'mesur (şiirsel düzyazı) şiirlerimden...)
- Doğu illerimizden birinde görev yapan bir bayan öğretmenimizin kutsal duygularının önünde saygıyla eğilerek…
HAZAL KIZA...
Öyle umutsuz bakma gözlerime Hazal çocuk…
Daha ne umutsuz günler görecek ve daha nice umutsuz zamanlarda yaşayacaksın, kim bilir? …
Daha ne girdaplar tanıyacak, daha nice çaresizliklerle tanışacak ve daha nice bilinmedik çıkmazlarda yer alacaksın, bilemezsin...
Yaşamak lâzım.
Yaşamak ve görmek lâzım Hazal’ım. Yaşamak ve görmek…
…
…..
Biliyorsun ki, yarın yokum… Bugün, son günüm…
Bu bir nöbet değişimi… Ve ben, bu nöbeti bırakıyorum.
Senden ve sizlerden ayrılıyorum…
...
…..
Bir daha karşınızda ben olmayacağım.
Bir daha sınıf yoklamanızı ben yapmayacağım.
Ve…
Ve bir daha Türkçe dersinize giren de ben olmayacağım! …
...
Sana; “Tezek nasıl yapılır? Süt nasıl mayalanır? Menekşeler nasıl toplanır? ” diye soran ben olmayacağım…
Size; “kan davasından uzak durun” diyen de, “berdel” olmayı kötüleyen de ben olmayacağım! …
…
…..
Bu sizinle son dersim ve son saatlerim.
Ve birazdan zil çalacak…
Bu son zille beraber, sizinle olan beraberliğim, sona erecek Hazal Kız. Sona erecek.
Ve ben, bir daha buralarda bulunmayacağım… Bir daha buralarda bulunmayacak, aranızda bir daha yer almayacağım…
…
Çekip giderken buralardan, beni nice duygularla anacak ve nice yürek olgusuyla hatırlayacaksınız bilemem…
Herkes ektiğini biçer.
Ben neyi biçeceğim veya siz bana ne değer biçeceksiniz, düşünemem…
Belki beni özlemle anacak ve “O bir bayrak yürekli bacıydı bize” diye hüzünlenecek, bel ki de kısaca; “Bir Şenay öğretmenimiz vardı, O’da gitti! ” diyeceksiniz.
Her duygunuza ve her duanıza “eyvallah! ...”
…
…..
Bu gün, sizlerle son günüm ve son saatlerim…
Yarından sonra yokum.
Ben buralarda olmayacağım ama, buraları ve sizleri, hiç ama hiç unutmayacağım!
...
Söz veriyorum; acılarınızı içimde saklayacak, o saf ve temiz yüreklerinizi yanımda taşıyacağım… Mertliğinizi ve çaresizliğinizi, dağ-dağ, şehir-şehir gezecek, dirhem-dirhem pazarlayacağım…
Gideceğim her yerde, oturacağım her pastanede, sizleri ve dertlerinizi anlatacağım…
Söz veriyorum; şiirlerimde ve öykülerimde de sizler olacaksınız.
O tertemiz duygularınızı, o namert ellerce harcanan kaderinizi yazacağım… Menfaate tahvil etmeyeceğim gerçeklerinizi yazarken, bir dilim ekmeğe muhtaç kalsam da aldırmayacağım! ...
Ama unutma Hazal… Şunu da unutma ki; Uzansa da hoyrat eller yavan aşınıza, yüreğim sizlerle atacak ve hep sizinle olacak. Size dokunan, ışığınıza uzanan elleri, bir başıma da kalsam, korkmadan kıracağım! …
…
…..
Gideceğim yer Ege… Ege’de sıcak bir ilçe olacak.
Adı; Kuyucak…
…
Buraların karını, tipi ve boranını unutmayacağım gibi, ihanet kusan kurşunlarını da unutmayacağım.
Sizleri, oralarda da anlatacağım…
Kardeşi kardeşe vurduran hoyrat elleri nefretle anacak, çaresiz zamanlarınızı ve acılarınızı, o sıcak iklimde de hatırlayacağım.
Ve bunca dert içinde, bana çiçek sunar gibi değil, yürek sunar gibi sunduğunuz sevgileri de unutmayacağım.
Unutmayacağım Hazal! Unutmayacağım! ..
...
…..
Seni, beriye gitmiş ve okula geç kalmış ama daha da önemlisi, daha onbeşine varmadan “berdel” olmanın, “kuma” gitmenin korkusunu taşıyan hallerinle düşüneceğim oralarda.
Unutmayacak ve hep hatırlayacağım…
Bugün nasıl ağlıyorsam o acımasız ve anlamsız törelerinize, “kan davası” denen belâdan kurtulacağınız güne kadar da hep ağlayacağım…
…
Seni, hiç unutmayacağım Hazal!
Seni: ellerinde bakraç, koltuğunun altına sıkıştırdığın kitaplarla sınıfa girişlerini düşleyeceğim… Ve ikinci derse, kan ter içinde yetişip, gözlerimin içine biraz mahcup, biraz tedirgin ama en çok da, güvenle bakışlarını düşüneceğim… Sonra da, geç kalış nedenlerini, “beriye gitmek zorunda kalışlarınla” açıklamaya çalışmalarını…
Seni, hiç ama hiç unutmayacağım.
Uzak olsan da gözlerime, yüreğimden ayırmayacağım… En uzak yıldızların, en yakın uzaklar olduğuna sayacağım.
…
…..
Sen de unutma Hazal Kız! Sen de unutma!
Ben olmasam da buralarda, ben bulunmasam da yanında, dert değil gelincik yanaklım…
Bu okul senin! … Bu sınıf senin yuvan!
Bu yer; ilim-irfan evindir!
Buraları terk edemediğin gibi, sakın ola ki, okulunu da terk etme!
Oku!
Oku Hazal Kız! Oku! …
…
…..
Gün gelecek ki, unutacağız.
Ben seni unutmasam ve senin de beni unutman mümkün olmasa da, çok şeyleri unutacağız.
Unutacağız Hazal Kız! Unutacağız! …
...
Umutları unutacağız… Belki yarınları da.
Hatta, yüreklerimizdeki denizler kadar, kabarık sevgileri de…
...
…..
Unutacağız… Unutacağız Hazal Kız! Unutacağız! …
Belki, içimizde iz bırakan acıları, belki yüreğimizi yakan sancıları ve belki de çaresiz kalan ağrıları unutamayız. Hatta, uçurum kenarına itilen gençliğimizin hayata direnmelerini de...
...
İhaneti şenlik gibi yaşayanların, sizlere lâyık gördüğü bedava ölümleri unutamasak da, çok şeyleri unutacağız.
…
Bil ki hayat, hep acıyla yaşanmıyor Hazal Kız.
Yaşam için sevmek, sevmek için zaman ayırmak gerek. Ve sevgide kusur etmemek…
…
…..
Acıları, içimize mahkûm edemezsek, yaşam hakkını yitirmiş oluruz Hazal.
Yaşam hakkını yitirmemek için de olsa, unutacağız!
Unutacağız be Hazal Kız! Unutacağız! …
...
Çok şeyleri unutacağız.
…
Issız, karanlık ve çaresiz gecelerimizdeki o korkunç kurt ulumalarını, gecelerin karanlığını yırtan şuursuz mermi seslerini ve o gecelerde yüreğimizi tutsak alan eşkıya korkuları unutmasak da, kapılarımızı döven kar fırtınalarını, lavaş ekmeklerin piştiği ocak başlarını ve bir demet soğan, üç yumurtayla süslediğimiz fakir sofralarını unutacağız.
Katıksız kaldığımız geceleri unutmasak da, yüreğimizi kavuran yalnızlıkları, ayaz gecelerde penceremizden fal tutup seyrettiğimiz yıldızları unutacağız.
Sakın ola ki, karamsarlığa ve umutsuzluğa düşmeyesin…
Ozanların, dert dolu ezgilerini, acıyla yoğrulu türkülerini değilse de, bir tavalık aş için toplamaya gittiğimiz ve elimiz değdiğinde elimizi değil de, yüreğimizi yakan ısırgan otlarını bile unutacağız.
Unutmaya mahkûm olduğumuz şeyler var Hazal! Onları unutacağız…
Unutacağız be Hazal Çocuk! Unutacağız! …
…
…..
Hani, kına gecelerimiz olurdu…
Ve beni o gecelerde evden alır, düğün evlerine götürürdün Hazal’ım…El ele, yürek yüreğe olur, öğretmen-öğrenci ilişkisini unuturduk.
...
İşte, o kına gecelerinde, baş başa verip mendil sallarken türkülere, içimizde saklı kalan hülyâları, hiç kuşkusuz ki, ayrı düşsek de seninle ve iyisi-kötüsü, güzeli ve çirkiniyle, yine de içimizde tutacağız…
Tutacağız ama içimizde saklı tuttuğumuz hülyâların ikileminde “tilili” çekerek söylediğimiz türküleri, elbette ki unutmayacağız.
…
Unutacaklarımızla unutmamamız gerekenleri ayrıştırırken düşlerimizde, muhakak ki yürekleimizde mihenk taşı olmayacaktır.
Ama baba ocağından ayrılışına değil de, daha onbeşine varmadan, ya berdel, ya da kuma olarak nereye gideceğini, kiminle ve nasıl biriyle nikâh kıyacağını bile bilmeden yola çıkan gelinleri, belki de onların ağlayışlarını bile unutacağız…
Umutlarla beklediğimiz bayramları değilse de, hediyesiz, şekersiz ve sevgisiz kaldığımız bayramları ve belki de, kapılarımızda kesilmeyen kurbanlara duyduğumuz hasretleri dahi unutacağız.
Unutacağız be Hazal Kız! Unutacağız!
Unutmaya mahkûm olduklarımızı, bir-bir unutacağız.
Çünkü biz, bir kaderin iki ortağı, bu toprakların bekçisi, hatta mahkûmu, ama en önemlisi de, bu vatanın demişbaş çocuklarıyız.
Uğursuz ellerin, içimize attığı ateşin tanığı olsak da acılı yüreğimizle, biz kopmaz iki can, anayurt evlâtlarıyız.
...
…..
Aramıza ekilen ayrık otlarına basarak yürüyecek, hatırlamak istemediğimiz acılarımızı ve belki de, bazı gerçeklerimizi bile unutacağız… Binlerce yıllık tarih adına, Allah ve Peybamber adına, ama daha da önemlisi, kan vererek çizdiğimiz bayrak adına unutacağız…
Yaşam hakkımız adına, tek bilek ve tek yürek olma adına, unutacağız.
…
Unutma Hazal’ım. N’olur unutma…
Saçlarımıza zamansız düşen akları, yüreğimizi dağlayan kan damlalarını unutmasak da, çok şeyi unutacağız.
Unutmaya mahkûm olduğumuz gerçeklerimiz varsa, bağrımıza taş basarak, onları da unutacağız…
…
…..
İşte Hazal’ım, o kötü günlerde senden son dileğim, bir tek, kendini unutmamandır… Bu yurdun bir çilekeş evlâdı, acılarla tanış olmuş bir toprağın kızı olduğunu hatırlamandır…
Sonra da, azimle ve sebatla okuman, tabuları yıkman ve benim gibi bir öğretmen olmandır.
…
…..
Buraların, benden alacağın ışığı saçman, bir güneş gibi doğman ve cümle uğursuzluklarla beraber, yıkılması gereken tabuları yıkman için, sana ihtiyacı var!
Bunu sakın unutma! ...
Önce oku!
Oku Hazal Kız! Oku! …
…
…..
Ve gün gelecek, sen de bir gün gelin olacaksın… Ve gelinlik tacını, her genç kız gibi sen de giyineceksin…
…
Yanın da olamasam ve tüm dualarımıza rağmen mutluluğunu o an seninle paylaşamasam da, unutma ki dualarım seninledir.
…
…..
Ve şimdi sorarım sana;
“Bana bir hediyen olmayacak mı? ”
- …………? ! ...
…
…..
Bana vereceğin en güzel hediye; acılı günler için değil, onları geride bırakmış olarak, mutluluğa ağlamandır.
Beni, özünde yaşatmandır!
Mutluluğa ağlaman ve beni özünde yaşatmandır! ...
Mehmet Cemal SAYDAM
NOT: Bu dizelerim, “Berdel”, “Anama Mektup”, “Son Sessiz Gece” ve “Sen Ne Güzel-sin Abla” başlıklı dizelerle birlikte “şiir, müzik ve tiyartro” bütünlüğünde değerlendirilerek tiyatro haline getirilmiş olup, beşli bir gösteri ve dinleti olarak sahnelenmiş ve hâlen de ahnelenmektedir.
Mehmet Cemal SaydamKayıt Tarihi : 8.10.2010 02:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
acılarına tuz basıl..
o bize yaşamayı
başarma azmini verdi diye şükredecekler mi
ümitvar olmak istiyorum
yaklaşımızı kutkarım gardaş
biz hep öyle baktık ancak,
şerefsizliğin kol gezdiği zaman ve coğrafya da
birileri toprağımıza hiyanet tokumu ekmiş
birileri aşımıza kan doğramış
ama
böylesine onurlu, şahsiyetli erdemli coşkulu yürekler
samimi yüksek karakterli kalemler oldukça
nilletçe daha müreffeğ zamankarı hak edşyoruz inşaallah
Allaha emanet olasınız
***
Duygu yüklü çalışmanızı içtenlikle kutluyorum...
Yüreğinize sağlık.
Saygımla....
TÜM YORUMLAR (4)