Aklımın trotuarlarına reklam panolarını yerleştirenler kim? Orda neler yazmıyor ki, hani o uzun kış gecelerinde ninelerimizin dizleri dibine oturup, gaz lambaları ışığında, adabımuaşeret kıssalarını aldığımız Kesik baş ve Yedi başlı ejderha hikayeleri., Ve akabinde makul insanın cesareti, dik duruşunun resmini içimize betimleyen heyecanlı nefesler. Modası geçmiş çamaşır gibi bakılan düşünce kalıplarına sahibiz! İrdeleme şablonlarımız, kul hakkı ve Allah korkusu ölçü ve değerleri temel alınarak hafızamıza işlenmiş. Zekâ teamüllerimde mastarı, mikyası olmayan adet ve alışkanlıklar, adeta bir emrivaki ile dayatılmış. Ya yaparsın ya da yine yaparsın; Yörük köyünde Amerikan usulü düğün! Bunun adına çağdaşlık diyorlar ama ben hala anlayabilmiş ve inanmış değilim.
Allah şahittir! Henüz elinde tandır ekmeği ile oyun kuracak arkadaş aramak için çeşmenin başına giderken, bir kadının kollarında güğümleri ile beklediğini görmüştüm. Birkaç duraksamanın ardından ilerledikten sonra kadının yürüdüğünü fark ettim ki, neden sonra; Erkeklerin önünden geçmemenin geleneksel bir ahlak kuralı olduğunu öğrendim. Şimdi aynı zeminde ve aynı iklimi soluyanların, bırakın 5-6 yaşındaki bir çocuğu adam yerine koymayı, yok sayarcasına (af buyurun) gaz çıkararak geçebileceğine de inanabilirim. Zira çağdaşlaşmanın attan inip otomobile binmek gibi algılandığı, evrensel tevatürün ebeveyn kaidelerine göre değil eşyanın tabiatına uygun hareket etmek gibi anlaşılıp uygulandığı edebi sınırları sonsuz bir dünyanın efradıyız, şimdilerde artık. Ömer Seyfettin’i, Kemalettin Tuğcu’yu okuyup batılı bir aristokrat gibi düşünebilen edibimize selam olsun.
Sürükleyenlerden mi yoksa sürüklenenlerden misiniz siz? Ben ikisinden de değilim. Her iki taraf hatta üçüncüsü, dördüncüsü bile gelip geçtikçe ezilip tepelenen küsuratın kusurlularından olmalıyım! İlkokul sıralarında beraber oturduğumuz, resim derslerinde yarışa bahar görüntüleri çizdiğimiz, bal mumundan heykeller yaptığımız arkadaşımız şimdi Oxford mezunu. O ayranı çubukla içiyor, ben bardaktan üfleyerek veya kaldırıp kazanı başıma dikerek. “Kazan kaldırmak! ” Deyince, malum manada anlaşılmasın sakın, ne haddimize! Ben elektrik su parasını hesap ederim, o yarınki borsanın trendini kesbeder. Hala arkadaşız, birbirimizi sever şakalaşırız. O benden kiloludur ama asfaltta yürüsek benim pabuçlarıma zift bulaşır, ayak izlerim belli olur. Ağanın kızını ben severim, kızda beni sever ama ağa kızını başı püsküllü beye verir.
Gitmem gerektiğinde bir alacağımı tahsil etmek için (veya her hangi bir maddi sebeple) gitmem gereken bir yere giderim. Kapıda (yeni deyimle) güvenlik görevlileri vardır. Önce bir dur, ederler! Sonra gelir, aradığım şahsın o an orada olmadığını söylerler. İnanırsam mı safım inanmazsam mı? Telefon ederim. Hemen oracıkta yardımcısını ararım; Abi nerdesiniz? İş yerindeyiz nerde olacak? Falan Bey..? Yan odada, der. Adamın cep numarası vardır, tutar onu ararım; Abi kapıdayım! Derken anlaşılmayacak bir şey yoktur aslında, yalan söyleyerek baştan savma amacındadırlar. Sallayarak ahde vefasızlıkla adam olduklarını ispat etme gayretindedirler. Karşılarına geçip insanın vasıflarını okumaya kalksanız, (çok özür dilerim) sizi edepsiz ilan ederler. Alın teri kurumadan verilmesi gereken bir hak! Ayrıntılardan şeytani sebepler üreterek nasıl geciktirilir ve bunu yüzleri kızarmadan yapabilenler kaç numara insandır, varsın vicdanı olanlar hesap ediversin derim.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta