Eskiden sabahçı kahveleri vardı, hep çay verirlerdi, inat edercesine
Esneyenler sandalyelerde devrilirken, çaycı, demli bir çay kordu önlerine
“Eh be hemşerim, uyuma burası sabahçı kahvesi” uykuyla senin işin ne?
Eller gözlerde, yumruk yapmış uyanmak için gözlerini ovuşturma peşinde
En güzel günler geçmişte kaldı demeyeceğim, onların zamanlarıydı işte
Eskidi, geldi geçti o günler, yaşam bugün, bütün idealler anın içinde
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Mükemmel bayılıyorum sizin eserlerinize
Kutluyorum Sayın ÇOBAN.
Erdemle.
basmanede tren garının karşısında köşede bakımsız, kir pas içinde bir sabahçı kahvesi vardı. iki arkadaş oturduk çay içiyoruz. garson avını gözleyen atmaca gibi çayımdan son yudumu alırken tak bir çay bırakıyor masanın üzerine ve gidiyor. arkadaşa 'bu böyle olmayacak, içiyor gibi yapalım içmeyelim, o zaman getiremez dedim ve öyle yaptık. gelip bakıyor çay bitmemiş, tabi geri gidiyor. tam ortam rahatladı derken' bu çayı kendi ellerimle yaptım' demesin mi. ben üzerine saldırdım, arkadaş elimden zor aldı.
şiirin beni 46-47 yıl öncesine götürdü. eh be Çobanoğlu ne diyeyim ben sana? SELAMLAR
Elmanın suları ağızları doldururken, rüzgârlar vardı özgürlük peşinde
Erikleri, kirazları dolaşırdı, ucu bucağı görünmeyen bahçelerde
Esefli yıllar, edepli yıllar, birbirine girmişti, kuşkanatları üstünde
“Eh be hemşerim, amma dalıp gitmişsin hülyalara, al şu çayı iç, bak demlice”
Ne güzeldi...
Yüreğinize emeğinize sağlık.
Kutluyorum.
Saygı ile...
Eğri büğrü yıllardı o günler, düdüklenirdik ikide bir, hırsların peşinde
Ellerinde silahlar vardı gençlerin, gençler, kin kusuyorlardı birbirlerine
Ekilen tohumlar zehirliydi sanki, delice sarhoşluk vardı her birimizde
Ecel denilen şey sinek vızıltısı besteydi, kaybolan zamanların içinde.
Hala ekiyorlar o zehirli tohumları üstadım. ne güzel ifade etmişsiniz o zamanları. yürek dolusu tebrikler. usta kaleminiz daim olsun.
Elmanın suları ağızları doldururken, rüzgârlar vardı özgürlük peşinde
Erikleri, kirazları dolaşırdı, ucu bucağı görünmeyen bahçelerde
Esefli yıllar, edepli yıllar, birbirine girmişti, kuşkanatları üstünde
“Eh be hemşerim, amma dalıp gitmişsin hülyalara, al şu çayı iç, bak demlice”
öylesine güzel resmetmiş ki şaiir kelimenin tam anlamıyla o güzelliği yaşadım an be an teşekkürler bir demli çayda ben yudumladım şiirce saygılarımla
demli çayın buruk tadı,az mı dilimiz yandı..
kutlarım
namık cem
İyi kötü güzel çirkin birlikte,
Kaldı onlar mazideki gençlikte,
Geri gelmez, çeksek bile ipini,
Güzel olan, ne var ise mertlikte.
******************Bedri Tahir Adaklı
Hocam böyle deyiverdim..
Selam ve dua..
Şimdi uzaktan bakınca o yılların güzelliğini görüyoruz, yanlışlarını süzgecin üstünde bırakıyoruz....
Sabahçı kahveleri daha çok garlara, otobüs terminallerine, iskelelere yakın yerlerde olurdu genellikle...Gelecek ilk vapur, kalkacak ilk tren ve otobüsü bekleyenler için..., ya da son'u kaçıranlar için...
Güzeldi sayın Mehmet Çoban...
kaleminize, yüreğinize sağlık ...
“Eh be hemşerim, amma dalıp gitmişsin hülyalara, al şu çayı iç, bak demlice”
Begeniyle okudum
Bu şiir ile ilgili 12 tane yorum bulunmakta