beni görmezden gel ey!
bağışla
çaputunu bağla şiir taşıma…
Çünkü hızlı yaşıyorlar…
Aydın Şimşek bir yazısında 'Hız bir ideolojidir ve metin hıza karşıttır.' diyordu. Oysa öğrenmek için yavaşlamak ve metnin içine dalmak şarttı... Yukarıdaki cümleyi kaydettikten sonra şiire hevesli genç kuşakların bende bıraktığı izlenimlere değinmek istiyorum. Onlara ilk öğüdüm “Önce öğrenmeniz, bolca okumanız lazım” oluyor. Şiir yazmayı öğrenmekten söz etmiyorum elbette. Gençler çoğunlukla modern ya da çağdaş denilen bir türde yazmaya çalışıyorlar. Ancak - bilinçli olanları tenzih ederek konuşuyorum - şiirin tarihinden, gelişiminden, tekniğinden habersizler. Günümüz şiiri bu denize varıncaya dek hangi vadilerden aktı; denizi besleyen akarsular hangileriydi; orada kimler kürek çekti; dalgalarla kimler boğuştu, kimler boğuldu, bilmiyorlar. Ahmet İnam’ın “şiirküre” olarak tanımladığı şiir ülkesinin kültürünü edinemediği için kısır kalan kalemler bunlar. Modern şiire varmanın aslında devingen, çözümleyici ve metinlerarası ilişkiler kuran bir dönüşüm hareketi olduğunu fark edemeyenler. Yeterince okuyup donanmadan, özümsemeden, şiir üzerinde bolca düşünüp yazmadan şair olunacağına inananlar… Çünkü değişen değerler hızlı yaşamayı, hızlı tüketmeyi öğretti gençlere. Şiirküre ise ustalardan-akımlardan-tarihsel sürecin kendisinden alınan derslerin sindirildiği; disiplinli ve aşamalı bir eğitimin sürdürüldüğü yerdir. Şiirküre’den geçmemiş şiirleri neden dergilerden geri dönüyordu? Bunu sıklıkla soruyorlar. “Dergiye varamadı da ondan” diyorum. “Şiirin sana varamadı henüz, çünkü sen ona ulaşamadın. Dergiye nasıl ulaşsın? Oysa ‘yalnızca şiirdir ayakları üzerinde duran’. Şiirini ayağa kaldırdığın gün kapılar da açılacaktır.” İçine düştükleri açmazı böyle açıklıyorum…
Farklı bir sorunumuz daha var. Son yıllarda mantıkdışı bir akıl yürütme yöntemiyle sık karşılaşıyorum. “Öykü çok tutuluyor. Öykü ya da roman mı yazsam mı acaba? ” diyorlar. Bu durum sanırım eğitim sistemimizin çarpıklığından kaynaklanıyor. Hedefe odaklanmayı bilmeyen, “Tıbba mı girsem; yoksa bilgisayar mühendisliği veya uluslararası ilişkilere mi? ” diyebilen gençler bu soruların altında yatan çelişkiyi ve tutarsızlığı fark etmiyor, çünkü para ve iş bu alanlarda mevcut. Pek çoğu için yaşamın amacı da bu kadar zaten. Başka türlü koşullanmamışlar. Tıpkı son yıllarda yazın sanatına hükmeden tecimsel-piyasacı öykü ve romanın rağbette oluşu gibi onlar da kendilerince işin kolay tarafına kaçıyor ama öte yandan ”Şiir tutmadı, başka bir şey yazalım” mantığı ile sanatın temellerini dinamitliyorlar.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman