Ne zaman tanıştık? Bu soruyu defalarca sorarız kendi kendimize. Bir dostumuzla veya bir arkadaşımızla tanıştığımız anı hatırlamak isteriz. Bazen bir gündür tanıdığımız biri ile bir aydır belki de bir yıldır tanışıyormuşuz gelir. Uzun zamandır tanıdığımızı zannettiğimiz insanları ise tanıyamadığımız olur.
Bir Çarşamba akşamüstü ikindi ezanın sesinin mahalleyi sardığı dakikalardı. Vakitlerin hesabını sevmem. O yüzden küskünümdür saatlere. Benim hayatla aramı açar saatler. Böyle bir vakitte gördüm onu. İyi giyimli biriydi. Kendine özen gösterdiği her halinde belli oluyordu. Her ne kadar kılık kıyafet insanların içindeki bir çok şeyi gizlediğini düşünsemde, sakladıklarından çok gösterdikleri ilgilenmekteydim. Uzun zamanadır tanıyormuş gibi –merhaba- demek istedim. Lakin susma vakti ile konuşma vakti arasında gelgitleri olan biri olarak susmayı tercih ettim.
Merhaba demek zor mudur o kadar? Olabilir. Bana ilk defa zor gelmişti. Birine merhaba demekte zorlanıyordum. Tanıdığım söylemek istercesine dilime gelen kelimeleri yutuyordum. Cümle olamıyorlardı bir türlü aklımda. Harcanan kelimeler midir yoksa zaman mı? Bunu sormak için geç kalmışlığın verdiği hüznü hissetmiştim.
Aslında hiç tanımıyordum. Sanki bir zaman karanlığından çıkmışçasına, aynı aydınlığa adım atıyormuşuz gibi bir duygu hissetmiştim.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...