorum.
09.11.2011
Erdim zevâl-i ömre füsûn-kâre ermedim
Pertev-i ayn karardı şeb-i yâre ermedim
Nakd-i hayâtı sarfla zebûn-ı zemân olub
Ümmîd-i dirhem-i der-i hünkâre ermedim
Kalb-i nahîf temâdi tazarru’ u yâd edib
Bülbül-i bî-nevâ gibi gül-zâre ermedim
Bezl-i riyâh-ı gonce-i terden haber alıb
rız-ı sürh ü leb-i güher-bâre ermedim
Maktûl-ı tîr-i aşka şehîd-i cemâl dene
Müjgân-ı çeşm ü şu‘le-i dîdâre ermedim
Mef‘ûlü/ fâ‘ilâtü/ mefâ‘îlü/ fâ‘ilün
09.02.2012
İnsanlar aralarında asil ve binmeye elverişli bir tek deve bulmakta zorlanacağın yüz develik sürüye benzer. Hz. Muhammed (sav)
Ya Muhammed, esef ki, kast eylediğin o iyi devenin ben olamadığımı, bilirim.
İbrişim sundum bazara
Satamadığım bilirim
Bir kuruşuma beş para
Katamadığım bilirim
Çok yoruldum gündüzleri
Türlü telâşe içinde
Gece rahatça uzanıp
Yatamadığım bilirim
Kaptırdım ömrün bârını
Bir şeytanın yavrusuna
Bir bir gitdiler elimden
Dutamadığım bilirim
İkram eyledin Allahım
Düğüldü kursağıma
Ben bu rıza lokmasını
Yutamadığım bilirim
Alnım ak çıkmıştım yola
Yüzüm kara dönüyorum
Boş çuvalıma bir dane
Atamadığım bilirim
Ne İbrahim neslindenim
Ne de Meryem’den doğmuşum
Dîn ü îmân menbaından
Tadamadığım bilirim
Afveyle Rabbe’l-âlemîn
Afveyle Rabbe’l-âlemîn
Afveyle Rabbe’l-âlemîn
07.02. 2012
Gamdan özge yüküm mü var taşımaktan yorulduğum
Kor mahzeni bir kalbim var ateşinden kavrulduğun
Bir lüksüm oldu cihanda nefes alıp vermek gibi
Bir de eskimiş şiltem var kenarından kıvrıldığım
İçeceğim acı suymuş yiyeceğim kuru ekmek
Benim neyime gerekmiş tohum atıp tarla sürmek
Diktiğim fidan dalından ne mümkün meyve devşirmek
O topraklar pek çorakmış çamurundan yoğrulduğum
Ne sevilen gönlüm oldu ne tebessüm eden yüzüm
Ne Hint kumaşı libasım ne de tumturaklı sözüm
Çöken sisten fark etmedi ak ile karayı gözüm
Gece gündüz bir tufanmış seylâbından boğulduğum
Dinleyen bir şey fehm eder
nazar kılanlar da görür
Semaya tutunur eller ayaklar zeminde yürür
Bunca telâşe içinde benim geçirdiğim ömür
Bir hazan günüymüş meğer rüzgârından savrulduğum
Kuşlar kanatsız uçamaz yılan kış günü çıkamaz
Adı üstünde ya insan tek başına yaşayamaz
Felek çok zalim olsa da bu kadar sille vuramaz
Kavim kardaşım olaydı içlerinden doğrulduğum
30.11. 2011
Sıhhiye köprüsü ve ıhlamur ağaçları
Altından geçip gider kuşluk vaktinde zaman
Koyu karanlık gözleri aydınlatır ruhumu
Eteklerinden esen fırtınada duramam
İkimiz sığmıyoruz bir kapıdan girmeye
Aramıza giriyor yılansı bir soğukluk
Kavuruyor derimi cin ve şeytan nefreti
İçimdeki meleğin sesinden bir burukluk
Peşinden koşmalısın tutmalısın elinden
Çok hızlı dikeliyor nabzımda basamaklar
Nefesimi tıkıyor çıkacağım merdiven
Tırmalıyor duvarı parçalanmış tırnaklar
Üstüme abanıyor bu soğuk taş yığın
Bana hiç benzemiyor duvardaki resimler
Kemiriyor papazlar peygamber imanını
Bir maymunu kutsuyor rengimdeki köleler
Izdırabıma şahid elif be tecrübesi
Okunuyor gelecek bir kâhin nefesiyle
Çınlıyor kulağında taş duvarların sesi
Kapanıyor kitaplar bir kirpik darbesiyle
Bir cerrahın neşteriyle bölünüyor bedenim
Atıyorum çöplüğe ömrümün ilk yazını
Hiçbir nikâh defteri birleştirmez bilirim
Bir bekçinin oğluyla bir subayın kızını
İncittiysem gönlünü iki göz arasında
dettendir taşlanır tüm meyveli ağaçlar
Hükmünü infaz eyle Hira mağarasında
Başımda mola versin Belkıs’a giden kuşlar
Bahar rüzgârlarıyla dalgalanır gök ekin
Yelkenli bir yükselir bir alçalır açıkta
Kalbimden geçenleri anlamıyor gözlerin
Ruhum asılı durur bu karanlık boşlukta
Palandökene karlar her yerden evvel yağar
Donar tüm ümitlerim zemheri soğuğunda
Kuşların kanadını ölüm kokusu sarar
Sonlanır tüm seferler Azrail kovuğunda
Erciyesin sırtından doğar bir çöl güneşi
Kızarırken bilekler develer gölge arar
Her Kerem’e bir Aslı gönle gençlik ateşi
Düşer taze çağında ölene kadar yanar
Bir parya on diploma alsa brahmanlardan
Gene ona memnudur kasdın ilk basamağı
Kader tevarüs eder evlâda babasından
Düz yola ters basmağa mahkûm olur ayağı
Aslanın yelesinde hüzmelenirken gurur
Görülmez ceylanların yüzündeki tevazu
Her gece yarasalar gözlerinden vurulur
Sabah tekrar kurulur hayat denilen pusu
Kemikleri sayılan bir fakir ölüsünün
Kabrini ziyarete çıyanlar bile gitmez
İçinde kaç ruh yaşar bu derin kan gölünün
Kılıcına su vermiş cengâver dahi bilmez
En son çare kökünden kesmek ıhlamurları
Ve yıkmaktır köprüyü akmasın diye zaman
Engerekler mevsimlik uykusuna yatmalı
Vaz geçmeli cemreler toprağı uyarmaktan
1979-1982
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!