Gece, sessizliğiyle etrafı sararken, bir veda rüzgarı esiyordu yüreklere. Yıldızlar bile bu vedanın ağırlığını taşımakta zorlanıyor, hüzün dolu bakışlarını yere indiriyordu. Ay, her zamanki parlaklığından vazgeçmiş, gökyüzünde silik bir hatıraya dönüşmüştü.
O ve ben... Yollarımızın bir zamanlar kesiştiği, şimdi ise birbirinden uzaklaştığı o noktada duruyorduk. Konuşmaya cesaret edemeden, gözlerimizde biriken onca sözcüğü sessizce birbirimize fısıldıyorduk. Kalbimde yankılanan her cümle, dilime gelmeden soluk birer gölgeye dönüyordu.
Ellerimiz, artık birbirine kavuşmayacağını bilen iki yabancı gibi titreyerek geri çekildi. Oysa bir zamanlar, dünyanın en sıcak sığınağıydı avuçlarımız. Şimdi ise, soğuk bir yalnızlık sarıyordu her birimizi. Zaman, bizi acımasızca ileriye taşırken, ardımızda bıraktığımız hatıraların üzeri ağır bir sisle kaplanıyordu.
Vedalar hep böyledir belki. Söylenmeyen sözler, içte biriken duygular, geri alınamayan hatalar... Hepsi birer zincir gibi boynumuza dolanır, nefes aldırmaz insana. Ama bilirdim ki, gitmek de sevmek gibidir bazen; ağır, zor ve sessiz.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.