Hey! Şiiri - Hakan Karaduman

Hakan Karaduman
151

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Hey!

1

Gecenin en karanlık saati, güneşe en yakın andı

O an, yıldızlar kayar düşerdi buğday tarlalarına

Bedenlerimizden kini ve nefreti çıkardı lokman hekim, gülümserdik kara bahtımıza.

Doğacaktı vaat edilen, her doğumun arkasına saklandık; çocuktuk gelecek sancılara…

Doğarken güneş, bizi lekeleri gölgeledi, her birimizi,

Ekmekler atıldı tan kızıllığında güneşi karşılamaya, çocuktuk aç karnımızla.

Hey!

Umut, heybesinden yıldızlar dökerek göğe Samanyolu serecek

Topraklar maviyi göğe serpecek,

Yıldızlardan bize de düşecek.

Acı:

Sancılar gelecek

Doğarken güneş, kınından çekecek

bildik acılar, çocuk bunlar, bilmez diyecek.

Bereketinden nasırlanmış ellerinden tutacağız Anadolu’nun, içimizi kimseler bilmeyecek.

Zaman:

arkadaşımdı Anadolu diyecek,

Sapanlarla vuracağız zalimi diyecek,

Ben Anadolu’yum, ver elini diyecek.

Hey!

Ekmek atacağız:

Siz koşarken geleceğe, şana şöhrete,

Biz,

Ağrılı midelerde, uykusuz gecelerde,

Umut erise de aç midemizde,

Biz çocuktuk, her birimiz bunu diyecek!

Umudun heybesinden bir Samanyolu, bir de toklar yiyecek

Bize düşen, düşlerde eriyecek…

Hey!

Nasırlı yoksul ellerimizden,

Artarsa bir kap çocuklardan,

Getir can şenliğine de, sabrımız diyecek.

2

Duvardaki eksik taşa uygun buldular seni, kapat deliği.

Şişmiş benliğimizden metafizik, mistik fışkırtılar

Yıkmadan; kapat deliği.

Ellerimde balyoz yok, birkaç düşünce teri damlar,

Erir temelleri.

Kalkacakken ekmeği sulamak için; yüzün gevrek yufka

Ateşi harmanlar, üstünde demirin teni.

Kanlı topraklarda terden fazla,

Her günün tekrarı sürtük zaman.

Ne çok hikaye varmış, anlatacaklarının sırdan bağırtıları,

Ne çokmuş.

Ne çokmuş duvarlar, ne çokmuş harman sıcağında pişen kerpiç insan

Duvara tuğla, demire ten; ne çokmuş.

Duvarlar uzansın Çin’den öteye, bizden geçip, ileriye…

Ne çok duvarlara delik olmak isteyen,

Deliklerde kerpiç olmaya hazır, zavallıyken

Çocuklar gibi alıngan, bağırırken,

Ne çokmuş duvarlara tuğla olmak isteyen.

Hey!

Gel!

Sen!

Duvarlar yıkalım!

Kerpiçleri sular kurutur, kağıtlardan çekilirken nem.

Bir kağıda değen suya sor,

Hey! …

Açılmış pencereden yıldızlara bakalım,

Beklemek olmasın kaderimiz, sular buharlaşırken.

3

İki binler önce söylenen, kime kızacağını bil diyen,

Biliriz, söyletmez kalleş renklerde gezinen

Kazanan hep kötüler cennetinde keyifle gezinen.

İyiler alacaklı giderken;

Teslimdi huzur, vermekti geleceğini, keyfindeydi kötü, kaybeden

Renkler solarken açlar ülkesinde gezinen.

“Ben değil, bana ne; kazanırken binlerce zevk bana düşen,”

Yıl;

Ya kabul et, ya da yıl,

Gör!

Yılgın atlar koşarken geceleri düşlerde gezinen.

Apışlarda saklanan yalanlar, süt bezleri hormonlar saklar, bellerde ağrı,

Uyutsun da büyüsün medya, halk büyürken.

Beyaz bir gecenin gelinliğindeydi bir akşam kimsesiz gömülürken,

Bir kürek de senden...

Savaş gerdeğinden kaçandı, zalim için zamandı, beyaz bir gelinlikti siyaha boyanan;

İyilerin sırasından düşen.

Ne savaş ne barış; ne gelecek, ne dün,

Urfalı işçiler terli olacaklar bu gece mezarda, mezar zarf, mektupları kapalı:

onlardan bahsedilmezken…

Beyaz bir gelinlik barışa yürür, atölyeden hazırlıksız çıkmış sanatçı,

Peşinde binlerce gizli göz, barışa savaşı.

Bizdekiler para, güç, hırsa ulaşmaya verir savaşı:

Bizdeki sanatçı televizyon starı, fonda Osmanlı paşası.


Sunarken hayat, diyecek ki, haklarını yediği çocuklar, “Duyan duymayan!

Zarfın içindeyken mektubunu ilk biz okuyacağız, kötülük gelecek, dayan! ”

4

Pencerende demirler, içeriden bakarsın, dışarıda çiçekler

Pencerede demirler, içerden bakarsın, önce demirler sonra çiçekler

Gözler verileni görür, görür kör gözler

Gözler verilmeyeni görürse hapisler bekler.

Sen, ayakta gezen, uyurken,

Düşlerini düzerler sen uyurken.

Yalanlar söylüyorlar, uyu!

Uyumak açlığını unutturur, kaç yıldır acıkmadın, yürü!

İkiletir hayat seni, ense boyu sefiller.

Gelecektir o günler:

Buğday var mı? yok!

Pirinç zaten yok!

Yağmursa gıdımlık,

Denizde su bol, sulan, tuzlusundan, hesap seni bekler.

Renkli kutulara hapisliğin, yüksek penceren demirsiz, dışarıda çiçek yok!

Uyu, büyürken yersin güvendiğin starları

Pasta yersin, çikolatalı.

Hey!

Uyanda balığa gidelim,

Sazanlar mutlu

Haberin var mı?

İlk kez insanı geçtiler.

5

Hey!

Senin için sabah geç,

Aydınlıktı her yer, ışık çığ gibi düştü, kör beyaz oldu renkler

Alınlarımızda derin çizgiler, acılar yataklarından akıp gittiler.

Gelenler yüzümüzdeki çizgilerden gördü dünümüzü,

Asık suratlarımıza bakıp insan aradılar içinde,

Sağa sola çevirip yüzümüzü.

Önce kötülükler denizine atacaklardı bizi

Çoğuduk, almazdı deniz bizi,

“Senin adına ben düşünürüm,” dedi birisi,

Sazanlıktan rütbe söküp koyunlara verdiler bizi.

Hey!

Senin uyanmam geç değil,

Senin uyanmam uyur uyanık kalman

Yeni kaplar getirdiler uyan,

Yeni umutlar, kullanılmış kirli hayaller, uyan!

Bir kap yaşayıp gidiyoruz işte, bir kap sonsuz hayatta mutluluklar

Üstüne de tatlı, tatlı televizyonlar; menüde başka ne var?

Olanlar bunlar…

6

Basittik, karmaşayı severken uzaklaşmaktı niyetimiz.

Hey!

Her şey içinde eriyor, savunmasızları yediler önce

Korkma sıra sana gelmez, yağmurdan çamurdan sana ne

Ağaçları köklemişler, sana ne

Toprakları yemişler, sana ne

Güneşleri içmişler, sana ne…

Kadınların, çocukların haklarını çiğneyerek yemişler, sana ne

Köleler arıyorlarmış uygarlıklarına, sana ne?

Erkekleri köle pazarlarında satacaklarmış, sana ne

Düşünenleri yiyerek gelmişler buralara, sana hiç de ne…

Hey!

Edebiyat değiştirir dünyayı, öyle olmalı

Edebiyat aydınlığa değiştirmezse dünyayı,

Silahlar değiştirir, karanlığa değişecek dünyayı.

Bir damla, asil karıncanın taşıdığı

İçine saklansam mı,

ne?

Bizleri göklerden yağacak asitler değil,

İçimizdeki hapisliğimiz mi bitirecek, yoksa ne?

Neyse ne, İşte;

Bu kadar basit, bu “gaddar” basit! İşinize gelirse.

7

Hey!

Kapıların altından sızardı karanlık, bebekler geleceksiz doğardı

Yarını olmayan ülkede ölüm köşe bucak dolanırdı; kaçamayanlar çocuklardı

Mermiler her gece, bombalar düzenli, füzeler hesaplı, baskınlar keyfiydi

Sabırsızdı tecavüze sıra bekleyen, çağırmadan gelen, ateş zaman zalimdi.

Dünya sallanırdı

Uçurumun batı yüzünde, yarısı bu tarafta, sallanırdı,

Katliamların üzerini örten sinekler dengede dolanırdı,

Dünya sallanırdı.

Belini incelten kadın, batısında dünyanın erkeklerine sulanırdı,

Erkekler ceplerinde paralar, şeytanları giyinip onlara yalanırdı

Ayna cımbız pırıl pırıl, hiç kaybetmediler, onlar sürekli kazanırdı.

Irakların çocuğu sokakta bomba artıklarından top,

Mermi kovanlarından kolye, çekirdeğinden misket,

Füze parçalarından bisiklete binerdi.

Minicik kalbi minik kuşun kanadı, çırpar, çırpar, çırpardı, ölüm dolanırdı

Gözler her gece kapıda, karanlık sızardı kapıdan, ya gelirlerse bu gece?

Melekler gözleri bağlı gezerlerdi orada, her gece…

Erken büyürdü çocuk, ömürlerce acı yaşardı

Dünya sallanırdı..

Hey!

Çığlıkları duydunuz mu, soluklaşan sesi, gidiveren nefesi?

Gördünüz mü gökyüzüne her gün şaşırmayan gözlerle yükselen ateşi?

Bombalar aydınlatırken yolu, yükselen ruhu, kini, nefreti?

Dünya sallanırdı

Batısında keyif, zevk, kadınlar ince belli dilberlerdi

Sevgiyi kadın-erkek, çıkardan bilerek verirdi.

Hey!

Gelecek aç gelecek, açılan yol karanlıktı

Çocuklar sarıldılar birbirlerine her gece

Batıda zevki sefa, uzaktı ölüm, kara talihe tuzaktı

Bombalar ülkesinde gelecek yok, geçmiş çok uzaktı

Dünya sallanırdı.

8

Dünya sallanırdı,

Kadınlar sevgiyi çıkardan, aşkı heyecandan bilerek büyürdü,

Erkekler üzerine basarak diğerinin, yükseleceğini bilirdi,

Onlar korunaklı duvarlarda sütlü çikolatalarla büyürdü.

Sevgiyi verenler onlara, parlak ve renkli kutularda oyuncak yaptılar

Sular sıçradığında yüzlerine birlikte kahkahalar attılar.

Hey!

Iraklardaki çocuk!

Erken büyürdün sen acılardan,

Çikolata çocuk ve acı çocuk, diyemezdim ki,

Eşit olmazdınız ki

Senin yüzünde çizgiler derinleşirken kara zaman,

Kara bahtın kör talihin; kör kuyularda kimsesizken,

Yarınsız, yarın bomba düşer, diğer gün meçhul, belki iki günken,

Çikolata çocuk senin topraklarından alınan benzinle okuluna şen kahkahalarla giderken

Sen,

Nasıl eşit olabilirdin ki?

Yaşlısın, üzerinde tüm dinler, tarihten gelen hesaplaşmalar ve kinler, varken…

Senin için zalimdi zaman

Onlar cennetler kurmuşlar, sana düşen cehennemken,

Nasıl eşit olacaktın ki?

Sen acılarında kimsesizken, işte o uzaklardaki ağabeylerin, ablaların sayesinden oldu

Kim demiş dünya yuvarlak diye, işte duvarları uzayan, işte ulanır oldu.

Dünya sallanırdı

Hey!

Su sıçradı yüzlerine, kahkaha attılar çocuklar,

Oradaki büyükler irkildiler, yüzlerini korkuyla sildiler,

Yeni bir bomba mı? dediler, çocukların gözleri kocaman açıldı

Gitmeyen korkuyla çırptı yürekleri

Kanlı toraklarla sildiler yüzlerini.

Hakan Karaduman
Kayıt Tarihi : 30.5.2009 23:57:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hakan Karaduman