Uzaktan insana içinde mesut insanların huzur dolu günler geçirdiğini gösteren yörenin en göz alıcı evi. Etrafı duvarlarla örülü, her mevsim renginden taviz vermeyen çam ağaçları, tam bahçe kapısına yakın yaklaşık otuz yaşlarında bir dut ağacı ve gölgesi oturma odasına kadar giren kavaklar… Üzerine çok eskilerden kalmış olduğu solmuş renginden belli olan naylon güller bulunan dikdörtgen masa evde geçen tüm olayları dışarı sızdıran iki gelin tarafından özenle dizilmiş sandalyeler dahi ilk görüşte insana ideal insanların varlığını söz konusu olduğunu simgeler.
Düzenin nasıl hırpalandığını, büyük harflerle dile gelen sözlerle yerden yere vurulduğuna tanık olmadan inanmak mümkün değil…
İkindiye doğru kapı çalındı. Küçük gelin elindeki işi bırakıp kapıya bakmaya gitti. Kapıda Perihan Hanım’ı görünce keyfi kaçmış olmalı ki içinden “Yine mi? ” diye geçirdi. Sevinmiş gibi görünerek:
“Abla hoş geldin…”
Perihan Hanım hiç sesini çıkarmadan çocuğun ayakkabılarını çıkarıp…
“Geç Serhat” dedi.
Sesi ağlamaktan hafif kısılmıştı ama gözleri bayağı şişmişti. Tam bu sırada oturma odasından çıkan Anne Sevim Hanım, kızını görünce, “Perihan yavrum ne oldu böyle…” diyerek şaşkınlığını dile getirdi.
Zaten dokunulsa ağlayacak olan Perihan Hanım, salondaki koltuğa hızla oturup “Gitti annnee! Gitti, terk edip gitti beni” diyerek, ellerini bacaklarına vuruyordu.
Perihan Hanım küçükken geçirdiği bir kazadan dolayı sinir damarları zedelendiği için, morali düştüğünde karşısındakileri pençelemeye her şeyi yakıp yıkmaya hazır durumdadır. İradesinin dışında.
Sevim Hanım, aceleyle kızının çantasından ilaçlarını çıkararak, gelinden bir bardak su istedi.
Kızına tek tek ilaçlarını yutması için veren anne, bir yandan da daha önce yere göğe sığdıramadığı damadına söyleniyordu:
“Boynu devrilesi damat… Gül gibi kızımı ne hale getirdi”
Kızını kanepeye yatıran anne, kocası Levent Beyi aradı.
“Alo Levent”
“Ne oldu Sevim? ”
“Serdar evi arabayı, her şeyi bırakıp gitmiş, tez git bul o n…….. suzu! ”
“Yav! Ben nerden bulayım onu? Kaç defa söyledim bırakın gitsin. Adam açık açık söylüyor, İstemiyor bizim kızı. Söyleyin Perihan’a boşanmayı kabul etsin.”
“Levent sen ne diyorsun. Kız burada baygın yatıyor.”
“Ölsün, bekçi gibi kocasının önünde mi duracağız. Serdar istemiyor. O ise üstüne üstüne gidiyor…” diyerek telefonu karısının yüzüne kapattı.
Birbirleriyle geçinememelerine rağmen evliliğini devam ettirmek isteyen Perihan Hanım, aslında kocasını çoktan kaybettiğini biliyordu. İstediği tek şey eşinin onların (kendisini ve çocuğunun) içinde bulunması. Fakat Serdar Bey, canından bir parça olan oğlu için bile saniyelerini ızdıraplarla geçirdiği evinde duramamaktadır.
Levent Bey’de aslında damadına hak veriyordu. Kendisine tüm nasihat ve çabalarına rağmen kızını bir türlü evinin hanımı yapamamıştı. Çünkü kızı iki gün kendi evinde ise iki hafta babasının evinde kalıyor ve bunu hiç de sorun etmiyor. Levent Bey, her ne kadar karısının ve kızının yaptığı hataları göstermeye çalıştıysa da bir türlü başarılı olamadı. Hatalar düzelmeyince de damadına hak vermeye başladı. Onda bulunan objektif düşünceler oğulları Hakan ve Hasan’da mevcut değildi. Çünkü, Hakan ve Hasan anneleri ile aynı karakter yapısına sahiptiler. Bu gibi olaylarda daima eniştelerini haksız görüyorlardı.
Karısı Ayten’den kız kardeşi Perihan’ın durumunu öğrenen Hasan, silahına sarılarak Hakan’a da haber vererek, eniştelerinin gidebileceği yerlerde aramaya koyuldular.
Bu arada haberi aldıklarını öğrenen Levent Bey, hemen oğullarını caydırmak için aradı.
“Alo Hakan, nerdesiniz? ”
“Ç…… Kahvesindeyiz baba. Arıyoruz ama yok hiçbir yerde”
“Çabuk dönün eve. Bırakın ne yapıyorsa yapsın. Yerden göğe kadar haklı…”
“Ne diyorsun baba… Ablamızı terk eden n……..suzu cezasız mı bırakacağız? ”
“Ulan oğlum sen kendi karını bir gün bile babasının evinde kalmasına izin veriyormusun. Serdar insan değil mi? İşten geldiğinde eşinin kendisini güleryüzle karşılamasını istemez mi? Bu da onu istiyordu. Ama ablan hiçbir sorumluluğunu yerine getirmedi.”
“Senin yapamadığını biz yapacağız. Ablamıza sahip çıkıp, onu öldüreceğiz” diyerek telefonu kapattılar.
Oğullarına dil döken babanın sözlerinin dinleneceği yoktu. Zaten hiçbir zamanda çocuklarına sözlerini dinletememişti. Böylelikle Levent Bey’in çocukları üzerindeki otorite zayıflığı kendisini bir kez daha göstermişti.
Tüm aramalarına rağmen eniştelerini bulamayan gençler, yorgun argın ve öfkeli bir şekilde eve döndüler. Ev oldukça sessizdi. Kapı çalınana kadar. Bulamadıklarından yakındıklarını söyleyen gençler, söylene söylene içeri daldılar.
Baba Levent Bey, anne Sevim Hanım ve abla Perihan, Hakan ile Hasan büyük bir hırsla içeri girmelerinden sonra telaşla oturdukları yerlerden kalkarak, meraklı bakışlarla gençlerden kafalarındaki sorulara cevap bekliyorlardı.
Odadaki bir anlık sessizliği bozan Levent Bey, “Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz, E………? Başımı belaya mı sokacaksınız? Neden laf dinlemiyorsunuz? ” diyerek, Hakan’ın üzerine doğru yürüdü. Hakan’ın yakasını tutan baba, senelerin biriktirdiği doluluktan patlamaya hazırdı.
“Ben dururken siz nasıl kendi kendinize karar veriyorsunuz. Bir kere de olsa dinleyin beni…” diyen Levent Bey’in vücudu gibi sesi de titriyordu. Asabi konuşmasından ötürü harfleri yutuyordu.
Hakan babasının elinden kurtulmak üzere, babasını geriye doğru itti. Dengesini yitiren Levent Bey, odanın ortasına yığılıp kaldı. Hırsını alamayan Hakan, babasının yere düşmesine bakmayarak:
“Eeee… Yeter artık. Sen kimden yanasın. Bizden mi, yoksa o adamdan mı? ”
Oğlunun kendisini itmesinin ve diklenmesinin şaşkınlığını yaşayan Levent Bey, ne söyleyeceğini bilemeyerek, gözlerinden bir damla gözyaşı süzüldü.
Bütün aile Hakan’ın bu tavrından destek alarak, Levent Bey’in üzerine yürümeye başladılar.
Her kafadan bir ses çıkıyordu. Bu sesler karşısında Levent Bey küçüldükçe küçülüyordu. Heybetli bir duruşa sahip olan Levent Bey, bir yün yumağı gibi küçülmüştü. Damla damla akan gözyaşları bir sele dönmüştü. O ortamdan biran evvel kaçmak isteyen Levent Bey, son bir cesaretler yerden doğrularak, “Yeter! ” diye feryat etti.
Ailesi üzerinde hakimiyeti yitiren Levent Bey, odadan hızla çıkarak kendi yatak odasına çekildi.
Odaya sessizlik çöktü. Hiç kimseden ses çıkmıyordu. Başta anne Sevim Hanım olmak üzere, bu olayın bu safhaya gelmesine anlam veremedi. Odada buz gibi bir hava esiyordu. Herkes bulundukları yere çakılmış, boş gözlerle birbirlerine bakıyorlardı.
İnce bir halat ile bağlı olan aile bağları sonunda tamamen kopmuştu.
Perihan’ın hiç ayrılmadığı baba ocağına geri gelmesi, baba ocağını dağıtmıştı.
Yatağına yüzüstü uzanan Levent Bey, geçmiş yılların muhasebesini yapmaya başlamıştı. Bugüne kadar ailem dediği kişiler kendisine cephe almıştı. Aynı yastığa baş koyduğu hanımını bile tanıyamamıştı. Ya çocuklarına ne demeli? Bir dediklerini iki etmeyerek yetiştirmişti onları… Oysa onlar kendisini tartaklıyordu.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. O her zaman kendisini evin reisi olarak görüyordu. Ama şu an tek kalmıştı. Sözü dinlenmeyen bir ev reisi idi.
Burukluk içerisinde yattığı yerden doğrulan Levent Bey, odanın bir köşesinde bulunan dolaba doğru yöneldi. Dolabın gözlerini karıştıran Levent Bey, bir beze sarılı olan silahını alarak, tekrar yatağına doğru yöneldi. Vücudunu külçe gibi yatağa bırakan Levent Bey, elleri titreyerek silahıyla oynamaya başladı.
Levent Bey odasına vicdan muhasebesini yaparken, ailenin diğer fertleri oturma odasında sessiz bir şekilde yaşananları değerlendirmeye çalışıyorlardı. Olaylardan kendi sorumlu hisseden Perihan, pişmanlığını dile getirmeye çalışıyordu:
“Boyu devrilesice adam. Nereye gidersen git. Allah belanı versin. Bak başımıza ne getirdin.”
Hakan ise babasına karşı yaptığı hareketin yanlışlığının farkına vararak, oturduğu yerden kalkıp babasının odasına doğru yöneldi.
Ailenin diğer fertleri Hakan’ın peşi sıra gittikleri an, şimşek çakması anında yaşanan bir patlama ile irkildiler.
Silah sesi Levent Bey’in kaldığı odadan geliyordu
Kayıt Tarihi : 20.1.2009 11:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!