Hozatı'ın Hasreti Şiiri - Yusuf Karataş

Yusuf Karataş
9

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Hozatı'ın Hasreti

Hozat’ın Hasreti
Kışlardan bir kış,
yüzüm çatlamıştı.
anneannemin evine Hozat’ın yollarında …
ağır tahta kapı hep açık olurdu, yıl 1977 aylardan aralık ve hava ayaz.
Sıcak tezek kokusu yüzüme vurdu.
Evleri iki katlı ahşap ve kerpiçten yapılı.
Alt katta dört oda ve geniş bir hol,
Dik merdivenler ortada,
Tuvalet ve banyo yan yana,
Eskiden pis su, kazılan derin kuyulara akıtılırdı,
Üst katta üç oda bir mutfak,koskoca.
Anneannemin heybetiyle dolu, bugün bile anımsadığım koca mutfak.
Oturma odasının üç tarafı sedirle kaplıydı, ortada kuzine, sıcak.
Aslında;
Kuzinenin yanmasına gerek yoktu, orası, o oda hep sıcaktı,
Çocukluğumun sıcaklığıyla doluydu.
Dedem güzel rakı içerdi,
Ben o sıcak odada ilk rakımı beş yaşlarındayken içmiştim.
Dayım Tahsin,
Bağlaması elinde, bir devrimci ağırlığıyla, yeni terleyen bıyıkları
Altından türküsünü söylüyordu,
Dedemle ikimizde rakı içiyorduk.
Çocukluğumun sarhoş yılları,
Geçmişi anmak yara masada,
Bu duraklarda kalmış onur dolu, alnı açık, sonradan kalleşleşmiş
Uçurumlarda aradığım ben ve bizim çocuklar.
Dedemin saçları yoktu,
Hep kasketle gezerdi.
Akşamları yatarken iki eliyle tuttuğu kukuletasını bir ustalıkla
Kasketiyle yer değiştirirdi ki anlatamam.
Bir keresinde saklamıştım kukuletasını,
Merakla ne yapacağını bekliyordum ki! dedem,
Kafasına bağladığı havluyla,
Anneanneme bağıra çağıra geldi ve uyudu.
Ben Aslan,
Çocukluğunda polis ve asker lojmanlarına,
Anneannesinin sağdığı sütleri,
Yaz kış demeden dağıtan o küçük ama yürekli çocuk.
Yürekli çünkü kış aylarında, ilçenin merkezi dışındaki lojmanlara,
Hele akşam vakti!
O sütleri taşımak biraz yürek isterdi.
Malum başıboş ve aç köpeğin,
Her türlüsüne rastlamak mümkündür bizim oralarda.
Bunu gönüllü yapıyordum.
Para için değildi olamazdı da…
Bize bu yaştayken öğretirlerdi onurlu yaşamayı,
Hesapsız emeğin ne olduğunu!
O günlerde bu sözcüklerle ifade etmem mümkün olmasa da,
Ne olduğunu biliyordum….
Evimiz de lojmanlar gibi biraz merkezin dışındaydı.
Müstakil.
Önünde yaklaşık beş altı dönümlük,
İçinde elma, kiraz ve şaka ağaçları olan şirin bir yerdi.
Biz armudun küçüğüne şaka deriz.
Zamanı geldiğinde değmişse şeker gibi olur şaka,
Tadına doyum olmaz.
Ağabeyim ben ve anam yaşıyorduk orada,
Mutlu ve huzur doluydu evimiz.
Babam o dönemlerde dişlerinin sağlığına bakılarak,
Almanya’ya işçi olarak gitmiş,
Ben o yaşıma kadar tanımıyordum.
Okula biraz erken başlamıştım,ki;
Bir gün her zamanki neşemle,
Okul çıkışı,
Fırından aldığım sıcak taş fırın ekmeğinin arasına koyduğum helvayı,
Kokusunu içime sindire sindire yerken,
Geldiğim mutlu evimde bir adam bana kucak açmış,
Yüzüme gülümsüyordu.
Anam yanında, bir adama baktım bir anama…
Ağzımdaki lokma bugün bile boğazıma takılmış gibi hissediyorum,
Yutamamıştım.
Tuhaf,
intihar eden bir duygu vardı içimde,
Gidesim gelmiyordu adamın kucağına ama kaçamıyordum da,
Elimde helvalı ekmeğim,
Boğazımda düğüm,
Yüreğimde ise ne yeşeren nede solan belli belirsiz bir sevgi,
Anlatamadığım ve anlamadığım…
Babamdı,
Alıp götürmüştü beni,
Bizi,
O yemyeşil çocukluğumun ilk sarhoşluğunu yaşadığım yerlerden!
Alamanyaya …
Zaman her şeyin ilacı ya,
Çocuk aklımla alışmaya çalıştığım,
Bir türlü alışamadığım,
Elimde stille gezmeyi,
Çişim geldiğinde istediğim yere işemeyi,
Lastiğe çomak takıp saatlerce peşinde koşmayı,
Yere tükürmeyi,
Toğük yapıp kaymayı ve daha yüzlercesini özlüyordum.
Bunların hiçbiri burada yok. Burayı anlamıyordum o yüzdende
Sevmiyordum.
Sevmek için anlamak gerekirdi! ! !
Sevmek ben bir çocuğa göre değil, bilmez diye düşünmeyin.
Bendeki sevgi Nevzat ağabeyin dediği gibi;
Bir ülkede geçmiyorsa yaşın yirmi biri,yedisinde sever…? ? ?
Ağabeyim Hasan,
Oralarda sahip olduğum tek dost,
Hem de iyi ve yürekli bir dost.

Gün batımının hep pembe olduğu yıllar,
Küçük kentimdeki stilin içinde kalmıştı.
Ama büyük şehir işte,
Medeniyet ve kültür dolu bu şehir.
Tüm mutluluğumu almaya başlamıştı elimden.
Henüz bir yıl olmamıştı ki,
Sıcak bir gün büyük bir çocukluk hevesiyle,
Bindiğimiz bisiklete araba çarptı.
Hasan arabanın geldiğini,
O saflığıyla bize çarpacağını anlamıştı ki,
Beni arkasından itiverdi ve araba çarptı ona.
Bisiklet ve hasan,
İki ayrı yerde yatıyorlardı.
Bisiklet kıpırdıyordu,
Hasan kıpırdamıyordu,
Ben kıpırdayamıyordum.
Caddedeki insanlar öylece durmuş bakıyorlardı.
Ne kadar yalnız olduğumu anladım.
Koşarak evde çamaşır yıkayan anama seslendim,
Ağzımdan çıkan tek sözcük
‘’Hasan’’,
‘’ana Hasan’’,
O Hasan Hüseyin di…
Bu göç kahramanlığı bizi bizden almaya başlamıştı,
Geçmişi anmak yaramıyor demiştim,
Güleç yüzüm artık gülmüyordu.
Ben ölüm korkusunu kendim için hiç taşımadım,
Taşımıyorum da,
Ama artık öyle bir sürgün yaşıyorduk ki,
Sadık bir dost eline muhtaç olmuştuk.
Artık ölmeye başlamıştık.
Burada kuruş eksik olsa bizim bakkal Zabit gibi,
‘’Önemli değil’’ demiyor,
Ekmek vermiyorlar,
Sıcak taş fırın ekmeğine koyup yediğim helvayı özledim.
Niye geldik ki buralara, neden?
Anamı kendi dünyasına iten her gün gözyaşı döktüren,
Babamı çok sonra öğreneceğimiz kanser illetine bulaştıran,
Ağabeyimi tamamen farklı kılan değiştiren,
Özünü unutan birine çeviren,
Bu yerlere neden geldik ki baba?
Bize verdiği tek güzel şey kardeşim oldu.


Zaman hızlı geçti,
Yani bana öyle geliyor şimdi.
Biz büyüdük ve memlekete döndük,
Hozat’a.
Kış yaklaşmıştı, hava serin ama tertemiz,
Yağmurun topraktaki sesini ve kokusunu derin derin çektim içime.
İlk yaptığım şey,
Ninemlerin evine gidip,
Mis gibi tezek kokusunu içime doldurmak oldu.
Nenem ineklere çürük sebze doğruyordu.
Upuzun kınalı saçları vardı onun,
Topuklarına değerdi.
Onları her gece uyumadan, üşenmeden tarardı,
Odur budur severim uzun saçı kadında.
Kucaklaşıp hasret giderdik hepsiyle
Ve ben hemen ertesi gün, yine süt dağıtmaya başladım.
Ne özlemişim be!
Bir yıl,
Ve sonra,
Babam yine bizi alıp kopardı oralardan.
Aslında hep bizim için,
Bunu şimdi biliyorum ki o zamanlar ondan nefret ederdim.
Akdeniz’e yerleştik ben ortaokula devam etmeye başladım,
Hasan ise hiçbir şeye başlamak istemiyordu.
Almanya’da o kazadan sonra değişmişti Hasan.
Artık en iyi ve tek dostum da yoktu bu dünyada,
Hozat’ım da.
Ona,
Okuldan ziyade bir hayal kurup onun peşinden gitmek daha kolay
Geliyordu sanki.
Öyle de oldu ve okulu bıraktı.
Babamın ilk kez ağladığını gördüm
Gözlerinden akan yaşlar ve babam.
O gün her şeyin bizim için yapılmaya çalışıldığını anlamış gibiydim,
Bugün kendi oğlumu,
Deniz’imi düşündükçe,
Anlıyorum.
Bazen çok geç kalınır bir çok şeye,
En çocukluğumu boşa yaşadım.
Çünkü bugün oğlum benimle her gün her an oynamak istiyor,
O gün ise,
Babam benimle yanımda olduğu her an oyun oynamak istiyordu.
Ne garip değimli?
Artık biliyorum ama geriye dönüş yok.
Babam gözlerini vermek üzere,
Canımın içi ihtiyar yitip gidecek bu dünyadan,
Hem de hemen.
Ankara’da öğrendik kanser olduğunu.
Almanya’da demir-çelik fabrikasında yuttuğu demir tozları
Ve bu dünyanın ahını almıştı sanki içine.
Öğrendiğinde beni Hozat’ın topraklarına gömün dedi.
Gerçi ben kolay ölmem,
Ama olur ya ölürsem,
Beni…
Anladım ki babam da en az benim kadar,
Özlüyordu toprağının kokusunu.
Bende onun…

Yusuf Karataş
Kayıt Tarihi : 27.2.2004 15:08:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Yusuf Karataş