XI - umman…
Ruhumda bin nedâmet; âlem-i berzahtayım
İbraya muhtaç özrüm; biçare izahtayım
Ağlıyorken amelim ıslatır her yanımı
Sürüldüm ayağına, son kez gör hicranımı
Ecri para etmeyen gözü yaşlı bir devim
Sende hayat bulacak ruhsarım ve canevim...
Temyizi kabil değil, mahkûmiyetse ilâm
Ayağının altında sukutum ve itilâm.
X - basra…
Bak yetmiş yaşındayım; koca ömrü elenmiş
Öksüz bir ihtiyarım hoyratça zedelenmiş
Mübarek hatırana bir ağaç ve bir zikir
İplik iplik yaşıyor senden kalan her fikir
Bir helâllik dem için lüle lüle akların
Bir buselik an için kadife yanakların...
Ebruli leçeğini yine kokladım demin
Belki sen yoksun ama son bir nebze perçemin.
IX - şatt’ul arap…
Benekler var çehremde ve elli yaşındayım
Mahşere gitse de yol; henüz çok başındayım
Baston kullanmıyorum, yanaklarım hâlâ al
Müzmin hastalık mı bu, eyvah sendeki son hâl
O mübarek tenine kör bir kurşun sıkılmış
Zıpkın yarası sanki, mazgalların yıkılmış
Kapanır diye hesap; çırpınmışım zan'ımla
Sırtımda taşımışım bu ezik ihsanımla...
Dokuz anlık çırpıntı, dokuz ayın bedeli
Kabrin yosun tutmuş ah, son duamı edeli.
VIII - mezopotamya…
Kırkımda yokluğunu terk ederken atiye
Kemale eriyorum, bir şans daha ver diye
'Sayın' diyorlar bana, kurulmuşken tahtıma
Biraz da asudeyim; demir atmış rıhtıma
Sen kıdem arttırırken şimdi babaannesin
Hediye sunuyorum, neden çıkmıyor sesin
Gülsün diye cemalin, bin armağan daha da
Geç anladım ki meğer avunmuşum pahada
Unutturuyor seni; şiirimin âlâsı,
Mısra-ı bercestemin hülyalı müptelâsı
Ziyaret ettikçe sen; “meşgulüm” mü diyordum
İnan, yazdıklarımı sana atfediyordum...
Ne yücesin ki anam, kırılmadın hiç ama
Şimdi lânet okudum gidişine rızama.
VII - maktalan…
Otuzumda tıraşlı, şöhretin tadındayım
Uzak “âsım’ın nesli” ismimin yâdındayım
İhtiras peşindeyim kariyerim dillerde
Sıra sana geliyor görürsem kandillerde
Vakitli açlığımın sende hâlâ derdi var
Her akşam soframızda bir “annen gönderdi” var...
Ziya sandım, hep yandım; amelimi kardıkça
Cerahatim büyüyor geçmişime vardıkça.
VI - fırat…
Koruncaksız kozayım, yirmisinde askerim
Badireler, cefalar; üzülme “Allah Kerim”
Duanı gözlüyorum bir derbent kuytusunda
Seni çok özlüyorum bir nöbet uykusunda
Asker anası değil, sadece “hep” ana'sın
Tılsımını çözdüm ah, şimdi yürek kanasın...
Kara sevdaya kandım yavuklu tuzağında
Duvaklımın koynunda, ak sevda uzağında.
V - murat…
Paçavra içindeyim; onbeşimde lisede
Mezbelede bir şahbaz; mertlik ölmüş ise de
Mağrur intizarıma sunarken varlığını
Babam nasıl görmüyor yamalı darlığını
Pür tabağı sofranın bende hiç eksilmiyor
Sürgün bakışlarını sürme’n dahi silmiyor
Dökülürken açlığın kutlu didelerinden
Bir âlem ıslanıyor, sarsılıyor derinden
İftarların gecikti bu vefasız âşıkla
Süpür boş tabağını, harabatı kaşıkla,
Deterjan kokan elin fakirliği yıkıyor
Vefasızlığım şu an boğazımı tıkıyor...
Andıkça mehparemi, ne mesudum, ne şen’im
Affet şimdi yavrunu, handanım ah gülşenim
IV - munzur...
Pide kuyruğundayım, yedi yaşında; gamsız
Oruçsuz sahurlarda, ilmim elif’siz, lâm’sız
Çocuk hengâmesinde; humarım, yaramazım;
Bana uykusuz robot, yorgan bekçisi lazım
Okul kapısındasın, başında tanyellerin
Ayak izlerin beyaz, üşüyor mu ellerin?
Merhametin ayyukta, sonsuz şefkatin tam da
Naçarlığın gizlenmiş şu beslenme çantamda...
Kavli dermanım bitik, şimdi kulağım zilde
Affına sığınırken kaçan beher menzilde
III - muş...
Üç yaşında şirinim, hercaisi cananın
Hınzırca sömürüde yüreği her ananın
Sen bir sürgün ferhunde, ben kavanozda şeker
Tatlı çağı ayş’ımın, ne yapsa ilgi çeker
Bir “ben”den onbin öbek sunuyorsun ata’ma
Bilcümle mest olduk da, sen de biraz yat ama
Hünerine muhtacım, kolum geçmez kazaktan
Şimdi biraz da anam, mahşerdeki azıktan...
Son kez asaletini, o keremini lütfet
Faturası sen olan şirinliğimi affet
II - akarca...
Kırk günlüğüm nihayet, ana dilim ağlamak
İrem bağı sinende, baldan tadıp çağlamak
Ayaklarım dermansız, ellerim hiç tutmuyor
Koynundaki kelepçe her gece uyutmuyor
Artık ne yana baksam, tüm pankartlarda adın
Ya Rab, verdiğin bu can; kedere eş bir kadın...
Bir abide, bir mihenk; belki en çok da çile
Kifayetsiz her sözcük, ne söylesem nafile
I - damla...
Rabbim “ol” dedi, oldum; bir derin sancıdasın
Tarifi de yok bunun, heyhat; sen acıdasın
Bu damla ummanlara dolacak biliyorum
Vebali taşıyamam, ölmeyi diliyorum
O eşref-i mahlûkat, ben miyim acep; eyvah!
Bana haram bu âlem, nerde âlem-i ervah...
Yalvarıyorum anne; bu hamuru yoğurma
Taş olmayı yeğledim, lütfen beni doğurma.
10.03.2007 – 06.04.2007 / İSTANBUL
Asım YıldızKayıt Tarihi : 31.3.2007 19:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yoktan var etmek Kudret-i İlahi’dir ya; bir DAMLA önce donar ve bir kar tanesi olur. Sonra süzülerek Aladağ’ın tepesine düşer. Çoğalır akabinde bu taneler. Bir gün gelir, güneşe yenik düşer kar taneleri ve küçük yatağında AKARCA akmaya başlar. Hedef artık MUŞ Ovası’dır. Ferahlamak, alabildiğince serpilmek ister su. Beri taraftan kopup gelen MUNZUR Çayı da aynı yöne kıvrılır durmaksızın. Muradına varır tüm kollar MURAT olur ergenlik çağında. Çağlar sonra... Adeta göl olur ya gene de adına ırmak derler başına FIRAT ekleyerek... Sığmaz tek yurda Fırat, sığamaz... Setler kurulur, boğazlar kapatılır ama nafile. MAKTALAN Geçidi yol verir behemehal. Suya hasret Suriye önce ağırlar sonra da Irak. Dicle Nehri göz kırpar Fırat’a. Artık koca bir coğrafyadadır damla. Bereket verir MEZOPOTAMYA’ya. Dicle’nin aşkına dayanamaz Fırat ve muhteşem bir izdivaçtır ŞATT’UL ARAP. Kavuşurlar ama vakit artık çok geçtir. Karadan çıkmaya ramak vardır. BASRA Körfezi bir adım ötededir. Ve yavaş yavaş kayar akar su, suya doğru. Tatlıdan tuzluya doğru... Az da olsa kara vardır etrafta, biraz da Âdemoğlu. Çok sürmez bu uzaktan bakış toprağa... Basra el sallar İran’a. Ve Okyanusa merhaba... Koca UMMAN’da artık görünmez olur damla... Geride, beher deviniminden bir iz bırakır toprağa. Damladan Umman’a kadar, bir ömür boyu; toprak taşımıştır suyu oysaki. Toprağın kucağında olduğu içindir ki adı tatlı sudur. Toprağın koynunda olduğu içindir ki içilir su. Fakat su vefadan uzaktır. Kanırta kanırta aşındırır toprağı. Sürekli akar da, Umman’a değin toprağa muhtaçtır hep. Derler ki; “ana” ismi önce toprağa verildi. Ve yine derler ki; “Toprak Ana” nebattan gayrı evladına “Fırat” adını verdi. O gün bu gündür okyanusa “Berzah” yakıştırması yapar ŞAİRLER..
TÜM YORUMLAR (91)