İnsan dostlarına güvenmeli mi? Hakikaten cevabı bilinen sorular sormak benim görevimmiş gibi hissediyorum. Cevabını duyar gibiyim. Ama verdiğiniz cevabın sadece sizi bağladığının farkında mısınız? Ya da dostlarınızın sizi bağladığını. İlginçtir, öyle bir bağlıyorlar ki, siz bağlandığınızı bile hissetmiyorsunuz.
Birkaç gündür Antoloji sitesinde bu konu ile ilgili rahatsızlıklar duydum. Kendisini şahsen tanıdığım insanların, hatta güvendiğim insanların yanlış işler yaptığını gördüm. Üzüldüm. Hayal kırıklıklarının üzerimde çok izler bıraktığını biliyorum. Hatta ömrümde bir parçanın onlar tarafından yok edildiğine inanıyorum.
Şimdi dostlarımı sorgumla zamanı mı? Bunu düşündüm tüm gece… Hayır, insan dostlarını nasıl sorgular? Onların yanlışlarını örtmek bizim görevimiz değil mi? Onların yanlışlarını nasıl açığa çıkarırım. Onlara; sen nasıl bunu yaparsın, bak sen şunu da yapsın.. gibi bir sürü gereksiz cümleyi nasıl sarf ederim.
İşte bunlara istinaden, sizlerle bir hikaye paylaşmak istiyorum. Aslında hikaye demek için yaşatmış olmam gerekiyor… ya da yaşanabilir olması gerekiyor… Ama bunun olmamasını temenni ediyorum.
Eski zamanların birinde. Televizyonun daha oturma odaları ile yatak odalarına girmediği, insanların evlerin kapı eşiklerinde sohbet ettiği günlerde…Bir memleketin, az gelişmiş bir ilçesinde, iki delikanlı, yine bir kapı eşiğinde sohbet ediyorlardı.
İki delikanlıdan, büyüğünün hayalleri vardı… Küçüğü ise hayallerini hep başkalarına satardı. Laf dostluktan açılmıştı. Büyüğü hayallerinin gerçekleştiğinde, tüm dostlarını yanına alacağını, ailesini saraylarda yaşatacağını söylüyordu. Küçüğü ise ona bunu nasıl yapabileceğini anlatıyordu. Küçüğünün annesi camdan seslendi. O’nun artık babasına yardım etmek için pazara inmesi gerektiğini söylüyordu. Büyük olan delikanlı, küçüğe artık gitme vaktinin geldiğini söyledi. Ve vedalaştılar.
Büyük olan delikanlının adı Selim, küçük olan delikanlının adı Oğuz’du. Selim, liseyi bitirme başarısı göstermiş, fakat üniversiteye gidememişti. O zamanlar ancak büyük şehirlerde üniversite odluğundan o da gidip onlara başvuramamıştı. Oğuz ise Orta Asya’dan gelen bir ailenin çocuğuydu. Oğuz 5 yaşındayken Türkiye gelmişler ve yerleşmişlerdi. Oğuz ancak ortaokulu bitirebilmişti.
Selim Büyük şehre giden otobüse bindi. Ve yola koyuldu. Oğuz’dan almış olduğu hayalleri nasıl gerçeğe dönüştüreceğini düşünüyordu. Şehirdeki akrabalarının yanına gidip, onlardan yardım isteyecekti.
Oğuz’da babasının yanına gitti. Akşama kadar pazarda ona yardım etti. Babası pazarda meyve ve sebze satıyordu. Küçük bir şehir olduğundan kıt kanaat geçiniyordu. Ama Oğuz’un babası biliyordu ki, en büyük zenginlik kanaatti.
Oğuz’un bir özelliği vardı. Oğuz o kadar çok hayal kurardı ki… Bu hayallerini hep hikaye şeklinde yazardı. Herkes bu hikâyeleri okur ve çok mutlu olurdu. Oğuz, Selim’e de hikâyeler yazmıştı. Bu hikâyeleri O’nu çok sevdiğinden, O’na vermişti.
Aradan aylar geçti ve Selim’den bir mektup geldi. Selim mektubunda Oğuz’dan hikaye yazmasını ve ona armağan etmesini istiyordu. Oğuz çok sevindi. Arkadaşının onu özlediğini düşündü ve ona birkaç hikaye yazıp gönderdi. Bu birkaç sene böyle devam etti…
Yine bir gün şehrine gelen bir yabancıdan aldığı gazeteyi okurken kendi hikayesine rastladı, bu hikaye kendisine aitti. Ve bu Selim’e yazdığı bir hikayeydi. Hikayeyi defalarca okudu. Her okuduğunda yüzünde gülümseler beliriyordu. Ama bir şey fark etmişti. Hikayenin altında kendi ismi yazmıyordu. Selim DEMİRCİ yazıyordu. Nasıl olur? dedi.
Oğuz günlerce bunu düşündü. Selim’e bir mektup yazmaya karar verdi. Mektubu yazdı ve gönderdi. Artık cevabını sabırsızlıkla bekliyordu. Her gün sabah erkenden postaneye gidiyor ve posta arabası postaneye girmeden –kendisine mektup olup olmadığını- soruyordu.
Aradan aylar geçti. Oğuz artık umudunu yitirmişti. Evin dış kapınsın eşiğinde otururken postacı geldi. Ve mektubunun geldiğini söyledi. Yüzünde garip bir gülümse belirdi. Sevinç ile hüzün arasında bir gülümsemeydi. Mektubu aldı. Zarfı yırttı. İçinde 50 lira para çıktı. Parayı yeniden zarfa koydu. Üzerini bantla yapıştırarak postacıya verdi. “Oğuz, burada oturmuyor, iade yaz.” dedi.
Oysa 50 lira ile neler alınmazdı ki… Ama parayı almadı. Bir mektup daha yazdı
Sevgili Arkadaşım Selim
Ben artık eski oturduğumuz mahalleden taşındım. Sanıyorum haberin olmadı. Haberin olsaydı bana mektubumun cevabını yazar ve teşekkür ederdin. Biliyorum sen benim dostumsun. Dostlar insanlar için çok değerlidir. Lakin, aramızda ki değerin yittiğini düşünüyorum. Sakın para falan göndererek bu değeri artırmaya çalışma.
Sevgiler
Oğuz
Not: Bir önceki mektubumda yazdığım gibi, hayallerimi ben sana hediye etmiştim. İsteseydin satardım.
Oğuz mektubu gönderdi ve ilk otobüsle ilçeden ayrıldı.
Sevgili dostlar hikayeyi buraya kadar okuma zahmeti gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Umarım hayalleriniz başkaları tarafında satılmaz.
Erdoğan ErginKayıt Tarihi : 18.8.2006 10:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Sevgili dostlar hikayeyi buraya kadar okuma zahmeti gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Umarım hayalleriniz başkaları tarafında satılmaz

Benim başıma da geldiği için ne kadar incitici ve itici bir hal olduğunu çok iyi biliyorum.
Onurlu insanlara, sizin sayenizde selam olsun kardeş.
Yüreğinize sağlık.
Kaleminiz daim olsun.
Saygılar... Sultan Yürük
Eyvallah
kardeşim kalemine sağlık...
hayallerrr.....
..............................
Yukarıda açıkladığınız duyguların ardından yazdığınız hikayecik çok anlamlı olmuş...
Değerlerin çalınması... güvenlerin ne hale geldiği....
Yüreğimizdeki sevgiyi yitiriyoruz.... budanıyor çünkü her geçen gün güzel yüreklerimiz.....
Kutluyorum.
Saygımla
TÜM YORUMLAR (9)