Mehmet Çoban - Hikaye = Dr. Henry Şiiri ...

Mehmet Çoban
1967

ŞİİR


13

TAKİPÇİ


Hayatımızda değişik bir deneyim yaşayacaktık. Ailecek tanıştığımız Avustralyalı Hıristiyan bir aile bizi iftara davet etmişti. Evin hanımı Fiona eşimin yakın arkadaşıydı. Fiona İngiliz kökenli Avustralyalı. Sarışın, iri yapılı bir kadındı. Yaklaşık otuz beş yaşlarında, fizik olarak albeniliydi. Kocası Ricardo Arjantinliydi. Orta boylu, esmer, görünüş olarak Türklerden farkı yoktu. Gören onun yabancı olduğunu anlamazdı. Fiona görünüşüyle ben İngiliz’im diyordu ama Ricardo ben Arjantinliyim demiyordu. Ricardo ile ilk defa tanışacaktım. Çocuklarım tanışmıştı. Ona Ricardo amca diyorlardı. Küçüklere babacan, büyüklere ağabeyi tavrıyla yaklaşıyordu. Gönül alması güzeldi. Evlerine misafir gidildiğinde evinde ne varsa yedirmeyi, içirmeyi seviyordu. İftar günü çocuklarımın anlattığı bu güzel huylu insanla tanışacaktım. Elbette Hıristiyan aile oruç tutmuyordu. Ancak bize karşı duydukları sevgi nedeniyle iftara çağırmışlardı. Onların bu jestine hayır demek hiç hoş olmazdı. Benim dışımda bütün ailenin tanıştığı insanları yakından tanımak iyi olacaktı.


Evimizden çıkmış Bornova’nın bol parklı sokaklarında yavaş adımlarla iftara gidiyoruz. Manavkuyu mevkiinde oturan arkadaşlarımızın evi bize yakındı. Yürüyerek on dakika da evlerine gidebilirdik. Önü parklı, meydanlı bir alandaki apartmanlarda oturuyorlardı. Gerçekten evlerinin bulunduğu mevkii çok güzeldi. Asansöre binip oturdukları dördüncü kata çıkarken, asansördeki koku genzimi yaktı. “Ne bu koku ya? ” diye söylenmeye başladım. Köpek kokusuymuş. Bizim oturduğumuz binada hiç böyle koku yoktu. Demek ki, bizim apartmanda köpek besleyen yoktu. Eşimin söylediğine göre, evlerinde köpek besleyenler, dolaştırmak için eve girip çıktıklarında, köpeklerin kokusu asansöre siniyormuş. Zaten kapıdan girer girmez kokuyu hissetmiştim. Ancak kapı girişi, merdiven boşluklarından tavana kadar gittiği için, kokular pek hissedilmiyordu. Ama asansörün darlığı, insanların genelde asansörü kullanmaları, köpek kokusunu daha çok asansörde yoğunlaştırıyordu. Kokudan öyle etkilenmiştim ki, gayri ihtiyari “evlerinin içi de böyle kokuyor mu? ” diye sordum. “Hayır kokmuyor, pencereleri açıp havalandırıyorlar” “İyi değilse geri dönecektim”

Oturdukları kata çıktık. Karşılıklı iki daireden oluşan klasik apartmanlardı. Ancak kapıları çok moderndi. Aşağıda zile bastımız için, bizi kapıda bir erkek karşıladı. Ricardo olduğu anlaşılıyordu. Gördüğümde şaşırdım. Çünkü hiç yabancılara benzemiyordu. Sanki, bizim Cemil usta, Ali kalfa, Mahmut bey gibiydi. Yani fiziksel yapısı, görünüşü, hafif kırarmış saçları, elli yaşlarına yakın, hayatın sillesini yemiş Türk erkeklerine benziyordu. İçeri girdik. Karısı ortalıkta görünmüyordu. Eşim karısı Fiona’yı sorunca, “joseph’le ilgileniyor” dedi. Joseph, ailenin bebeklerinin adı… Bizimkiler ona Yusuf diyorlardı. Joseph Yusuf’un karşılığı olduğu için, bizimkilerin Yusuf dediğine hiç aldırmıyorlardı. Yeni doğmuş, şirin bir bebekti. Doğum yeri, Türkiye, İzmir olacaktı. Esmer Arjantinli babadan, sarışın İngiliz anneden olma Yusuf bakalım nasıl olacaktı?

Tamamını Oku