“Bazı kadınlar, aşkı beklerken
Meleklerin suskun tarafına dönüşürler.”
Züleyha ağlar.
Ama bu, gözden süzülen bir damla gözyaşı değil
zamanın çatlağından damlayan bir hakikattir.
O damla, kâinatın susmuş bir kelimesidir.
Gözyaşları değildir kendinden göç edenler,
asıl göçen,
peygamberlerin ardında bıraktığı
sessiz vahiylerdir
akarken yanaklarından.
Ve her vahiyle birlikte,
kalbinin içinde bir uygarlık çöker,
kainat yavaşça susar
ve akar aşkın konaklarından
Artık yalnızca ağlayıp duran bir kadın değildir o.
Ağıtları bir duadır, ete kemiğe bürünen,
bir peygamber sabrının
can bulmuş hâline dönüşen.
Bedeninde ten değil,
yüzyılların yorgunluğunu taşır o
ve zaman,
onun ellerinde yoğrulur.
Yalnızlık, onun içinde yuva kurar,
kendi rahmine düşmüş karanlıklar gibi,
ve kendisini doğurur yeniden.
Züleyha, kendi içine doğan bir gecedir artık.
Bir gece ki;
ne ayı vardır, ne sabahı
yalnızca içsel bir sonsuzluk dolaşır damarlarında.
Her iç çekiş,
bir galaksinin yüreğine doğru bükülmesidir.
Çünkü aşk bazen
kendi içine çöken bir kara delik,
bazen yüreğine saplanan bir bıçaktır.
Ne sesi bırakır dışarı,
ne de yası.
Aşk,
Züleyhanın, var olmakla yok olmak arasında
asılı kalmış çığlığıdır artık.
Yusuf, ulaşılmazın en koyu gölgesidir...
Bir pusula değil,
pusulayı şaşırtan bir kutuptur artık.
Çünkü bazı aşklar, sevgiliden çok
kayıp bir kıtadır artık.
Züleyha’nın aşkı,
ateşle su arasında unutulmuş bir harf gibi durur:
Bir tarafı yanmak,
diğer tarafı boğulmak
bazen ezilmez yenilmez bir gurur.
Züleyha tam ortasındadır aşkın:
ne kavuşabilir,
ne vazgeçebilir.
Aşk, bazen ulaşmak değil;
ulaşamayacağını bilerek
bir meçhule yürümektir.
Gökyüzü onun gözlerinde bir kandil.
Gecenin karanlığında bir fanus,
ve susmuş bir evren dolaşır bakışlarında.
Züleyha, artık gece olur
ve her yıldız,
onun içinde kırılan bir hatıra gibi düşer boşluklarına.
Yıldızlar değil,
içindeki evrenin dışına taşan acı çığlığıdır.
Ay da gökte durmaz artık,
Züleyha’nın alnına düşmüş
bir mühür gibi parıldar.
Alnı, kaderin ilk kelimesini taşır artık.
Çünkü bazı alınlar,
kaderin değil,
varoluşun ispatlarındandır.
Sabır onun tenine işlenmiştir.
Tırnaklarında kendi kanıyla kazınmış dualar,
parmaklarının ucunda taşıdığı heyulalar...
Zira aşk her zaman sabretmek değil,
sabırda kavrulmaktır.
İçinde büyüyen çöl,
susulmuş kelimelerden bir haykırış,
kurumuş kumdan bir göl...
Her adımda
ayaklarının altından mekan çekilirken
O'nun içinden geçerken
yolunu kaybeder zaman...
Kalbi,
kimsenin konuşmadığı
kayıp bir mabettir.
Yusuf oradadır
bir misafir değil,
söndürülemez bir yangındadır.
Biri Züleyha’ya baksa,
sadece bir kadını değil,
insanlığın ilk yalnızlığını okur yüzünde.
Adem’in unutuluşunu,
Havva’nın eksikliğini,
Meryem’in suskun mucizesini,
Süleyman’ın içindeki dilsiz kalabalığı
Belkısın getirdiği tahtı görür yüzünde
ve Hira’nın siyah sessizliğini taşır gözbebeklerinde…
Züleyha, bütün bu unutuluşların toplamıdır artık.
Sonra susar.
Ama bu suskunluk,
bir son değil
başlayan içsel bir kıyamettir.
Bazı sessizlikler,
zamanı durduran bir olgudur.
Ve aşk, bazen ses değil
var oluşun ta kendisidir.
Züleyha artık ağlamıyordu.
Çünkü aşk,
bir yerden sonra sevilenle değil,
bekleyenin boynuna asılmış bir kementti.
Ve bazı kadınlar,
bir adamı beklerken
kendilerinden geçip
kendilerinde yok olurlar
ve yine kendi kendilerini doğururlar...
Kayıt Tarihi : 3.4.2025 03:21:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!