Hesapsız Kullandığım Zamanın Acısı
Ben senin yokluğunu kar tanelerinin saflığında, ayazın göğsüne yaslanıp senin sıcaklığını hissederken gökten sevda türküleri gibi yere düşen kar taneleri, titreyen bir serçenin nefesinde can buluyordu. Yılların ardında kalan terk edilişlere lanet ediyordum, unutulmaya dair ne varsa hepsini hapsediyordum beynimin kıvrımlarına.
Yalnızlın boğuk sesindeki yitikliğe kapı açmanın son darbeleriydi. Kimsesizliğim boşlukta vuran saat gonkları gibi yankılanırken hatırlanmakla hayal edilmek arasındaki gelgitlerdeyim. Seninle yaşamak için doğduğumu düşünürken sensizliğin hasretinde boğuluyorum.
Atladığım her yüksek duvarın ardında yenibaharları ummanın sevincindeyim. Her aştığım duvar yeni duvarların engelinde. Duvar diplerine birikmiş umutlar küf kokusunun ağırlığında umutsuzluğa dönüşmüş, bekleyişler ise ertelenmiş, yarınlar gölgede kalmış. Bir ışık huzmesinin zerresinde ki umutların hedefine ulaşma gerçeğini bile yok ediyor
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



