Hikaye = Ayna Şiiri - Yorumlar

Mehmet Çoban
1967

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Askerlikteki dört günlük askeri cezaevinden sonra ilk defa ciddi suçlamalarla cezaevine girmiştim. Suçumuz büyüktü. Devleti yıkıp, yerine şeriat devleti kuracaktık. O kadar komikti ki, üç kitap okurken yakalanmak, birkaç kişiye dini propaganda yapıyor diye yakalanmak, koskocaman devleti yıkacak, yerine şeriat devleti kuracak suçlaması yaptırıyordu. Savcının iddianamesi aklıma geldikçe gülüyordum. Yakalanan beş kişi, nasıl oluyor da, koskoca devleti yıkar, yerine şeriat devleti kurar? Böyle bir komediye kim inanır? Ne yazık ki inanan vardı. Veya inanç değil de böyle suçlamalar yaparak, bazıları din düşmanlığını egemen kılmaya çalışıyorlardı. Gece yarısı tutuklandığımdan bu yana yirmi gün geçmişti. Isparta Emniyetinde geçirdiğim on beş günlük gözaltından sonra cezaevine gönderilmiştim. Isparta’nın doğusunda, şehir ile askeri birlik arasında bulunan cezaevine götürülürken, siyasi şube amiri Halil Gören “seni beyaz saraya götürüyoruz” demişti. Beyaz saray, Isparta cezaevinin polis dilindeki ismiymiş. Isparta’nın eski cezaevini biliyordum. Ancak bu yeni cezaevini hiç görmemiştim. Belki de önünden geçmişimdir. İnsan bazı şeylerin önünden geçse de ilgi alanına girmedikçe hafızasına kaydetmiyor. Isparta’nın yeni E tipi cezaeviyle ilgili anılarımda hiçbir şey yoktu. Hâlbuki şehrin içindeki sadece erkeklerin kaldığı eski cezaevi anılarımda tazeliğini koruyordu. Ayrıca evimize giden yol üzerindeki kadınlara ait cezaevini hiç unutmuyordum. Kadınlar cezaevinin önünden geçerken, içerideki kadınlar gelip geçen gençlere pencerelerden laf atıyorlardı. Atılan laflardan dolayı yüzümün kızardığını hatırlıyorum. Cezaevine girerken başgardiyan tutuklanma kâğıdımdan suçumu okuyunca, “namaz kılıyor musun? ” diye sordu “evet” dediğim için, beni namaz kılanların çoğunlukta olduğu koğuşa göndermişti.

Koğuşa girdiğimde beni Sait ve arkadaşları karşılamıştı. Sait ve arkadaşları, 1980 ihtilalindan sonra Antalya’da tutuklanıp Isparta’ya getirilen ülkücülerdi. Mahkeme daha güvenli olur diye ülkücüleri, Antalya’daki cezaevinden Isparta’ya nakletmişler. Herhalde ülkücüler cezaevini basar diye korktular. Sait Urfalıydı. Kürt kökenli olmasına rağmen, ülkücülerin arasındaydı. En çok buna şaşırmıştım. 70’li yıllarda İslamcı, ülkücü olmak, etnik kökenlere dayanmıyordu. İslamcılar din değerlerini daha çok öne çıkarıyorlar. Osmanlı devletinin yıkılışından sonraki Müslümanların haline üzülüyorlar. Osmanlı döneminin üç kıtaya hükümran imparatorluğunun özlemini çekiyorlardı. Devlet, solcular, düzenden yana olanlar İslamcıları şeriatçılar, Osmanlıcılar, Ümmetçiler diye suçlayarak öteliyorlardı. Ülkücüler ise, ateizme, sola karşı Milli değerleri öne çıkarıyorlar. Etnik kökene önem verseler de, fikir liderlerinin “kim kendini Türk hissediyorsa Türk’tür” sözüne itibar ediyorlardı. Ülkücüler iki ana gruba ayrılmıştı. Etnik kökeni öne çıkaran, Nihal Atsız’ı fikir önderi kabul eden bozkurtçular. Bozkurtçuların içindeki bir grubun Şamanist olduğu söyleniyordu. Bazıları onların diğer ülkücülerden ayrı olarak, özel toplantılar düzenlediğini, kımız içtiklerini, kendilerine göre Şamanist ibadet yaptıklarını söylüyordu. Hiç şahit olmamıştım. Söyleyenler ülkücü olmadığında inanmıyordum. Bazen ülkücülerden de söyleyenler olduğunda hayret ediyordum. Bozkurtçuların içinde de Müslümanlığını öne çıkaran, Şamanist olanlarla mücadele edenler vardı. Müslümanlığını, Milli değerleri öne çıkaran ikinci gruba hilalciler diyorlardı. Üç hilalle kendilerini simgeleyen bu grup din değerlerine daha çok önem veriyor. Bünyesinde farklı etnik kökenleri barındırıyorlardı. Aslında hilalciler grubuyla, İslamcılar arasındaki büyük farklar yoktu. Din değerlerini öne çıkaran hilalciler, sola, ateizme karşı sert mücadeleden yanaydılar. İslamcılar ise fikri mücadeleyi tercih ediyorlardı. Hilalcilerle İslamcılar arasında belirgin ayrım siyasal parti seçimiydi. İslamcılar Necmettin Erbakan’ı, dolayısıyla Milli Selamet partisini takip ederlerken, hilalciler Alparslan Türkeş’i, dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisini takip ediyorlardı. İslamcı yazarlardan sayılan Necip Fazıl Kısakürek ilk zamanlar Erbakan’ı desteklerken, değişik yorumlanacak nedenlerle ülkücülerden yana tavır almıştı. Sait din bilgileri açısından kendini yetiştirmiş. Koğuşta namaz kılanlara imamlık yapıyordu. Koğuşta kırk beş kişi vardı. Ülkücüler on altı kişiydi. On altı ülkücü birlikte hareket ediyor. Namaz kılıyor. Namazlarına Sait imamlık yapıyor. Onlara bazı mahkûmlarda katılıyorlardı. Benim iktibas dergisinde yazdığımı öğrenen Sait çok sevinmişti. İktibas dergisini takip ediyorlarmış. Yazılarımı okuyorlarmış. Dergide yazan biriyle cezaevinde birlikte yaşamak onlar için önemliydi. Bu öneme derginin sahibi, yazarı Ercüment Özkan’da katılınca, ülkücülerin heyecanı doruğa ulaşmıştı.

Ercüment Özkan geniş kültürlü, nerede, nasıl konuşacağını çok iyi bilendi. Elli yaşın, geçmiş hayatının tecrübeleriyle konuları mükemmel değerlendiriyordu. Konuştukça, insanları geniş kültürüyle şaşırtıyordu. Toplumun her kesiminden, her türlü fikirden insanla çok rahat konuşabiliyordu. Düşüncelerini aktarırken, sunduğu argümanlar çok fazlaydı. Kendi deyimiyle “katır” gibi kitap okurdu.

Koğuş yaklaşık otuz beş metrekare bir odaydı. Pencereleri tavana yakındı. İki yataklı ranzalar çok sıkı yerleştirilmişti. Birbirine bitişik yirmi beş ranza vardı. Elli kişi yataklarda yatabilirdi. Sait bazen altmış yetmiş kişiyi buluruz. O zaman, (ranzaların arasındaki geçiş alanlarını göstererek) , şu gördüğün yerlere yataklar atılır. Gece tuvalete çıkmak zorlaşır demişti. Bu odaya yetmiş kişinin nasıl sığacağını merak ediyordum. Koğuş kapısının giriş kısmında tuvaletler vardı. Cezaevinin koğuşa giriş kapısının tam karşısında, aşağıya dört basamakla inilerek demir kapıdan beton bahçeye çıkıyorduk. Bahçeye çıkan demir kapı sabah sayımlarında açılır, akşam sayımlarında kapanırdı. Mevsim kış, aylardan ocak, Isparta’nın karlı, soğuk günleriydi. Pencereler soğuktan açılmadığı zaman koğuş leş gibi kokuyordu. Pencereleri beş dakika açtığımız zaman koğuşun havası değişir ama buz gibi olurdu. Bereket cezaevi kaloriferliydi. Onun için soğuyan koğuş kısa zamanda iyi ısınıyordu. Doğrusu cezaevinin kaloriferleri çok iyi yanıyordu.

Tamamını Oku
  • Adem Uysal
    Adem Uysal 18.08.2012 - 22:31

    dediğim gibi bir kitap basılmalı. bu hikayeler aynı zamanda yakın tarihimizde gençlerin başından geçen olayları anlatması bakımından çok mühim. hatta ehemm.

    Cevap Yaz
  • Necdet Arslan
    Necdet Arslan 15.08.2012 - 13:48



    Kaynağını Kutsal'dan alan ve temellendirme sağlamlığıyla sayfasına taşınan 'inanç' tematiğiyle donatılmış yoğun bir emek ...

    Yoruma gereksinmeksizin okudum.
    Kutluyorum Efendim.

    Erdemle.

    Cevap Yaz
  • Nilgün Öztürk
    Nilgün Öztürk 15.08.2012 - 10:06

    Ayetlerin ışığında gerçeklere ayna olmak inananların başlıca görevidir.

    Oldukça uzun bir yazı olmasına rağmen,hiç bir kelimesini atlamadan sonuna kadar okudum..

    Talep kapısı her zaman açıktır.Ben inanıyorum Allah insan'a talepleri yönünde açıyor kapıyı..Bunun adı da..Şefkat,merhamet,doğruluk,mertlik,sözünde sadık olmak,helalinden kazanmak,kul hakkından kaçınmak v,b..Kısaca ''İnsani Vasıflar''..Bu duygularla yaşamını idame ettirmek için çaba gösteren bir insan'a DOĞRU mutlaka gösterilecektir.Herkes kendinden sorumlu bence..Gerisi teferruat..

    Çok güzel ve bilgilendirici bir yazıydı..Selam ve saygılarımla Üstad..

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta