“Hohlayarak buzdonu camda gözdeliğini açtım.”
Bunun ismi fırtanı olmalıydı. Hiç böylesine dokunmamıştım. Bu fırtına hiyeroglifi, karanlık binlerce (u) sesli çizgiler olmalıydı. Öyle bir (u) ki tarihe karışmış nice yeraltı medeniyetinin o ani kırılmalarından bir bileşimdi sanki.
Buraya geldim ve bunu bir kaç gün içinde hemen anlayıverdim. Gördüm onları. Bu yeraltı tirene, bu dolaplara ve bu karanlıktan çıkan mort ışıklı negatiflere Yeraltı Yaratıklarının sürgünleri dolup dolup boşalıyordu. Onlar çoktan çürüyüp toprak olmuşlardı ama, can verirlerken ve can verdikten sonra çıkardıkları o korkunç ses; onların tekrar şimdiki zaman zarına yaklaştırılmalarının sebebi olmuştu. Bu Yeraltı Yaratıkları farklı farklı tonlarda beyaz rengin sayısız karanlığında siluetlerini koruyabilmişlerdi yine de. Bizler onların çeşitli şekillerdeki canavarca görünürlükleri üzerine flimler yapıyorduk. Bizi, korkutmalarını istediğimiz ânlarda, onları kutu'landıkları yerlerin ta uzağından bile durdurabiliyorduk. Refah Toplumunu yaşatmakla iş bitmiyordu. Fantastik Üretim ve Tüketim Teknikleri bulmak lazımdı.
Bundan olsa gerek o zarda bir takım zonklamalar olmuyor değildi, oluyordu. Bazıları öyle korkuyordu ki, U'nun helezonları içinde geçmiş çağlarda giyindikleri eski bedenlerini yeniden yeldirerek, yine insan şekillerine dışlanarak, metroların son basamaklarına kadar kendilerini sürüklüyorlardı.
Bütün bunları benim görmem gerekmiyordu. Ama işte burada yaşıyordum. Bu yüzden o buzlu dolaplarla seyahatlere bayılıyor, içindekileri ayak ayak üstüne attıkları aldanışlarında tutuyor ve henüz açılmış veya katlanmış gazetelerini görüyordum. Gözdeliğini kapatmak istesem bile, o artık kapanmıyordu. Evet, evet!.. İşte burada yaşamaya bakmalıydım. Onlara acıyamıyordum, ama.. geldiğim ülkeye doğru kendime acıyor olmalıydım. Ülkeme bu gazeteler okunulmadan saldırıyordu. Eğer bir tercüme edilecekse; gazete satırları değil de karanlık camlara vuran satırların baskıları tercüme edilmeliydi. Ağzımdan ancak, kendi dilimi emebildiğimden, bu dilin Türkçeye tercümesi annesizdi. Kelimeler kelimelerle emişemiyordu.
Bu buzdonu camlarda üşürken tir tir titresem bile burada eve giderken her gün bana birşeyler fısıldayan bu yabancı rüzğarı giyinip kuşanmaya çalışıyordum:
- Taa burada! Koklasam onu. O bana bir Yusuf gömleği olsa. Karanlığa gözlerim açılsa!
Neler diyordum?.. Ben sanki Yakup muydum? Ben-Yakup?.. O burada yok!.. Buna rağmen karanlığa gözüm açılmasa da hissediyordum: Gömlek titriyordu. Camda karanlık üşüyordu. Ve gün, doğudan ta buraya kadar burnuma tütüyordu.
U'lar içimizdeki evin her yerine giriyordu. Dolapların ve çekmecelerin sahnelerinde kımıldatmadık sessizlik bırakmıyordu. Çarpa çarpa, küçücük u'larla bile zıngırdayan nesneleri döve döve; iğneliyordu. Bağrıyordu zerreler:
- uuuuuuuuuuuuuuu !!!
Gözdeliğini kapatmam imkansızdı.
Yaklaşıyordu U ordusu.
Kayıt Tarihi : 7.2.2021 03:01:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kaf Dağı 33 / 1995 Cahit Zarifoğlu, Yaşamak'dan: “Hohlayarak avuçiçi kadar bir yer erittim.” “Hohlayarak buzdonu camda gözdeliğini açtım.”
![Bünyamin Özdemir 2](https://www.antoloji.com/i/siir/2021/02/07/hohlayarak-avucici-kadar-bir-yer-erittim.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!