Acılarımın esaretinde hürriyete özlem dişleyen ve sırtımda saklı acılarımın merhemi ey katliam öncesi susuş. Düşlerimi hançerleyen, yüreğimin dağlarında eşkiya gezinen kaçak. Sen ben olduğunda, her gece savaşlar verdim ve yıkılmış şehirlerimde ağıtlar yaktırdım emanetini taşıdığım düşsel ninelere. Gideceğin elbette belliydi çünkü her savaşın bir galibi vardı ve ben hep yenildim. Gelişine kanadım gidişine ise anlam yükleyemedim. Oysa gidişin ne muhteşemdi!
Şimdi yetim, şimdi öksüz, şimdi aklın yetmediği zamanlardayım. Ve yine yitik şehirlerde ben kaldım. Ve yine savaşlarda lime lime etti afakanlar. Ey! sevdası, yürekleri serinleten taçlarda sunulan serap, sen aramaklığım, gizemliğim ve de kaçak şehirlerimdin. Kilometreleri aşındıran bendim ve yakalı güneşlerim vardı!
Açlığım, susuzluğum, üşümüşlüğüm.... Çekiştir beni ne olur. Yutkunmuşluğumda boğazıma takıl. Ben, olmadığın zamanların adına çocuklar büyüttüm, şimdi hepsi büyüdüler ve açlığın hükmünü sürdüğü memleketlerde çıkan isyanlar gibi varlığını soruyorlar. Ah emeğim dediğim, alnımın teri, bileğim, yumruğum... Sevdan bende güneşin yağmur yağdırması gibi yaşanılması deliresi bir mucizeydi.
Yoksun ve olmayacaksın, çığlığın susturmayacak geceyi. Çocukca çizdiğim şekillerden sen çıkmayacaksın, yani ülkem olmayacaksın, serhadını gözleyemeyecek gözlerim, ah ne yazık bu yüreği mülteci düşüreceksin başka coğrafyalara ah ne yazık, insafın keşkelerinde susuz bırakacaksın yani, yokum ve olmayacağım!
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta