Hep Aynı İnsanı Sevmek İsteyenler İçin Y ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Bembeyaz bir masa örtüsünün üzerinde minyatür bir bahçe gibi parlayan meze tabaklarının üzerinde dolaşıyor bakışlarım. Nar pembesi lakerdalar, çöl sarısı fava, koyu çam yeşili börülceler, kan kırmızısı biberler, kurumuş ağaç iskeletleri gibi can çekişen sıska balıklar, kenarları buğulanmış kadehlerin üstünde tüten mavi dumanların altında öylece duruyorlar. Anason kokusuyla başı dönen çocuklar gibi sessizce yatıyorlar masanın üstünde, kimse dokunmuyor onlara...

Arkadaşım, altın şerbeti rengindeki rakıyı kadehime doldururken hafif çakır keyif bir tonda, “Biliyor musun, gecenin başından beri konuştuklarımız palavra aslında; hep aynı insanı sevmek istiyoruz. Kim sürekli aynı hayali her defasında farklı yüzlerle sevmek ister ki, ben neyi istediğimi biliyordum ama mecbur bırakıyorlar insanı sürekli kıpırdamaya. Hep o manasız telaş. Bak ne kalıyor geriye. Kocaman bir boşluk” dedi.

“Anlamadım” dedim, elbette anlamıştım sayıklar gibi söylediklerini. Onu o sevimli, çocuksu yüzüyle konuşurken seyretmek hoşuma gidiyordu. “Haklısın, Maurois bile senin kadar net anlatamazdı durumu, bravo” diye takıldım biraz ona. O hakikaten anlamadı neden bahsettiğimi, bıçkın delikanlı sesiyle “buyur kardeş” deyince gülmeye başladık. Niyetim ona Maurois’nın o unutulmaz romanı İklimler’i anlatmaktı ama kitabın keyfini kaçırmadan nasıl anlatacağımı bilemedim. Okumasını istiyordum çünkü. Önce ona aylar evvel kitabı yazmak istediğim gün, usta bir şairi kaybettiğimizi, bu yüzden o yazıyı ertelediğimi anlattım. Haliyle araya başka ‘şair’ sohbetleri girdi. Sonra ona bugünlerde ‘sevgililer günü’ saçmalığı münasebetiyle üzerine yapıştırılan pembe kalplerden bahsettim. Yüzünü buruşturdu. “Yok, öyle bir kitap değil, onu günümüzün tüketim alışkanlıklarına uygun biçimde ‘aşk’ romanı olarak pazarlıyorlar bugünlerde” diye uzatınca meseleyi, “Eee, anlat o vakit ben de anlayayım, hep aynı kadını sevmek isteyen adamı” dedi sabırsızca.

Yakmadığım sigarayı parmaklarımın arasında çevirirken, hâlâ bu kadar katmanlı ve incelikli bir hikâyeyi ona nasıl anlatacağımı tasarlıyordum. Sonra şöyle başladım, “Bak, kitapta bir adam ve bazı kadınlar var” dedim, “hep öyle olur zaten” dedi, boşlukta çınlayan neşeli kahkahasıyla. ‘Mutsuzluğu’ anlatmaktan hoşlanan bir yazarın romanındaki duyguların onun mutsuzluğuyla kesiştiği o tuhaf dönemeci, gürültülü bir meyhane masasında nasıl anlatabilirdim? Yaşadıklarını hiç yaşamamış gibi davranabilenlerin o geniş iç huzuru ve umursamazlığı yoktu onda. Daha fazla hırpalamak istemedim arkadaşımı. “Bir ‘peri kızıyla’ yaşadıklarını hayalleriyle süslediği bir düş bahçesine dönüştürebilen bir adam var. Rüyalarının karanlık labirentlerinde yaşayan hayalperest bir kadın var. Ve eşsiz bir aşkın gölgesinde geçmişi derin bir tevekkülle kabullenirken karşılıksız sevmekten korkmayan başka bir kadın daha var” diye özetleyince kitabı, “Hııı, anladım” diye homurdanıp benimle dalga geçti. Sonra gevşemiş ruh halimize iyi gelen eğlenceli mevzulardan bahsederek bitirdik geceyi.

Tamamını Oku
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan 05.03.2016 - 13:14

    bir romandan etkilenmek alıp duyguları uzaklara gitmek. belkide roman yazmak önce o hikayeyi yaşamaktır

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta