Yazarının adının önemi yok zira ona yazılan daha önceki hikayeler arasında bu hikayenin de bir önemi yok bu yüzden size bu kimsesiz yazarın kim olduğundan bahsetmeyeceğim çünkü Topkapı sarayının saadet bahçesinde,saraylı bir İstanbul akşamında genç bir adamın hayallerinin iki damla göz yaşıyla hazin bir şekilde noktalanmasın dan bahsedeceğim…
Herkesi düşünüyor dedi. Öyle dedim.. Seni dedi..? Beni boş ver. Doğum günü yaklaşıyor ya sıkıntın ondan dedi. Sustum. Susma öyle dedi suçlu çocuklar gibi dedi. Ne diyeyim dedim. Doğum günün kutlu olsun,iyi ki doğdun falan de işte. Hem sen demiyor muydun çok iyimserdir herkesi düşünür diye. Hiç sorma herkesi düşünür o. Mesela geçenlerde çıkan yangında ölen 11 işçiyi, çocuklarının gözleri önünde öldürülen anneyi, Suriye deki yüzlerce masumu düşünür. Bu insanların çaresizliği kalbinde ağır bir yük olur gece yarılarında… Gözlerinden uyku akar ama uyumaz biliyor musun eğer uyuya kalırsa onları üzeceğinden korkar… Tamam işte dedi sen ona bir şeyler yazmasan belki üzülecek dedi. Belki dedim… Öff dedi Ahmet hiç bayan ruhundan anlamıyorsun. O bir bayandan öte dedim. Ne o melek mi dedi..? Melek nedir diye sordum.? Melek nurdan yaratılmış yeme içmesi olmayan günahsız sahih varlıklardır diye cevap verdi. O zaman melek değildi. Aslın da o ne bir melek ne bir huri idi öyle gökyüzünde sırça bir köşkü olan prenses falanda değildi. O yıllar önce 1 haziranda dünyaya gelmiş, kaşlarını marlen Dimitri modasına uygun olarak kalemle yukarı doğru çekmiş, aşkımsı kırmızılara bürünmüş, güneş rengi saçlarıyla insanı kendine bağlayan, mehtaba ya doğ ya doğayım diyecek güzellikteki teninin rengi ile başlı başına bir kadınlık dehasıydı..
Haziranın ilkinden sonraki günlerin birinde çok güneşli bir İstanbul sabahında Ahmet’le beraber kulübede oturmuş çayın demini almasını bekliyorduk. Çok titiz adam dır bizim Ahmet 20 dakika olmadan çayı açmazdı. Bu huyunu bilerekten çay oldu mu dedim? İki dakika sabredemedin dedi. Ahmet evliydi birde çocuğu vardı hep ondan bahsederdi.. Eee ne yaptın senin şu yaş günü olayını dedi? Hiç sorma anlatılmaz bir gündü..
Aşkın derununa indim Nazlının gözlerinden.
Fezaday dım sanki bir tutan yoktu ellerimden.
Medet diyorum medet tanımıyor beni kendine ram eden.
Soruyorum nefsime aşkı bilmeden aşık olmak neden.
Kalbinde gizli bir gel vardı dili ikrar etmesede.
Nihayet gelebildin yarım satir bekliyorum nerdeydin diye geçirdim içimden. Ama hemen önümdeki orta boylu beyaz gömlekli kız benim gibi yapmadı. Ağaç ettiniz bizi sabahtan beri bekliyoruz, bir otobüs mü var bu hatta dedi. Şoför umarsız bir tavırla gayri ihtiyari bir bakış attı kapıları kapattıktan sonra yola devam etti. Otobüs ağzına kadar dolmuştu güç bela beyaz gömlekli o kızla arkaya doğru ilerlemeye çalışıyorduk. Bize göre sol taraftaki koltukta bir genç oturuyordu,hayır! Daha 18 de bile yoktu herhalde genç olamaz o daha çocuktu. Peki çocuksa elleri neden bu kadar nasırlıydı? Öylece oturuyordu bir şeyler düşünüyordu aslında düşünüyor mu ölüyor mu bilmiyorum hem düşünecek neyi olabilirdi ki bu kadar dalmıştı neydi onu alıp çok uzaklara götüren. Hemen yanında ayakta duran yorgunluğu gözlerinden okunan teyze o çocukla gençlik arasında kalmış delikanlıya bakıyordu gözlerindeki yorgunluğu fark etmesini ve kendisine yer vermesini bekliyordu. Delikanlının hiçbir şey umurunda değildi ne o teyzenin gözlerindeki yorgunluk izleri ne o kot pantolonundaki saç yağının açtığı delikler nede dünden kalma üzerinde taşıdığı amonyak kokusu. Belikli kuyumcu atölyesinde çalışıyordu işaret ve başparmaklarının uçları cila yapmaktan incelmiş birazda parlak duruyordu ve tabi ki tırnaklarının arası siyah lekelerle doluydu. Bir saniye dedim teyze biraz düşünsün biraz ölsün belli ki gece uyuyamamış birazda uyusun sana yer verecektir diye geçirdim içimden. Tekrar yanımdaki orta boylu beyaz gömlekli kıza dönmek zorundaydım. Çünkü az önce beni savunmuştu şoföre hesap sormuştu bizim için, neden ağaç ettiniz bizi demişti. Aslında o hesabı benim sormam lazımdı neden ülkemin beyaz gömlekli güzel kızlarını bekletiyorsunuz demeliydim yeterince beklemediler mi bizim Çanakkalelerden, Sakaryalardan dönmemizi. Gecikirsek gelmezsek ağladıklarını bilmiyor musunuz demeliydim sonra” Nene” hatunun peşine takılıp bize yardıma geldiklerini unuttunuz mu demeliydim ama diyemedim işte.
Elinde pahalı markaların birinin gösterişli bir poşeti vardı biraz eskimişti belki bir yenisini bulsa yada daha pahalı bir marka poşeti bulsa değiştirecekti ama yoktu işte şimdilik bununla idare etmek zorundaydı. Ve biliyor musunuz o poşette o markaya ait bir tişört ya da herhangi bir şey yoktu. Belki sabah çıkarken annesinin hazırladığı ekmek arası bir şeyler vardı ya da çalışırken giydiği önlüğü. Kahretsin birazdan yine o can sıkıcı atölyeye girecekti konfeksiyon atölyesine yine o aynı şey olacak ille de Müslüm, Orhan, Ferdi ille de arabesk dinleyeceklerdi çünkü patronlar usta başları böyle istiyordu.
Bu sistem beni ve ülkemin beyaz gömlekli güzel kızlarını öldürecek. Neden yaptığımız işlerden utanmamızı istiyorlar neden Müslüm, Orhan, Ferdi dayatması neden bu markaların poşetlerine saklıyoruz yiyeceklerimizi taşıdığımız poşete göre mi değer veriyorlar bize anlayamıyorum anlamak istemiyorum.
Şu an önümde duran orta boylu beyaz gömlekli güzel kız az önce beni savunmuştu hiç tanımadığı birin savunmuştu. Düşünecek daha önemli şeyleri vardı elindeki mavi renkli cüzdanı, siyah çantası, kahverengi ayakkabısı ve aynı renk kemeri… Üzerindeki bu renga renk uyumsuzluğu bir an önce gidermeyi düşünmeliydi belkide. Belkide bu ay sonu biraz kendine para ayıra bilirse çantası ve cüzdanı ayakkabısının renginde olacaktı. Oysa tüm hayallerini hüzünlerini düşüncelerini bir kenara bırakıp bir anlıkta olsa beni savunmuştu bu yüzden bir teşekkür borçluydum kendisine. Ona doğru döndüm bakışlarımı fark etmesi istiyordum ki bi an o da bana doğru döndü gözlerinin içine baktım teşekkür ederim diye geçirdim içimden…
“Allahım lütfen ülkemin çocuk yaştaki gençlerini ve beyaz gömlekli güzel kızlarına yardım et…”
Ben yaban yerde bir dikendim.
Has bahçesinde en güzel gülü sevdim.
Yanına gitmeye yoktu mecalim.
Neyleyim uzaktan bakmakla yetindim.
Ansızın karşısına çıkışıma hiç sinirlenmiş gibi durmuyordu hatta sevindi desem abartmış olmazdım. Tam karşısına oturdum beyaz gömleğinin üzerinde saçlarının sarısından rengini alan sarı renklerin hâkim olduğu atkı ona çok yakışmıştı. Boynunda yusufçuk kolyesi, sol işaret parmağında turanj renkli bir yüzük vardı. Ayriyeten masanın üzerinde soğumaya yüz tutmuş çayından başka zencefilli kurabiye, rayban marka kahverengi bir gözlük ve hiç susmayan telefonu duruyordu…
Aylardır onu göremeyişimin vermiş olduğu özlemle gözlerine baktım ve çok güzel olmuşsun demekten kendimi alamadım.
Hafiften dağılmış sarı saçlarını eliyle topladı siyah gözlerini gözlerime dikti tatlı bir tebessüm ve nazenin bir eda ile teşekkür ederim dedi ve sustu…
Kendinden emin duruşu, hurileri aratmayan güzelliği ve şuh fiziğiyle karşımda arzı endam ederken gözlerinin renginden sarhoş olup hayal âleminin derinliklerinde kendimden geçmiştim ki…! Hemen sağ tarafımdaki TV ‘nin açılmasıyla bir anda irkildim.
Saat tam yirmiyi gösteriyordu “A Haber “ diye bir kanalda enkırmen o klişe girişlerinden birini yaptıktan sonra haberlere geçti.
Biz Yasin suresinin kaçıncı sayfada olduğunu çok iyi bilen adamlarız sevgilim.
Çünkü zor zamanımız da Yasin okuyarak Yasin’in rabbin den yardım isteyen adamlarız. Okumak deyince “ikra” deyince nur dağında bir başlangıç gelir aklımıza, kap karanlık hırayı nurla aydınlatan cibrili emin gelir aklımıza, Efendimiz Sultanı Resul Muhammedenül Mustafa gelir aklımıza Allah gelir aklımıza. Ve imkânsız denilen her şeyde bile bir ümidimiz vardır. Hasta annemizin bi anda iyileşeceğini ümit ederiz mesela. Ayasofya’nın bir gün ibadete açılacağını ümit ederiz. Yâda İstanbullun muhtelif semtlerinin birinde bir nisan yağmurunda ansızın seninle karşılaşabilmeyi ümit ederiz. Kubbe tüs sahara nın, mescidi aksanın, Kudüsün kurtulmasını ümit ederiz. Çünkü ümit kesmenin günah bir şey olduğunu biliriz. Kapitalizmi sevmeyiz milli görüşçü ağabeylerimiz kapitalizmin kötü bir şey olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden “ Karl Marx’la” aramız yoktur. İbrahim tekneci ve ben milli görüşçü ağabeylerimizin bu ülkenin kalbi ve vicdanı olduğunu düşünüyoruz. Çünkü onlar Somali de kilerin aç olmasından rahatsız olurlar bu yüzden geceleri uyuyamazlar sabah işe giderken gözleri kıp kırmızı kesilir onların. Çünkü buhariyi bilirler tirmiziyi bilirler hadis bilirler onlar “ Komşusu açken tok yatanın bizden olmadığını bilirler”. Hiçbir zulme seyirci kalamazlar onlar bir yerlerde bir Müslüman’ın canı yansa çağlayana koşarlar hemen, bir gemi demir alır limandan hemen. O an mavi olur Marmara sonra mas mavi olur Marmara salına salına gelir şehitle döner mavi Marmara. Biliyor musun sevgilim dünyanın bu insanların hatırı için döndüğüne inanıyorum. Ve bende Tarık ağabeyim gibi bir gün bir çılgınlık yapıp hatır için ölmeyi düşünüyorum.
Batılı o adamın dediği gibi “ ilkellik kadar asaletli bir şey yoktur “ çünkü ilkel denilen o insanların sahiplendiği hiçbir şey yoktur ne bileyim işte tarlaları yoktur mesela çitlerle çevrili bahçeleri, arazileri, atölyeleri, fabrikaları yoktur sahiplenmezler hiçbir şeyi onlar toplayıcıdırlar bulduğunu yerler.
Ama bu modern zamanların insanları her şeyi sahiplenmişler tüm arsalar, tarlalar onlarındır devasa fabrikalar kurmuşlardır firavun gibi insanları köle gibi çalıştırmak isterler o insanların gururlarını namuslarını isterler başlarının eğik gezmesini isterler.
Onlar bilmiyorlarmı sevgilim mülk Allahın dır. Yok bilmiyorlar heralde bilseler böyle yapmazlardı. Hadi ver elini biz yine gidelim buralardan kalpleri taşlaşmış insanların olmadığı yere gidelim şehirleri, kentleri, fabrikaları her şeyleri onların olsun. Yalnızca bir dağa ihtiyacımız var bizim bir mağaraya bir hira sessizliğine ihtiyacımız var. Hem Efendimiz de ordadır belki Ebu Bekir de vardır ve sultanı resul korkmayın der biz hiçbir şeyden korkmayız "Sevğilim"...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!