İnanılmaz bir kaçış planı yapıyorum şimdi her gece.
Her gece biraz daha derin bir tünel kazıyorum kendi içime!
Fikrim firarda,
kendime doğru derin tüneller kazmaktayım:
elimde yamulmuş bir çay kaşığıyla!
Beş vakit ezan
elli vakit sâlâ okunuyor bugünlerde İstanbul’da!
Her gün elli defa ölüyorum,
elli müezzin ayrı ayrı elli hüzünle okuyor sâlâmı!
Bir Allah’ın kulu da gömmeye yanaşmıyor,
durmadan ölüyor, ölüyor, ölüyorum!
Kendi cesedimi yıkıyor, kendi mezarıma topraklar atıyorum!
İşte tam bu anda sımsıkı yumup gözkapaklarımı,
yuvarlıyorum Akineton tabletlerini içimdeki şeytan yuvalarına!
Ve bir yudum koyu kıvam zemzem gibi
yeşile boyuyor kanımı Diazem…
Kaçıyorum; uyuşarak unutacağıma,
unutarak var olabileceğime inanarak
haykırıyorum içimdeki ateizmi Tanrı’nın suratına!
Kaçıyorum;
kaynar kazanlarda pişirerek karanlığın karmaşasını
akıtıyorum gözyaşlarımı içimdeki İblis ırmağına!
Boşu boşuna notlar alıyorum takvime:
“Son ağladığım tarih şudur…” diye!
Oysaki bakışlarım durmadan
kan tükürüyor sokaklara gözyaşı yerine!
İçime akıttığım gözyaşlarını
ağlamaktan saymıyor muyum sanki artık? !
Boşu boşuna notlar alıyorum takvime:
“Son ağladığım tarih şudur…” diye!
Kupkuru gözyaşlarıyla dört duvarı
sabahlara dek kemirmiyor mu sanki gözbebeklerim? !
Kaçıyorum;
Tozu dumana katarak yürüyorum
her gece hayallerimin üzerine;
ve devam mecburiyeti olan bir dersmiş gibi artık intihar!
Elimdeki enjektör değil, bir ihtilal bayrağı sanki:
ve ben daha da hızla tırmanıyorum surların tepesine,
durmadan zehirli oklar yedikçe!
Boşu boşuna Orta Dünya’dan bahsediyorum dört duvara!
Elf’lerden, büyücülerden ve cücelerden!
Anlatıyorum durmadan deliler gibi seviştiğim posterleri!
Namaz kılan küçük kız çocuklarını tekmelediğimi
ve elbette ceplerinden kurbağalar fışkıran serserileri!
Anlattıklarım benim mahsulüm değil çünkü,
kanıma karışan zehir değil mi sanki
beni böyle cesaretli konuşturan? !
Korkuyorum işte, deliler gibi korkuyorum yaşamaktan,
direnmekten, ayakta kalmaktan!
Korktuğum için kesip bileklerimi kör bir jiletle
dört duvara kanımla haykırıyorum sevdiğim kızın adını!
Ben haykırdıkça, bir ırmak olup fışkırıyor avuçlarımdan
kimseye göstermemek için çırpındığım gözyaşları!
Oysa yalnız dört duvar şahit aşkıma;
kanım kuruyor, duvarda pıhtılaşıyor!
Kimse duymuyor! Kimse duymuyor! Kimse duymuyor!
Ufacık bir ırmağa karışmaya çalışan bir okyanus oluyorum!
Sonra başkaları geldi; hep başka yüzlü,
başka gülücüklüydüler ve fakat aynı yalanları ezberlemişlerdi:
“Biz arkadaşız! Biz arkadaşız! Biz arkadaşız! ”
Yüzlerindeki gülücükler, yanaklarındaki gamzeler ve
“Sev beni! ” diye haykıran bakışlarına rağmen:
“Biz arkadaşız! Biz arkadaşız! Biz arkadaşız! ”
Ve acı simültane tercüme edilmeye başlandı
onların bakışlarından benim ürkek çocuk bakışlarıma!
Bildiğim bir dili unutmuş gibi,
karıştırmaya başladım sözcüklerin anlamlarını!
Gün geldi tutamadım artık kendimi;
acı, bir volkan olup püskürdü dudaklarımdan!
Edilen tüm yeminleri tozlu raflara kaldırıp;
en büyük blöfümü çektim:
“Görüşmeyelim! Görüşmeyelim! Görüşmeyelim! ”
Adeta tek başına oturdum Rus ruletine;
dayadım alnıma revolveri ve çektim tetiği!
(Bu aşk burada biter / ve ben çekip giderim /
Yüreğimde bir çocuk ve cebimde bir revolver)
Biliyordum olmayacağını; emindim bundan!
Ne kadar sessiz geldiyse,
ne kadar sessiz girdiyse düşlerime o kadar sessiz çekti gitti!
Onu ben gönderdim!
Çekti gitti! Nereye gittiğini bilemedim!
Uzattım ellerimi; yoktu!
Üşüyen ellerim boşluğu tuttu!
Elimi telefona uzattım;
“Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor! ”
Aradığımız kişilere ne zaman ulaşılabildi ki!
Biz zaten onları hep ulaşılamadıkları için aradık!
O kızlar kızıla boyadı benim bakışlarımı!
(Akarken kan kızıldır; kırmızı kızılın tırnağı bile olamaz!)
Kan damlıyor artık bakışlarımdan ne zaman onların adını ansam!
“Aşk yok! ” diye haykırıyorum sonra! “Aşk yok! Aşk yok! ”
Kaçıyorum;
(Her kaçış kendini yakalar / kaçamadığın şeyler var / şarkılarında… /
Her aşk bir mavi masal; anlatılmayan!)
Ama kaçmayacağım artık; elbette direneceğim!
Elbette yine şeftali reçelleri yapacağım vişne çekirdeklerinden!
Ve yeniden öğreteceğim tüm düşmanlarıma
artık kimsenin hatırlamadığı lisanımızı!
(Lisanımız biraz Latince, biraz Sanskritçe,
belki biraz Arapça, biraz İbranice…)
Düşmanım; 6 milyar insan!
Çekip kılıcımı yürüyeceğim elbette yel değirmenlerinin üzerine!
Korkusuzca yüzlerine vuracağım pisliklerini:
Psikolojiyse psikoloji, felsefeyse felsefe!
Tek ilmim olacak deliliğim; beni kapattıkları tımarhanelerin
rutubet kokan karanlık koridorlarına asacağım
ilk bomba süsü verilmiş pankartımı:
“Aşk Delilere Mahsustur! ”
Yavaş yavaş alışacağım her şeye!
Elbette alışacağım alkol sofralarının ortasına
pimi çekilmiş bir bomba gibi düşen ihanet haberlerine!
(Hani bilir de söyleyemez ya insan;
hani bilir de boynunu eğer ya! İşte öyle!)
Âşık olmanın “anayasal suç” kapsamına alındığı,
âşıkların Interpol tarafından kırmızı bültenle arandığı
ve aşkın seksle kirletildiği bu acımasız günlerde
yasadışı bir örgütte kuracağım elbette!
Tek maddelik bir bildiri de yazacağım:
“Aşk; Delilere Mahsustur! ”
Yavaş yavaş alışacağım her şeye!
Saçdiplerimden parmakuçlarıma dek alkole gömülüp
sabahlara dek kanlı gözyaşlarıyla ağlayacağım!
Acı çekmeyi ibadet bilip,
acıların karanlık mağarasına aşkla dalacağım!
Mağaranın içinde bir ateş yakacağım; saçlarımı tutuşturacağım!
(Her aslan ateşe tapar; bunu bilirsin!
Ateşe tapanlar cehennemden korkmaz;
bırak bunu da sana şiirlerim öğretsin!)
Yavaş yavaş alışacağım her şeye!
Elbette alışacağım bitmiş ucuz şarap şişeleriyle
incecik bileklerimi kesmeye!
Yeni şiirler var daha hiç yazılmadık!
Kareli harita – metod defterlerinden hırsla koparılan sayfalar
daha kim bilir kaç şiire tanık olacak? !
Başladığım roman taslakları var:
hep başkahraman olarak kendimi yazdığım!
Ve hep o ulaşamadığım kızlara adadığım…
Ulaşamadığım kızları bana o romanlar getirecek…
Orada seveceğim kızları ben yaratacağım...
Biliyorum beni yazdıklarım kurtaracak;
ıslak avucumda sıkı sıkıya tuttuğum uyuşturucu tabletleri değil!
Boşuna övünüp duruyorum
kafam bir milyonken yazdığım olağanüstü şiirlerle!
Oysa bir yabancıdan çaldım ben o şiirleri;
benim içimde yaşamını sürdüren haşarı bir şairden çaldım!
O şair ki benim çocukluğumun katiliydi!
O şair ki kaleme dokunmak için
ellerimi uyuşturucu haplara itti!
Onun ana adı Akineton baba adı Eroin’di!
Ortaya çıkabilmek için beni ezmesi gerekirdi; ezdi!
Boşuna övünüp duruyorum onunla,
o kocaman bir kanalizasyonu bana gül bahçesi gibi gösterdi!
Kayıt Tarihi : 7.2.2015 13:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!