Daha dündü dudağının kenarına sığınışım ve soluyuşum günahlarımı
Bu gün yabancı şehirlerin gürültüsüne karıştı nefesimiz
Sanki aynı kahırlı kelimeler yapışmış dilimize
Aynı bulutlar kaplamış göğümüzü
Bu sapır sapır dökülen ne üstümüze…
Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında
Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
O baharlım laklakını durup dinlememişsen
Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine
Devamını Oku
Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
O baharlım laklakını durup dinlememişsen
Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine
valla cidden şahane bir şiirdi
yüreğinizin duygulu sevgi dolu ve cpşkulu anlatınını yazan kaleminiz ve emeğnizi kutluyorum
Hayat inişli yokuşlu dikenlitaşlı çanurlu çakıllı yol almak seda ise gönüle gizlice diren duygu demeti neyazıkki giden gidiyrda geride yaralı biryürek bıtakıyor işte ozama hiçliği tadıyor sevenyaralı yürek yüreğinizin duygulu sevgi dolu ve cpşkulu anlatınını yazan kaleminiz ve emeğnizi kutluyorum
'Hiçlik mi bu
Son yürüyüşüm mü?'
Kıymetli olan hiçken ve son yürüyüşümüzde yanımızda olanlardır. yanımızda olanlar dizimizin dibinde olanlar değil gönlümüzde olanlar ve gönüllerinde sevgimizi taşıyanlardır. Muhabbetle... TürkmenBeyi..
Ben ne şiirler bilirim oysa gölgesiyle yürüdüğüm
Ne gecelerden geldim kenarında beklediğim
Ne hayatlar bilirim körkütük sarhoş
Ve ne kavgalardan çıktım bölük bölük ayaklanışlar
Kıt kanaat geçinen yüreklerin mürekkebiyle
Gözlere çekilen simsiyah sürmeler bilirim bir de…
Hiçlik mi bu
Son yürüyüşüm mü?
Canan Hanım,
elbette şairlerin şiirleri gölgesi gibidir adeta yaşamlardan yansımalarıdır...kavgaları da sevdaları da onlarsız olamaz...gecelerce rüyaları süsler....gecelerce uykusuz tütünsüz bırakır....işin aslı da bölük bölük kavgalarla kıt kanat yaşamını sürdürmeye çalışan .....mürekepten başka sermayesi olmayan yasaklı kalemler....o kalemler ki bazen yıllarca zindanlarda direnir...bazen sorgu odalarında...bazen debir kör kurşunla 'faili mechul'lere kurban giderler...bakmayın dili lal olduğuna......tükenmeyen kalemi herşeyi anlatmaya yeter diye düşünüyorum.....
emeğinize yüreğinize sağlık....anlamlı çalışma olmuş....yazdıran yüreğinizi selamlıyorum....nicelerine....
selam saygı anlamlı şiire ve değerli şairesinedir....
şiirin gönlü büyük. Hüznü bir o kadar büyük. Herkese birşeyler vermekte.. Daldım şiire ..Ne var bu şiirde gönlüme göre? Bir şey bulamadım tam çıkacaktım ayağım takıldı bu şiirin hikayesine .işte bende orda döküldüm .Tekrar şiire dokunup .. canı gönülden kutlarım kaleminiz daim olsun.. Saygılar Canan hanım
derin şiir..dalabildiğin kadar dalarsın..ve alabileceğin kadar..kutluyorum.
'İnsan Bağımlı Bir Varlıktır'-Dreamer.Şiirin girişinde bağımlılıktan parça-parça olan duygular görüyoruz.Bağımlılıktan kurtulmak uçarak özgürleşmek sırası geldiğinde,kanatlarımızın kırılması pahasına.İki şans tanıyor şiir.Ya bağımlılık içinde aşkı yaşayıp doğacaksınız,ya da özgürlüğü yeğleyip yalnız doğacaksınız hayata.Ne var ki ikisinin de ulaştığı son nokta=Hiçlik.Kutlarım Canan Hanım.Saygılar
Yok başkası bu Dünyanın alamadık
Derdimizi kimselere sunamadık
Yağarsa üstümüze hep zındık
Çekeceğiz başkasını bulamadık
Bildiklerimiz ne çok ise gene de
Bir başka oluruz
Yeni bir şey öğrendiğimizde
Her geçen gün bir daha artarmış yaşlar
Dönülmüyor geriye asla!
Boşuna çatılmasına çatılmaz kaşlar
ne güze anlatmışsınız yüreğinize sağlık severek okudum On ant
“Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Rene Descartes
“Varoluş, özden önce gelir.”
Jean Paul Sartre
“Hayat, hiçbir şey değildir. İtina ile yaşayınız.”
Albert Camus
“'Bizler doğadaki tüm ahlakı reddetmiyoruz, ahlakın evrensel olduğu iddiasını reddediyoruz ve bir ahlak kuralını reddederken veya kabul ederken onun hayatı geliştirici mi yoksa engelleyici mi olduğuna bakıyoruz.'
Friedrich Nietzsche
Sözleri niye alıntıladım?
Galiba insanın en temel sorunu “yaşamak için nedenim ya da nedenlerim nelerdir” sorusuna verebileceği cevaptır veya hiçbir cevaba gerek duymaksızın “susarak yaşamaya” devam etmesidir.
Yaşamı anlamlı kılan “insanın varlığıdır”, kendi dışında var olan insan ve nesnelerle olan ilişkisidir.
İlişki dediğimiz şey, her zaman “dokunmak” anlamına gelmez. Düşünsel yönelimler, “göz teması”, geleceğe dair hayaller, konuşma ve yazışma da bir tür ilişkidir.
Doğayla iç içelikte bir ilişkidir.
Güneşli, ılık bir bahar gününde çiçekler, kelebekler, yeşile giyinmiş ağaçlarla nasıl yaşamı pozitif bir algıyla içimize alıyorsak; kapalı, yağışlı, sisli, puslu bir havada “ölüyü andıran doğayı da” negatif algıyla içselleştirmemiz ve yaşamı gereksiz bir yük görmemiz de mümkündür ve tüm bunlar doğayla ilişkimizin doğal yansımalarıdır.
İnsanın doğayla etkileşimi “pasif” etkileşimdir. Ne biz onu anlamlı kılabilecek güce sahibiz, ne de doğa bizi özellikle mutlu ya da mutsuz etme amacıyla vardır.
Doğa, kendi yasaları içinde rahat bırakıldığı ölçüde doğallığını korur ve sürekli bir devinim içinde varlığını sürdürür.
Oysa insan hiçte öyle değildir.
Çok daha değişkendir insan. Çok daha aktiftir. Anlık değişimler yaşabildiği gibi, uzun soluklu ve adına “gelişim” diye tanımlayabileceğimiz etkinlikler içindedir.
İnsan, en yakınından başlayarak en ötedekine kadar önce insanı etkiler, değişime zorlar.
En bencilce olanı ise, “kendisine benzetme”, kendisine yoldaş etme, kendisine bağımlı kılma arzusudur yakından, uzağa doğru çevresindeki kişileri… “Beğenilme ve kabul görme” dürtüsüdür onu aktifleştiren.
Tam da burada işin içine “ahlak” girer.
Her türden ilişkinin çeşidine, dozuna, haklılığına veya haksızlığına, süresine ve devamına neden olan, öyle kabul edilen kurallar çıkar ortaya, adına “ahlak” denen…
Kişiyi tanımlamak, “nasıldır, necidir” sorularına verilecek olan karşılık “iyi/kötü, güzel/çirkin, eğri/doğru, bencil/hoşgörülü, cimri/cömert, korkak(kahraman” v.s sıfatlarıyla anlamlandırılır, her sıfat tezatıyla birlikte birbirini, yani insanı betimler…
Doğaldır ki ahlakın bu tür çıkarımları, yargıya varmalar “subjektiftir…” Çünkü soyuttur!
Kişiden kişiye değişiklikler gösterdiği gibi, toplumlar/topluluklar arasında da öncelikler, önemsenmeler değişiklik gösterir.
Genel kültürle, eğitimle, yaşamı kabulleniş biçimleriyle, uygarlıkla alakası ise asla yadırganamaz.
Ama tüm bunlar, “ahlak” gerçeğini ortadan kaldırmaz…
Çünkü insanı tanımlayacak olan, yine insandır!
Kanımca önemli olan “özgür insanı”, insanın “kendisini var etme” koşullarını ne denli etkileyip, etkilemediğidir o ahlak kurallarının…
“Varoluş, özden önce gelir” diyen Sartre, insanın içine doğduğu çevre içinde “önce birey”, sonra insan olduğunu ve kendisini o çevrenin olumlu ya da olumsuz koşullarına rağmen tamamlayarak “özünü” oluşturabileceğini demeye çalışıyor mu? O koşullar ahlak kuralları ise, çatışmadan özü yakalamak nasıl mümkün?
“Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen Descartes, ahlak kurallarının “düşünmeden var sayılan” insanın, insan olarak var olamayacağını söylemiyor mu?
Hayatı anlamlandırmaya çalışmanın boşuna bir uğraş olduğunu, onun ancak “ölümle” kendisini açıklaması gerektiğini, bu nedenle “itinayla yaşamayı” öneren Camus, hangi ahlaki kurallarla çatışıyor sizce?
Ve “hayatı yaşanılır ve geliştirilebilir kılmayan tüm ahlaki değerleri reddeden” Nietzsche haksız mıdır?
İşte şiir…
Dünle “anı” sorgulayarak başlıyor.
“Sana sığınışım içtendi, samimiydi” diyor… “Bugün ne oldu?”
Niyedir bu yabancılaşma? Paramparça olup üstümüze dökülen biz miyiz?
Özgürlüğümüzün götürdüğü yere gitmese miydik? Onca söz veriş boşuna mıydı?
Bilseydik keşke “kırılganlığımızı…” Bari tedbirini alırdık, bu kadar acıtmazdı, ortada kalmazdı yarınlarımız…
Şimdi sürükleniyoruz işte… Yaşamın koşulları belirliyor nereye..?
“Oysa ben, hayatı tanımayan biri değilim. Didişe didşe geldim bugünlere. Acıyı da tattım, karşı çıkışların da içinden geçtim…
Vardığım yer “hiçlik mi?” Boşluk mu içine düştüğüm?
Yalnızlığımın ve aşklarımın doğurduğu bu son, tüm yolların kapandığı çıkmaz bir sokak mı olmalıydı?
Ve şimdi ben derin bir sızıyla susmalı mıyım?”
Böyle diyor şiir, en kısadan…
Ortada “dünden bugüne değişen, başladığı yerden giderek uzaklaşan bir dram” var ise, kim ya da kimler suçludur?
Kendi varlığından, “bütünlüğünden, özünden hiçliğe düşmenin” sorumluları yok mudur?
“Bana ne, ben kendimden başka değer tanımam… Dün dündü, bugün de bugün” kolaycılığına kaçan, insan ilişkilerini “pragmatizmin” darlığına sıkıştıran bencilce ahlak/sızlık mıdır suçlu?
Yoksa tüm değerlerin içini boşaltan, tüm kavramları ters yüz eden, “sözde ahlakı” öne çıkarır gibi yapıp dini ritüelleri acımsızca kullanan “KARA DÜZEN MİDİR” suçlu?
Sanırım “kişisellikle”, yozlaşmış toplumun harmanlanmış ortaklığıdır, suçlu…
Güvenin sarsıldığı yerde ahlak ne arar?
Canan Hanım;
Uzunca bir yorum oldu, farkındayım. Ama şiirin teması ve işlenişi o kadar etkili ki… Yazmam zaman alsa da, hem şiire, hem de okuma şansı yakalayanlara katkısı olur düşüncesiyle yazmaktan kendimi alamadım..
Umarım değmiştir.
İçtenlikle kutluyorum sizi ve şiirinizi…
Bu şiir ile ilgili 54 tane yorum bulunmakta