Her nefesi hayat olan adamdan,
_______________________Gözlerinde güneşi taşıyan kadına…
Deli AŞKIM benim, hasret çekilmez oldukça; her gülüşüne özlemli türküler yakarım şehrimde… Yağmurla yağdıkça yokluğun sızıları, üşüyen parmak uçlarımdan dökülen binlerce satıra güller açtırırım. Bir damla olup şehrine düşmek isterim ay yüzlüm, az ama delice yağmak şehrinin arnavut kaldırımlarına… Şah damarlarından süzülerek yüreğine akmak, seni sende yaşamak velhasıl tek derdim
Yüceden mi geldin sen seher yeli
Daha dostum eller ile gezer mi?
Solmuş derler gül benzinin iziği,
Daha dostum eskisinden güzel mi?
O ne dedi, sen ne dedin varıncak?
Devamını Oku
Daha dostum eller ile gezer mi?
Solmuş derler gül benzinin iziği,
Daha dostum eskisinden güzel mi?
O ne dedi, sen ne dedin varıncak?
Vur Beni
bir başıma
yaşamadan zamansız heyecanlarımı
ve dualarımı
rüzgârın yaprağı,
hasretin umudu vurduğu gibi
vur beni
bütün korkuları bitirip
unutturup gitmeni
zamansız biten bir şarkı gibi
yaşıyorken eylülü
ve ağlıyorken böyle çaresizce
başımı yaslamadan omzuna
anlatmadan,
ağlatmadan seni
gözlerim denize dalmadan
hatırlatma yaşadığımı
vur beni
öksüz bırakıp kar tanelerini
kapatıp geceyle konuşan gözlerimi
verdiğin her şeyi
bir yangından kaçırır gibi al
yırt at şiirlerimi
yılgın günlerimin Kitab’ını yanıma bırak
saçlarına karanfiller takarak
koma dünyada
vur beni
kırıp elmas zincirlerimi
zindanlarını yıkıp dünyanın
gözlerine hapset beni
arkamdan ağlamayacaksan
adımı yazmayacaksan adının yanına
ve vurmayacaksa yüreğin yüreğimi
alışırım sanma
böyle bir başıma
böyle yarım bir dünyada
geceye ağlamadan
ve sığınmadan duaya
yaşarım sanma
vur beni
bilirim yaşayamazsın bensiz
önce vur beni
sonra seni
ikimizi...
BULAMAYACAKSIN BENİİİİİİ
Yer delin gök bakın bulamayacaksın beni.
Kabullendiklerim bugün yanımda,basit tapınaklardan fırlamışım yaptığıma pişman olmayacağım diyerek zehirliyorum kitleleri.
Kitlesel değil ya, zehirlediğimi de kabullenmeyecekler.
İnanılması güç değil, inanılmaz değil!
Yer delin gök bakın bugün bulamayacaksın beni.
Kaçarak çıkıyorum, gökyüzüne kovalayanlar acemi.
Tünellerimi kimseye söylemedim, ayrılıklar oluşturduk kimsesiz ziyaret edilmeyen mezarlar gibi.
Oluştuğum yer gökyüzü de değildi, kabullenemedim daha, tırmanışım olağandışı da değildi, inanılmaz da
Bir anda bıraktım tüm tutkularımı, bir anda kaçtım tüm tutanlardan, sıkılmadan sıyrıldım da diyebilirim.
Oluştuğum yer tutulası değil, bırakılası hiç değil.
Yer delin! Gök bakın! Buralarda değilim bulamayacaksın beni.
Dibine doğru bir hıçkırık dünyanın, anlamına yaraşır bir gürültüde.
Kabul ediyorum dünya deyip büyümsemiyorum.
Yer delin sen, gök bakın sen, bulamayacaksın birini.
Sana…
**
Nasılsa çözülür yaptığım bu düğüm büyütmemeliyim, korkmamalıyım.
Bugün buralarda atlayabilecek, üzerinde hayalet kovaladığım hiç ırmak kalmamış.
Kurumuşta, damla damla yağmalıyım boşluğuna, kimyasına dünyanın içinde yaşayanların.
Susuzluğunuzu………, bana ne.
**
Kabul etmiyorum, zekice değildi de, yırtılmayan uçurtmanın sürekliliği
Hangi çocuğa umut katacaktı, sevinç ilerisi için
Özlem yada yükseklik korkusu.
Uçurtmayı eline aldığında soğumuştu.
Korktu çocuk yukarısı soğuk, aşağı düşerken ben ısınacağım demek ki.
Ve yere çarptığında ısınan bir tüp gibi patlayacağım, yan komşumuzun yalnızlığı gibi.
Tüyleri diken diken olur, biriktirdiği korkularını çıkartması gerekince cebinden.
Uçurtma dostun olsun, kışkırtma, az uçsun artık.
Teller var.
**
Tereddüt ettim başlangıçta hayata,
Küllerini nasıl savurdu güçsüz rüzgar
Biraz önce yakmamış gibi ormanı,
Ağaçların sesinden rahatsız olsa gerek, eserken
Esintilerde konuşabilen ağaçlar, sonsuzlukla durağanlık arasında gidip gelen bir konuşmadaydılar/ sohbetteydiler.
Gece soğuk ya, ısınmak lazım
Onca yan yana geçti ağaçlar biliyormuşçasına kar etmedi, küçük çocuğa.
Cebinden çıkardığı kibriti çakmaya başladı. Başta dizdiği taşlar yeterliydi ama…
Çocuk ısınıyordu.
Yanıldığım ufak birkaç nokta aslında
**
Çok sıkıldım, içim çıkıyor. İçimden parlıyor bir an göğe ve geri giriyor bana tüm umutlarım,
Kucakladığım onca ümit, aslında ümitlerim de diyebilirdim anlamsızlaştırmak adına tekrar, tekrar ederek ümitlerim acıttı bir an içimi.
Kurdeşen olmuşum deseler de kabul edemediğim onca şeyi şimdi bir anda nasıl da sahiplenebilirim.
Şimdi acım daha da azalmaz ya bin kırbaç yiyip, ayaklarımı kesseler ve bin yol yürütseler yine de ağır gelmezdi demek istiyorum ve göğsümü gererek diyorum, acım daha daha derinlerde kafamın daha daha içinde gözlerim beynimin ısısını hissediyor ve çırpınışında kırmızı olmuştu da şimdi herhalde alan rengini almıştır. Göremesem de gözlerimi duyduğum ısınma bu şekilde ilerliyor sanıyorum...
YÜREĞİNE KOY
Ayın karanlığına sakladım düşlerimi.Bir sevdanın yollarında berduşça geziyorum şimdi ve sen beni sevmeme ihtimalinle buz gibi duruyorsun karşımda.Gerçeği duymaktan, ilk kez bu kadar çok korkuyorum.Söylediğin her söz diken gibi batıyor yüreğime.Tanrım, içim acıyor içim acıyor…
“Güneşin donuk sarı gölgelerinin altından”bakıyorsun bana.Gözlerine baktıkça terk edilmiş bir ülkenin uçsuz bucaksız, insansız topraklarını görüyorum.Bir çiçek
olmalı, açmaya yüz tutmuş.Bir çiçek, bin umuda yeter ama yok.Umutsuzluk ne sana
ne bana yakışıyor.Yakışmayanı taşıyoruz üzerimizde, ne garip…
Ne kadar yakınsan o kadar uzaksın bana.”Kıyısız bir denizin uzaklığı”bu…
Dalgalarının kayalara vurup parça parça olmasını istemediğin için mi küstün sahillere¿ Hangi gemi barınacak o denizde söylesene¿ Hangi gemi batmadan kalacak su yüzünde¿Bütün fırtınaları göze almışken ben, şimdi neden yelken basamıyorum sendeki o sonsuz maviliğe¿Senin görmediğin o sahilde demir atmış bekliyorum öylece…Ne zaman”İskele alabanda”diyeceksin¿
Böyle donuk baktıkça sen, yapraklarını dökmüş asırlık bir çınarın kovuğuna yerleştirdiğim hüzünler bir bir çıkıyor ortaya.Derinden soluyorum acıları…Hep kal
istiyorum, benimle kal…Hüzünler de o asırlık çınarın kovuğunda kalsın, böyle yaşayıp gidelim birlikte…Sonra yine gözlerin dikiliyor karşıma, donuyorum…
Zamanda kaybolmuş iki yüreği yeniden bir araya getirmenin çabası benimkisi.
Küllenmediğine inandığım bir alevi, yüreğimle yeniden canlandırmaya çalışmak…
Yorgunsan en az senin yorgunum bende…Her şeye rağmen bir güne bakan doğuyor
içimde ayın karanlığına sakladığım düşlere inat.
Şimdi sen aşk çiçeğim, bana en yakın haline bürün, yüreğine koy ellerini ve sadece
Yüreğinin söylediği sözleri dinle.Bir kez yakından bak bana, en yakından, gözlerimde
Kendini gör.Değiştir çirkin anıları en güzelleriyle.Aşk savaş değildir, bu yüzden yenilmedin hiç.Hoyrat eller yok karşında seni incitecek.Ben yaşatacağım seni, ölmene izin veremem bundan böyle.Sende kapılma ölümün soğukluğuna
VAR GİT YOLUNA
Berduş GeceLerin Yiğit GüzeLi
Mey oLmuş KadehLerin Tek DiLeği
Pas Tutmuş DuDakLarın Şarkısı
Gecenin Rengi KaranLığın ÇığLığı
Dinle bunLar Kurşuninin İntikamı
hadi git pas tutmuş gecelik evine
ağlayıpta deşme yaramı
göz yaşlarımla geçmiş günlerimin hesabını verme bana şimdi
hadi git yoluna pas tutmuş bir gecelik sevgili
NE OLUR GEL BE
Aralıksız batan sözcüklerinin, an be an yüzünü ölüme çevirdiği yerden yazıyorum sana. Dinleme.
Ne bundan önce söylediklerimi ne de bundan sonra söyleyeceklerimi...
Bu defa dinleme!
Attığım her adımda bir parça daha yıkılan duvarların altında kalmaktan, ayıramadığın dakikaların geceler boyunca sinirini taşımaktan yoruldu ruhum. Ben çabuk yoruldum. Hiç bir masalın kahramanı olamayacak kadar uykum var. Sesinden esirgediğin yüreğin gibisin. Varlığının bir anlamı olsun derken, sen en çok da anlamsızlığa yakıştın nedense. Oysa bu değildi sana dair başlattığım yolculuğun sonu. Böyle olmamalıydı.
Adresimi de sil adımlarından; sanırım bundan böyle evde olmayacağım.
Nefesimle çoğalacakken, nefesimi tıkadın sen! Geçen her günde, soyunurken tüm kelimelerim yavaş yavaş sana, sen, durdurak tanımadan yeni bir kıyafetle çıktın karşıma.
Parmak uçlarımda kaybediyorum sıcaklığını. Yazdıkça uzaklaşıyorum sesinden, teninden ve bakışlarından
Seni unutmak istiyor kalbim çok acıyor.Susuyorum ağlamıyorum sensizliğe alışıyorum artık kan yaşları akıtıyorum.
hava kararmaya başlayınca, daha çok arıyorum sanki seni. soğuktan mı korkum, karanlıktan mı, sensizlikten mi, yalnızlıktan mı, nöbetlerimden mi, çaresizlğimden mi...
bil(m) iyorum....____________kahırdan
artık hissetmiyorum... unutmaya başladım; kokunu, sevdiğin şeyleri, söylediğin şarkayı, bana bakışını, sevişini, sarılışını...
yaşadık mı sahi senle?
gülüyordum galiba. sen yüzüme çok yakıştığını söylüyordun gülmenin. ben gülünce sen gülüyordun. sen gülünce denizler duruluyordu gözlerinde. şimdi fırtına var.
gülmek bana yakışmıyor (mu) ! ! !
edebiyatı seviyor(d) um. sana olan aşkımı yüreğimden sonra en iyi o anlatıyordu. ben de hep yazıyordum. bak yine yazıyorm...
küstüm,
gel____(me) artık.
aşk acı çekmekse
sev____(me) artık.
kara gecelerde ben bulurum yoldaş kendime,
kork____(ma)
çekmem fişini hayatın! ! !
yoruldum,
kuramıyorum artık.
nolur,
gel_____(me) ! ! !
Bunların yalan olduğunu kimseye söyleme. Herkes ben gelmeni istemiyorum bilsin.Sen ne olur gel be! ! !
__________________
...HaYaLLeRiMDeN DüSeRKeN, HaYaTıN DiKeNLi TeLLeRiNe TuTuNMa ÇaBaMDıR ELLeRiMDeKi KaNLaR...
Oysa şimdi yalnızlığım yanımda,sensizliğin şarkısını dinliyorum.
Seni sevmek yazılmış bana,dokunamasamda sana,
ღ ღ ღ ...SENİ ÇOK SEVİYORUM
ADINI ANMAM
Bugün aşk şiiri yazmayacağım
Serseri şehir ışıklarının yıldız - avına tanık olmayacağım
Varsın yeniden harlansın yangın
Yitirilmiş yalnızlıklar inadına
Bir kez daha âşık olmayacağım
Akan su pırıltısı belki
Belki de yuvarlanan bir çığlık
Çarmıha gerilmiş olsam da, kor ateşlerde yansam da,
Tövbeler olsun tınmayacağım
Gözlerimde yuvalanan intiharlar
Akacaklar, havzasında bitmiş aşkların
Ellerimde sızsa da sarhoşluğu sokakların
Kuşatılsa da yarım kalmışlığım
Bir daha adını anmayacağım
Kapatacağım kulaklarımı
Duymayacağım kendimi bile
Mil çekilsin gözlerime
görmeyeceğim seni...
Bütün yaralarımı dağlamadan önce
teker, teker kanatacağım...
her son başlangıcın eşiği
kapı aralıklarında karşılayacağım hüzünleri
gökyüzündeki bahçelerden yasak meyveler sunan hiçbir perinin büyüsüne kapılmayıp kör kuyulara kilitleyeceğim kelimelerimi
sokaklara çıkacağım yalın ayak, çırılçıplak
peşim sıra koşturacağım tüm sevinçleri
Sevinçlerine çocukların öcülerini ekleyeceğim
BİR DAHA ADINI ANMAYACAĞIM
Saldım Seni Denizlere;
Nasıl başlayacağımı bilmeden geçtim ekran karşısına, ipin hangi ucundan tutulur bilmem böyle zamanlarda. Hisleri yazıya dökmek hiç bu kadar zor gelmemişti bana ve hiç bu kadar anlamsız bir hayatım olmamıştı son zamanlar... Yanlış zamanları yaşamak ne zor; içimdeki seni bile koruyamadım bak... Kendimi sorguladığım bir vakitti, bana gönderdiklerini okuduğum an... Her bir sevgi sözcüğünden, bir kolye yaptım kendime; hiç çıkarmamak adına ve yüzlerce kolyem var boynumda senden armağan, avuçlarıma doldurduğum gülüşlerinse hala sıcacık; kaybetmek korkutuyor beni: Çünkü bir umuttu bana gülüşlerin; karanlığın ortasına açılan bir ışık, çıkmazlardaysa bir kapı.
Sen, yeniden sevmeyi öğreten; sen, hayatımın en anlamlı son perdesi...İpin hangi ucundan tutulur bilmem böyle zamanlarda; hiç tutabileceğim bir ipim olmadı benim. Ben at üzerinde koştururken, dizginler hep başkalarındaydı... Oysa ne çok sahip olmak istedim, ne çok yön vermek istedim yaşantıma... İpin hangi tarafı daha çok acıtır bilemedim... Hep ucunu gösterdiler bana; ben onları tutmaya odaklanırken ne çok yuvarlandım, ne çok düştüm hayat yolundan; kanayan yaralarımı silen dahi olmadı... Her seferinde fırlattı üzerinden hayat beni... Ne “at” sevebilmişti beni; nede ben kendimi...
Öyle zamanlarda tanıdım seni, armağan ettiğin kolye hala boynumda, hiç çıkarmadım... Böyle benimsedim sevgini, belki gerçekleşmeyecek bir hayal ürünüydü ama; ben o hayali çok sevdim...
Şimdiyse biz bizden çok uzakta... Ne kadar istesem de sevdana cevap veremiyorum... İhtiyaç duyduğun anda bile yanında değilim, olamıyorum... Olmak istemediğimden değil bu, dizginleri kavrayamadığımdan, haklıydın oysa; insan sevdiğinin yanında olmalıydı, bu bir sebep değildi, ama binlerce sebep tutuşturdular elime, hangi yola baksam sensizlik, hangi parçayı dinlesem ayrılık, hangi yöne çevirsem gözlerimi; göremiyordum ki seni...Oysa bir gülüşüne binlerce ömür feda etmek isterdim, gözlerindeki bir ışıltıyı yakalamak için, güneşten bile vazgeçerdim...
Olmuyor be gülüm; olmuyor...! Sen orda bir haber diye üzülüp beklerken, ben burada haber verememenin sıkıntısını yaşıyorum... Sen sesimi duymak isterken, bense gözlerini arıyorum, bütün bunlar yetmezmiş gibi; birde hayatın zorlukları, baskıları biniyor üzerime... Bunları hak etmedin biliyorum, en çok seni üzdüğüm için kendime kızıyorum, hani diyorum ya keşke istemekle olsaydı, inan çektiğin acıları, yalnızlıkları ve hatta tüm sıkıntılarını, yudum yudum içmek isterdim... Sana, içimdeki varolan sevgi selinden bir köprü inşa etmek isterdim... İstemekle olsaydı eğer; sana bu acıları hiç yaşatmamış olmayı isterdim...
Ama artık seni sana armağan ediyorum... Bunu her ne kadar anlamasan da ve ben bunu ne kadar anlatmaya çalışsam da; bunun ne kadar acı vereceğini bilmiyorum sanma... Benimleyken daha büyük acılar çektiğini görebilecek kadar sağlam gözlerim; içimdeki seni; sensiz yaşatmanın zorluğunu bilerek, kabul ediyorum, oysa Pamuk Prenses ile onu uyandıran Prens misali bitmesini isterdim hikayenin, gözlerimi açtığımda ilk seni görmek isterdim; ama biz Leyla ile Mecnun olabildik ancak; uzaktan sevebildik birbirimizi... Sana daha fazla acı vermek istemiyorum artık... Çıkmazlarla dolu olan hayatıma seni ortak etmek istemiyorum... Ve bunu anlamanı beklemiyorum, henüz ben bile anlamış değilken!
İsteğim acılarına son vermek ve tek bildiğim zaman geçtikçe bunun daha zor olacağı...
Gözyaşı değmiş dudaklarınla bana; “bir daha arama” derken, haklıydın aslında... Çok düşündüm bende, kangren olan kolu kesmek mi? Yoksa vücudu kaybetmek mi? Hangisi daha zordu? seninle kalıp seni daha fazla yaralamaktı benim için zor olan...
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile 'kal' demek sana... Ne zor, senin için bu dünyadaki mutluluğun beni hayatından silmek olduğunu bilmek... Üzülmeni, incinmeni asla istemediğim halde, bunu sana yaşatmak, mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden 'arkana bakmadan git ' demek... ' Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa' demek sana bilsen ne zor... Beni çekip alıvermek yüreğinden; Sen hala yüreğimdeyken, ellerimi ellerinden çekmek; sıcaklığın hala tenimdeyken, yokluğuna alışmak ne zor... Beraber yürüdüğümüz yollarda, iki yabancı gibi karşılaşmak ve bakamamak gözlerine bilsen ne zor, senin için çarpan kalbime; sensizliği anlatmak ne zor...
Senden serenat istemiştim hatırla; hatta “ilan-ı aşk”. Bak işte; ancak “ilan-ı veda” edebiliyorum sana, sevgimi duyurmak isterken milyonlara, düştüğüm bu durumda sadece acılarımı anlatabiliyorum; neden mi? İnan hiç bilmiyorum... Mutluluğumu duyuramadım ama; acımı herkes duysun istiyorum...
Hak etmediğim bir mutluluktun sen; yıllar geçse de hak edemeyeceğim kadar büyük bir mutluluk olarak kalacaksın içimde... Biliyordum oysa; başka bir lezzet vardı senin tadında; hiç unutamayacağım, ama asla sahip olamayacağım bir mutluluk... Sevdan fazla büyüktü bana; ben içinde ufaldıkça ufaldım, alışkın değildim böyle sevilmeye; süt dökmüş kediye döndüm, bocaladım, şaşkına döndüm sarhoşluktan; oysa içmeyi sevmem, ama iliklerime kadar sarhoştum yanında, belki saçmalamam bu yüzden, bocalamam bu yüzden; işte tek anlayamadığın buydu senin, ya da benim anlatmayı beceremediğim...
“ Eğer sevdiğin için bir şey yapamıyorsan; bunu yapacak birilerine bırak...” K.M.’nin bir sözünde buldum gerçeği... en büyük fedakarlıktır bu aslında... Sevdiğin için her şeye katlanmak, onun mutlu olabilmesi için salıvermek dünyaya... Ben bunu beceremedim sana karşı; senin gibi ender bulunan bir insanı kırdım; belki de daha fazlasını yaptım, kalbinden yaraladım... Kırık kalbini alıp, sana kalbimi vermek isterdim ama benimki yıllardır kırık...
İşte balığım, avuçlarımdaydın uzun zamandır, rengin soldu ellerimde, üşüdün belki de, soluksuz kaldın, benimle gülemedinse de, benimle ağladın; ama yinede tüm yüreğini koydun, tüm çaresizliğine rağmen... Bu güzelliğe karşı yapabileceğim tek şey seni sorunlarından (kendimden) arındırabilmek... Şimdi yüzgeçlerinden, hiç doyamadığım gözlerinden öpüyorum seni, hadi ıslat bedenini, soğuk ve engin sularına koş, nefes al yeniden; bu “Derya” yı unut “Deniz” kalsın sadece yüreğinde, ama asla suçlama beni, arada bir kaldır başını, iyi olduğunu haber ver, sıkıldığında dök içindekileri, bende yazıyor olacağım burada hayata dair; ve ellerimde, son çırpınışından kalan birkaç değerli pullarınla avunuyor olacağım... Ve her gün bakmaya doyamadığım gözlerin gelecek bana, ve ben her seferinde öpüp salacağım seni, sonsuz derin okyanuslara...
Her şeye rağmen bari sen mutlu ol şeker; denizler senin olsun, kocaman yüreğin kadar, kocaman deryalar seni bulsun... Senden son dileğimdir affetmen beni, affet bebeğim, affet bir tanem, lütfen affet; ben kendimi affetmesem de...
Gün gelecek deniz kadar sevgim okyanus olacak, elbet bebeğim, inci tanem; seni saldığım deniz, mahşerde ikimizin olacak...
Elveda gül yüzlüm, güzel gözlüm elveda sana, elveda senle gelen tüm güzelliklere...
“Severken ayrılmak zorunda olanlara ithaf olunur...”
Zaman durdu şimdi;
artık atılacak bir tarihte yok,
geçmişten avuçlarımda kalan;
akıttığım göz yaşlarımdı
bak kurudu şimdi;
bırak göz yaşlarını
artık gözlerim bile yok...!
GONCA
Bu bir kılıç balığının öyküsüdür' diye başlamak isterdim ben de, ama değildir, bu öykü bir kılıç balığının öyküsü değildir. Bir balık öyküsü bile değildir. Yaşamında hiç deniz görmemiş, suyu, küçük bir derenin ninnisinden ibaret, ve üstüne dökülen günlük kısmetinin ıslaklığıyla tanıyan, kendi halinde bir gülün öyküsüdür.
İki katlı, küçük ve inadına şirin bir evin bahçesinde, gözlere zevk, gönüllere neşe olsun diye dikilen bir fidedir bu. Dikenlerin rengini bilmediği, ah bir çiçek açsa da öğrensek diye başında beklediği şanslı gül fidelerinden birisidir. Şanslıdır çünkü, beklenendir.
Bu, şanslı bir gül fidesinin öyküsüdür. Rengini bilmeyen, öğrendiğinde büyüyen, sonra defter aralarında yaprakları kurutulan ve yıllar sonra hatırlanacak olan bir gülün öyküsüdür..
…………
Goncaların açmaya başladığını ilk olarak köşedeki kayısı ağacı fark etti. O yaşa gelene kadar ne öyle bir özen görmüştü ev halkından, ne de merak. Onun meyveleri iki yılda bir kocaman kocaman olgunlaşır, çoğu dayanamaz toprağa düşer, daha bir çoğu da midelere keyifle iner, kalan bir çoğu da kış aylarına reçel olurdu.
Şu bahçede kaç ağaç varsa, hepsinin başına gelen de buydu zaten. Yani ne olurdu, biri de geçse karşılarına ve 'Ah ne güzel, ne hoş!' diyerek seyretseydi. Ama yok! Böyle bir zevki tadan ağaçlar olmamıştı hiç, çiçekler bile dertliydi. Hele domateslerin, marulların esamisi okunmuyordu. Varsa yoksa gül fidesi!
Eh işte, herkesin gözü aydın olsun! diye düşündü kayısı ağacı. Goncalar başladı açmaya. Artık bayram mı ilan ederler, kutlamalar mı yaparlar bilemem. Kiraz ağacına seslendi hemen. 'Bak!' dedi, 'Uyan!' dedi, 'Goncalar açıyoor!' dedi.. Kiraz oralı olmadı. Çünkü biliyordu ki, hiçbir çiçek, hiçbir marul ya da hiçbir maydanoz, onun meyveleri kadar albenili, kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı olamazdı. Zaten hep gülerek izlemişti o hengameyi. Neymiş? Bahçeye bir gül fidesi dikilmiş! Hah gülsünler, sevsinler o fideyi! O kiim?? Kirazın kızılı kim??
Kayısı ağacı pek durmadı üzerinde bu vurdumduymazlığın.. Şimdi hiç sırası değildi kirazın kibriyle uğraşmanın. Kargalar başına üşüşüp iki saatte bütün meyvelerini iç ettiklerinde görürdü o havasını. Vardı daha zamanı. Hele kendi meyvelerinin günbatımına daha çok vardı. O zaten, tüm meyvelerin akşam hüznü gibiydi, bilirdi kıymetini. Ama şu gül yok mu! Neydi o öyle?.. Neydi? Keşke köklerine söz geçirebilse, keşke bir kahve içimlik uğrayabilseydi şu güle.
Hem, rengi neydi bu goncaların? Sanki biraz ben, biraz kiraz diye düşündü, ama güneş gözünü alıyordu o sırada, pek anlayamadı. Nasıl olsa yakında bütün bahçe ahalisi öğrenir diye düşündü. 'Açmııışş açmış goncalar açmıışş!!' Biri çıkıp ilan edecekti sonunda. Bütün yaz onu seyredeceklerdi, bütün yaz onu koklayacaklardı. Neye yarardı ki şu çiçekler koklanmaktan başka?
Kendi halinde, güne ilk defa merhaba diyen o dört goncanın ise, bir solukluk merhabadan başka hiçbir şey umurlarında değildi. Ne ev halkının merakı, ne kayısının kıskançlığı, ne de kirazın kibri. Onlar, gonca.. Onlar, gülün ilk soluğu, ilk nazı, ilk göz süzmesiydiler. Onlar seyredilen, aşık olunan, hayranlık duyulandılar. Bülbülleri bile vardı. Şiirleri vardı. Uğurlarına kırılan kalpler, çekilen hasretler, dökülen yaşlar vardı.
Her bülbülün bir nedeni de vardı, ve hepsinin varoluş nedeniydi sanki o “bir” neden. Ama gülün “bir” nedeni değildi ki bülbüller. Yok canım! Olsa olsa varlığıyla değer kattığı, o bahçe gibi, o meraklı insanlar gibi ve o kıskanç ağaçlar gibiydi bülbüller de. Ne önceki güller bilmişti değerini, ne de bu güller bilecekti. Dört goncanın dördü de, ve her goncanın her güle dönüşü de, bir bülbülle mümkün olacaktı ama.. İşte bu da umurunda değildi o goncaların.
Oysa belki yaprakları defter aralarında kurumadan, unutulmuşluğun acısıyla üflenip temizlenmeden, bir şiirin dizesi olup ezbere atılmadan.. ve kısmet bu ya, belki reçel olmadan öyle kokulu.. bir “gül” olarak yaşayıp, bir “gül” olarak solabilirlerdi.
Umurlarında olsaydı, beklendikleri, sevildikleri..
…………….
Bu, bir gülün öyküdür. Şanslı bir gülün.. Şanssız bir gülün.
Diğer ağaçların değil.. Ne kayısı konusuydu bu öykünün, ne de kiraz. Hele domatesler hiç değil!
Öyküsünü yeni yazmaya başlayan bir goncanın öyküsüdür belki.. Belki de, hiçbir şeyin
Karar verdim artık seni unutmaya...
Daha fazla yapacak hiçbir şeyim, atacak hiçbir adımım ve söylenecek hiçbir sözüm kalmadı... Aşk uğruna söylenebilecek ne varsa söyledim, ne kadar cümle varsa yeryüzünde aşkı ifade edebilmek için kullanılan, hepsini yazdım... Elimden geleni ve hatta daha fazlasını yaptım seni kazanabilmek için, ama başaramadım... Daha nereye kadar gider böyle? Sen beni umursamaksızın kendi yolunda ilerlerken ben nereye kadar daha bu işkenceyi çektirmeye devam edebilirim kendime? Artık buna dayanacak gücüm kalmadı... Senin başka kollarda zevki tattığını, benim yerime seni aslında hiç haketmeyen kolların sarıp okşadığını bilmeye ve bunun için deli gibi üzülmeye daha fazla tahammülüm kalmadı... Benim olmayan, ve hiçbir zaman da olmayacak olan bir insanı özlemeye, kıskanmaya, sevmeye, ve beklemeye daha fazla gücüm kalmadı... Seni sevdiğim her gün kendi hayatımdan çalıyorum, senin günün gün ederek yaşadığın her gün ben biraz daha ölüyorum; artık yeter, bitmeli... Evet, ben seni sevdim ama sen beni sevemedin... Öyleyse bunu daha fazla zorlamanın, bile bile üstüne gidip her seferinde bir kez daha kırılmanın hiçbir anlamı yok... Çoğu zaman senin farkına bile varmadığın ya da bilmediğin, görmediğin kırgınlıklarımı ve acılarımı içimde yaşarken ben bunların hiçbir getirisi olmuyor hiçkimseye... Yıprandım artık.. Bu aşk umduğundan da çok yıprattı ve yordu beni... Ve öyle çok kırdı ki kalbimi defalarca; bir kez daha eskisi gibi olmam mümkün değil.. Sen bana dönsen bile, herşeye yeniden başlasak bile kırgınlıklarımı ve acılarımı unutmam artık mümkün değil... Biliyorum çok uzun zaman önce yapmalıydım bunu! Bu olgunluğu bana 'bitsin' dediğin o ilk gün kendimde bulabilmeyi başarmalıydım, ama yapamadım işte... Aylar geçti üzerinden ve ben ne kadar istesem de bir türlü senden kopmayı başaramadım; ama artık yeter! Sen kendi yolunu çoktan çizmişsin, içinde beni ve bana ait olan hiçbir şeyi barındırmayan bir hayat seçmişsin kendine yaşamak için... Öyleyse neden ben bu bana acı veren kararın gölgesinde kendi hayatımdan vazgeçen taraf olmaya devam edeyim daha fazla? Ben mutlu olmayı, sevilmeyi haketmiyor muyum? Kötü bir insan mıyım ben? Hakkım yok mu benim de güzel günler görmeye? Bir gece olsun yatağa huzur içinde girip, hiç ağlamadan uyumaya hakkım yok mu? Sana duyduğum bu hastalıklı sevgi beni her geçen gün biraz daha öldürüyor.... Artık daha fazla yazık etmek istemiyorum kendime ve gençliğime... Artık koparabilmek istiyorum kendimi senden, alabilmek istiyorum hayatımın iplerini elinden.. Ve bundan sonra yalnız yürümek istiyorum kendi yolumda; başka hiçkimseyi ve hiçbirşeyi düşünmeden, umursamadan, istemeden... Kendi hayatımın efendisi olabilmek istiyorum yeniden! Ve tek bir Tanrı'ya inanmaya devam etmek... Evet, seni sevdim! Ve bu sevgi için herşeyimi verdim, elimden gelebilecek her türlü fedakarlığı yaptım bu sevgi için, herşeyi göze aldım, hiçkimsenin hiçkimse için bulunmayacağı kadar özveride bulundum, anlayış gösterdim, sabrettim, ve bekledim... Arıtk bitti... Bu sevgi içimden söküp çıkarabileceğim kadar basit bir şey değil... Ama ben vazgeçtim artık seni beklemekten ve istemekten... Sevgimi kendi içimde yaşayacağım artık; seni ve sana dair hiçbir şeyi istemeden, beklemeden, özlemeden ve umut etmeden... Bize dair kurduğum bütün hayallerimi söküp attım içimden, ve şimdibir ben kaldım ortada, ellerimin arasında bana bomboş ve anlamsız görünen hayatımla birlikte... Şimdilik ne yapacağımı, nereye gideceğimi, nasıl yaşayacağımı bilmiyorum ve derin bir boşluğun tam ortasındayım ama alışacağım, çünkü bundan daha kötüsü olamaz biliyorum... Ne olursa olsun bundan sonra daha iyi olacağım biliyorum... Dilerim ki senin de yolun açık olsun bundan sonraki hayatında... Ve yeniden böyle bir aşkla sevilebilmeni dilerim; ama bu kez senin de sevebileceğin biri tarafından... Mutlu ol, mutlu kal...
GİTTTTT
Şu ana kadar hiç aklıma gelmemişti ..
Ben getirmek istememiştim belki de ayrılığı ..
Keşke o zaman dşünseydim ..
Ama şimdi , İşten işten geçti ...
Gittin , beni hiç düşünmeden , benim vaktinde ayrılığı düşünmediğim gibi senden beni giderken hiç düşünmedin ..
Terkettin yüreğimi , yıktım sevda köprümü , dağıttın hayallerimi...
Yüreğim kimsesiz kaldı şimdi bu şehrin ortasında ..
Yüreğime Sertçe çarpan fırtınalar bıraktın bana ...
Üşüttüm yüreğimi , Kaç yaz mevsimi geldi geçti , kaç bahar geldi çiçekler açtı , ama yüreğim ısınmadı hala , gonca güllerim açmadı daha ...
Yazım sen , kışım senmişsin ... Yüreğime doğan güneş senmişsin oysa .. Biliyorum , hiç açmayacak çiçeklerim .. Solgun bir gül gibi buruk kaldı yüreğim..
Isınmadı İşte ısınmayacak yüreğim ..
Açmayacak çiçeklerim hiç ..
Kaç yaz , kaç bahar bekledim ...
Mevsimleri Ardı ardına ittim hep bekledim ..
Ama olmadı , açmadı çiçeklerim ...
Biliyormusun ..
Ben çiçeğim olmayınca isyan ederim , yıkarım bu kenti , ne kadar çiçek varsa soldurur , kopartır öyle giderim ...
Senden önce yoktu zaten kimse yüreğimde hiç kimse , senden sonra da olmasın ...İsmini yüreğime kazır giderim ..
Haram bana senden başkası , yasak ,tuzak bana sensiz gecen her dakika .. Almam yüreğime kimseyi senden başka ... Ya sen ya da sen veya sen .. Senden başka neyim vardı ki benim .. Elimdeki son şeyimi , ellerini ... Gözümdeki Tek ışığı, gözlerini ... Bana Sormadan ,üacımadan , niye aldın gittin ...
Herseyini alıp gittin benden ama ..
Geçtiğin sokaklarda ayak izlerin duruyor ..
Sana baktıgım gözlerde , gözlerin hala duruyor ..
Ve seni seven üreğimde ismin hala saklı ...
Herseyini aldın gittin ama ..
Bi Çok izini bıraktın bende ..
Bakışların aklımda , elinin sıcaklığı hala tenimde ...
Yüreğim soğuk ama bilki ellerim hala sıcak ve senin ellerini aramakta ..
İşte onları alamadın benden ....
Neden yaptın , neden , neden ....
Neden dayanılmaz bir acı bıraktın yüreğimde ..
Niçin çizdin yüreğimi , neden kırdın hevesimi ...
Değermiydi be gülüm , Değermiydi ..
Bu yaptıkların bir yüreğe , cana kıymaya değermiydi ..
Yürekte kapanmaz , büyük bir yara açmaya değdimi hiç ..
Gel , Ne olursun gel ...
Şu Yüreğimdeki izlerini al , yaramı kapat ...
Yaralarımı Sar...
İzlerini Al git benden , bu sefer giderken ardına bile bakma ..
Ardına bakma yolcu , kader almaya geldi seni benden der bir şarkıda ..
Sen de bakma ardına yolcu , seni benden alan sen değil , kader ..
Yüreğimde yolcu artık ..
Aşka gidenn yolculuk bitti , geri dönme vakti artık ..
Gel hadi ne olur ..
Yoksa ortaya çıkacak yüreğimi öldürdüğün ..
Gel ve izlerini sil , yok et , yak...
Gel yüreğimin katili , gel izlerini sil ve sonra yine git ...
Git ..
Bi daha asla dönmemek üzere git ....
Gderken ;
Ardına Bakma YoLcu ...
Bakma ...
Bu şiir ile ilgili 337 tane yorum bulunmakta