“Kainatta sadece tek bir daire ve tek bir merkez olduğu halde,vasat insan kendi dairesinin merkezi etrafında dönmektedir.”
T.S.Eliot
Altamira ya da Lascaux'daki mağara duvarlarında hâlâ koşuşturan geyik ve bizonlar, avcıları yüzyıllar önce ölse de avın sürdüğünü gösteriyor. Av sürüyor, çünkü avcılar kendi hafızalarında ancak ölene dek saklayabildikleri serüvenlerini, avlarını resmederek insanlığın ortak hafızasına taşıdılar. Kaslarının beyinlerinden daha iyi çalıştığı iddia edilse de, işlenmemiş akıllarıyla hem hafızalarını tazelemenin hem de duygu ve düşüncelerini başkalarına nakledebilmenin bir yolunu buldular. Modern zamanların sanatçıları gibi yaratıcılığı ‘ölümsüzlük için duyulan bir özlem' olarak tanımlamamış olsalar da hatıralarını, korkularını, kavgalarını ve zaferlerini bölüşerek anılmayı hak ettiler. Ve şu soruyu tevcih ettiler bana: Şiirinin kökeninde ölüme bir başkaldırı olmasın sakın? Bedeninin mağlup düşeceği meydana ruhunun zafer çelengini koyuyor olmayasın! Bu sorunun cevabını verebilmek için şiirlerimin kapısını çaldım.İşte kapıyı açan mısralar:
“yer ver! işte ölüm
ayakta duramıyor ön sıraya otursun”1
“valizimi hazırlamama yardım et
kollarından çekiyorlar nehrin
kollarımdan çekiyorlar
bekçi elini düdüğüne götürüyor
en üste koy şiirlerimi”2
Kapıda başka mısralar da var. Ancak iki soruya iki cevap olarak bu mısralar öne çıktı. İlk cevap “başkaldırı” kelimesini “teslimiyet”le değiştirdi. İkinci cevap “savaş meydanı”nı değil “yolculuk”u seçti. Üstelik valizini hazırlarken şiirlerini en üste yerleştirerek.
Kızıldeniz'in derinliklerinde hâlâ kabuklarının içine giren kum zerrelerini sedefleyip inciye çeviren istiridyeler var ve Alfred Adler'in telafi kuramına destek veriyorlar. Ona göre insanlar sanatı, bilimi ve kültürün diğer yanlarını kendi yetersizliklerini telafi etmek için üretiyorlar. Yani saray duvarlarının arkasında topal ruhlarını sürükleyen sanatçılar ve bilim adamları geziniyor. Bu ise Adler'i soru sormada cesaretlendiriyor. “Beethoven sağırlığını telafi etti besteleriyle. Peki sen neyi telafi ediyorsun şiirlerinle? Doğrusu yabana atılır bir soru değil bu. Her ne kadar Adler'in kuramı yaratıcılık sürecini açıklayamamak gibi bir maluliyet taşısa da, yoksunluğun varlığa giden yolu aydınlattığı, eksikliği duyulan şeyin kendini bir başka alanda tamamladığı ileri sürülebilir. Bu sorunun cevabını verebilmek için de şiirlerimin kapısını çalmam gerekiyor. İşte kapıyı açan mısralar:
“bir mevsimi eksik duvara güven olmaz
gölgesiyle zehirler, devrilebilir göğse
meydanda omuz omza veren tuğlalar
bir kuş uçsa sarsılır, yıkılır nefes değse"3
“bir dişi eksik bir ağız ısırıyor beni
bir dişi eksik bir çark kapıyor bedenimi
bir dişi”4
Mısralarımın istiridyeler gibi Adler'i desteklediğini görüyorum.Ancak tam keyifle pilavımı kaşıklarken ağzıma ayıklanmaktan kurtulmuş küçük beyaz bir taş geliyor. Bu taş ezberi bozuyor ve işlerin sanıldığından farklı olduğunu ihtar ediyor. Yeryüzünde hiçbir insan itiraf etmese de “acz” dairesinin dışında değil. İnsan her kudret denemesinde hiç hesapta olmayanın okuyla yaralanıyor. Ancak “acz” öyle boyutlardaki yaralılardan bazıları kan kaybettiğinin bile farkında olmuyor.
“hiç hesapta yokken-akılda var bir-birileri
yere çevirdiler gökteki kavsi
ne zaman gerseler kıble ve keşişleme
ne zaman bıraksalar, lav nehirleri
el kaldırıp duruyorlar, her semaya ve her arabaya
şüphesiz yolcular, şüpheli yolcular”5
Bir başka sav da şu: Yaratıcılık bizatihi nevrozdur. Bu durumda yeteneğe de ancak ‘hastalık' denilebilir. Bazı psikanalatik çevrelerin tanımıyla yaratıcılık, “egoya hizmet eden bir gerilemedir.(regression) ” Bu görüşün sahipleri savlarını desteklemek için ruhsal çöküntüler yaşayan, deliren ve intihar eden sanatçıların çetelesini tutuyorlar. Bu hatırı sayılır topluluk yüzünden “acaba” sorusu düşmüyor değil içimize. Ancak psikologlar “Sanatçıların nevrozu tedavi edildiğinde artık yaratmayacaklar mı? Eğer yaratıcılık bir yan ürün ise, yaratıcı edim bir sahte değer olmaz mı? ” sorularıyla reddediyorlar bu iddiayı. Hem bir sanat eseri doğarken en yüksek bilince muktedir olduğumuz anları kollamıyor mu? Sahih bir nakil, sahih bir aklı zorunlu kılmıyor mu? Olabilir tabiî, sanatçı bedenindeki odaların dizginlerini her zaman elinde tutamayabilir:
“ışığı açık kalmış odalar var bedende”6
Gelelim Rollo May'in desteklediği karşılaşma kuramına: “Yaratıcılık bir karşılaşma edimi içinde ortaya çıkar ve karşılaşma merkez olarak alınırsa anlaşılabilir.” Cézanne'ın ağaç resimlerini nasıl yaptığından yola çıkıyor May. “Cézanne bir ağaç görüyor. Ağacı daha önce kimsenin görmediği bir biçimde görüyor. Kendisinin söylediği gibi hiç şüphesiz ‘ağaç tarafından ele geçirilmeyi' yaşamakta. Ağacın kemerlenen ihtişamı, kucaklayıcı yayılışı, toprağı kavrayışındaki narin denge-tüm bunlar ve ağacın daha birçok özelliği onun algısı tarafından emiliyor ve sinirsel yapısı boyunca hissediliyor. Bu manzara sahnenin bazı yanlarının dışarıda bırakılmasını, diğer bazılarına daha fazla vurgu getirilmesini ve sonra bütünün yeniden düzenlenmesini içeriyor; ama tüm bunların toplamından da fazla. Öncelikle, bu artık herhangi bir ağacın manzarası değil. Ağaç'ın manzarası.”
Cézanne'ın ele geçirilme dediği tastamam aşk değil mi. Böyle bir karşılaşmayı merkez alma yerine kendi fasit dairesinin merkezinden bir türlü kopamayıp, dolap beygiri gibi dönen sanatçılara yazık değil mi! Heraclitus insanın ilâhî olandan kopukluğunu “Eşyanın kanunu muhtevada evrensel olduğu halde,vasat insan kendi kaidelerini kendisi yaratmak eğilimindedir. Her şeyde ilâhi aklın izlerini görmek mümkün olduğu halde, insanların çoğu sadece kendi akıllarına güvenirler.”derken, Merkez Efendi, “Her şey merkezinde! ” demiş. Böylece, kendisinden önceki Heraclitus'la, kendisinden sonraki Eliot'ın arasında öyle bir merkezde durmuş ki göremeyene aşk olsun! Ben mi ne diyorum? Ne diyebilirim ki! "Aşk olsun! "
“Tabela boy atıyor boy ölçüşmeye dağla
boyatıyor çıplağı yeşile demir kahya
kırbacyla zencide açtığı oluklardan
her fecirde kudurarak akan taze lav
çıplak yamaçlarda hep aynı provalar
dallarda uçuşurken binlerce mızrak
aşıdan korkanların omzunda büyüyor ay.”7
________________________________
1. Körün Parmak Uçları
2. Valiz
3. Nefes Darlığı
4. Tavus Kuşu
5. Otomobile Binerken Besmele Çeken Kadınlar
6. Ağrı
7. Hatıra Ormanı
MERDİVENŞİİR
ŞUBAT MART 2006
Sayı 7
A. Ali UralKayıt Tarihi : 26.2.2016 13:53:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![A. Ali Ural](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/02/26/her-sey-merkezinde-ama-hangi-merkez.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!