“Unutma hiç aşkın kıymetini. Ne roman, ne de film metini yazmaz hiç. Herkes kendi çözmeli.” Diyor şarkı. Tüm akşam defalarca dinledim, bazı an oldu eşlik ettim. Aşkı tarif etmem gerekti yeniden. Unuttuğum, unutturulduğum, belki de yüreğimin bir köşesine, kör noktama atıp bıraktığımdı aşk. En büyük korkumdu an olduğunda. Beni benden alıp, bensiz bıracaktı kapımı çaldığında. Beni aşksız bırakmak belki korkakçaydı ama kaçtım. Gerçekten kaçtım mı acaba?
Kaçamadım, yakalandım ansızın. Kapımı çaldı gülümseyerek, gözyaşlarını ceplerine saklayarak. Beni kandırdıktan sonra da avuçlarıma ıslaklığını bırakarak geldi gönül evime. Sesimi ancak kendim duyabiliyordum “hoş geldin” derken. Neden? Korkaklığımı kimse duymasın, diye…
Madem yakalandım sana aşk, şimdi söyle şarkılarını yeniden bağırarak. Kapımı yumruklayarak gir içeri. “Ben geldim” derken tüm cadde, hatta tüm şehir duymalı seni. E hadi, bu kadar mı yükseliyor sesin? Dur! Ben bağırayım senin yerine. “Hey! tüm sessiz şehrin insanları…Duyuyor musunuz beni? Aşk geldi, kapımda. İçeri alıyorum, kimse sokaklarda onu aramasın.” Bak, gördün mü? Korkak değilim artık. Bağırabiliyorum ben de cihana, avazım çıktığı kadar. Sen bana ne vereceksin şimdi?
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla