'' Sen varsın diye kestim ağaran sakalımı,
dişlerimi fırçaladım, söküğümü diktim.
Sen varsın diye aldım yaşamın tozunu,
sularım aydınlanıyor sen varsın diye.
Bir dağbaşı kasabasıydım eskiden,
Aşklar öyküleriyle güzeldi eskiden, şimdi
her aşk bir öykü arıyor kendine;
ah benim uman bulunmayan umarsızlığım!
Kadının biri ısınma umuduyla dolaştırıyor
koynunda ellerini, adam apış arasında
arıyor güneşli günleri. Çile yurdu ömrüm
Bakarken çocuğuna bir anne
gözleri mine mine açar ya işte öyle
hep öyle bakacağım sana dünya
Günler önemli değil,
aylardan ister nisan olsun
ister mayıs;
Anlamıştım mevsimlerin değişeceğini
seni o sabah sesinden öptüğümde! ..
Yağmur bulutları geziyordu üstümüzde;
aşk burcundayız aylardan ilkyaz kapısı,
kelebeklerin yazgısı ağıyor ömrümüze.
Uçurumlar oyuyor yüreğime birileri
eski bir testerenin paslı hüznüyle,
üstüne yağmur çiseliyor çocukluğumun.
Ben mi? İncecik özenlerle durmadan
güneşin doğuşunu işliyorum
kuşların konamadığı gök/yüzüne! ..
Son bir yıldır içimdeki fırtına dindi
kıpırdamıyor gözlerindeki yeşil seninse;
Ankara yağmurlarla geçiştiriyor kışlarını! ...
Çoktan ayrılığı duyumsadı anlayacağın
saksıdaki karanfilin titreşimleri bile,
özlem beni de vurdu, evin kedisini de.
Sen özlediğim eski sevdalar gibisin,
koynunda bir avuç serçe ötüşü.
Ormanın endişesi güzü,
derin uğultusu düşen yaprağın
ve yalnızlığın türlü türlü
Eski günlerin yasını tutuyor kadavram,
oysa kendi halinde bir ömrü seçmiştim;
sevmek buysa belki kendimi özledim ben
sessiz ve yakınmasız yorgunluklarda!
Hatadan arınmış günüm olmadı hiç,
Günün dağlardan inme vakti geldiğinde
mevsim güz, bulutlar yağmur kokardı,
sözcükler sevinçten uçardı adın geçince.
Eskiden insan varsa aşk da vardı, şimdi
o bildik gökyüzü değil üstümüzdeki.
Ömür çıkınından sarkmaya başlayınca güneşin eli
bir umut fiyaskosudur anla ki daldığın sev da gölü:
pervazı aşınmış kapının önünde üç-beş nöbeti! ..
Eski tadı yok girişin ve çıkışın, gülüşün ve ağlayışın;
coğrafya dersinde tırmandığım tepeler bile aşınmış,
tanıdığım en yaratıcı şairlerden biri