sözlerin,
hep kulaklarıma aşina ama anlaşılmaz bir dil
gece vakti bir yıldızın ölgün ışığı
ki yıllar evvel sönmüş belki
idam sehpasına çıkmadan önce imamın söyledikleri
kurumuş dallara bağlanan alacalı çaputlar
Başıboş gezmelerle doluydu uykular
Dikkatsizdi, aklı bir karış havadaydı üstelik
Bir aşk daha düşmüştü foseptik çukuruna
Ve belediye ancak örtbas etmek için göndermişti ekiplerini
Çılgın dalgalıydı deniz
Seviyordum dünyayi bir zamanlar
Şimdiki gibi değildi, dostum çoktu
Arkadaşımdı sekizinci günü haftanın
Zamansız terketti herkes gibi
Adını bile unuttu takvimler...
Kitaplar da severdi beni eskiden
I
Kar kaplı yüce dağlar, adları Kaf
Güzellik diye bağlandığım taş toprakmış, bilmeliydim
Öyle ki; ne cennet ister beni, ne cehennem ateşi
İki elim yanımda, derin vadilere sıkıştım
İşkencesiz ızdırap çekilen yerdeyim; adı araf
Bir iki el ateş açtım havaya çakmakla
Sigaramı tellendirmeye yeltenirken
Bir araba geçti dışarıdan
İlk önüne çıkanı ezecekmiş gibi
Bir an o olmayı diledim yani ezilen
Sonra düşündüm; saçma!
Kafeste kuşlar vardı
Ve deniz görünüyordu
Bozkırın ortasında
İstanbul kalabalığında
Kız Kulesi yalnızlığında
Sokak çocuğu düşleri vardı ellerimde
bak ben öldüm çoktan...
kalmadı hiçbir yerimde masumiyetin timsali
göğe bakar feri sönmüş gözlerim
bilirim, bu hep böyledir
her hoyrat rüzgar uçuracağı bir kuru yaprak bekler
ve gelinlik beyazlığındadır tüm kefenler
gidiyorum...
rüzgar ayak izlerimi de siler nasıl olsa
kulaklarımda hüzünlü bir bahar ezgisi
gidiyorum...
n'olurdu şimdi çıkıp bir dur diyen olsa
ellerimde valizlerin keskin sapları
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!