HAYIRLI NESİL VER BİZE YA RABBİM
Bozulmaya hazır şimdi nesiller
Bilinmedik tarzda türlü şekiller
Örümcek beyinli bazı fosiller
Hayırlı nesil ver bize YA RABBİM
Erimiş kendine kalmamış hayrı
Mum dibine ışık vermiyor gayrı
Evlat hatır sormaz babadan ayrı
İmanlı nesil ver bize YA RABBİM
Sen istesen bile hiç laf dinlemez
Oğlun kızın olsa hiç te farketmez
Ele verir talkın, ona söylenmez
Ahlâklı nesil ver bize YA RABBİM
İmanla ferâset birer şuurdur
Aklının ziyâsı, kalbin nûrudur
Hakkı bilmek ise Hakk'ın yoludur
Şuurlu nesil ver bize YA RABBİM
Vereni görene şükür nimettir
Bilip gereğiyle amel etmektir
İhsân edeni her dâim övmektir
Şükürlü nesil ver bize YA RABBİM
Âlemlerin Rabbi'sin senindir ferman
Yoktur Sen'den başka dertlere derman
Evlâdın candan da ötede bir can
Sağlıklı nesil ver bize YA RABBİM
Edepten,hayâdan efdali var mı
Kibir,gurur insanlığa sığar mı
Herkese sataşmak akla zarar mı
Yararlı nesil ver bize YA RABBİM
Mü'minler ağzına almaz lâneti
Allah göstermesin hiç ihâneti
Hastaya, yaşlıya hep merhameti
Duyarlı nesil ver bize YA RABBİM
*******************************
Şükrü Atay
24 Eylül 2020 - KOCAELİ
*******************************
Kayıt Tarihi : 24.9.2020 21:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) İSLÂMA DAVET İÇİN GİTTİĞİ TÂİF'TE NASIL KARŞILANMIŞTIR,DÖNÜŞÜNDE NELER OLMUŞTUR? ******************************************* "HAYIR, BEN BÖYLE BİR ŞEY İSTEMEM. İSTEDİĞİM TEK ŞEY, HAK TEÂLÂ'NIN BU MÜŞRİKLERİN SÜLBÜNDEN (SOY), ALLAH'A HİÇBİR ŞEYİ ORTAK KOŞMAKSIZIN İBÂDET EDECEK BİR NESİL ORTAYA ÇIKARMASIDIR." ********************************************* YÜCE PEYGAMBERİMİZ BU SÖZÜ NEDEN SÖYLEMİŞTİR. Müşrikler, Ebû Tâlib ve Hz. Hatice'nin vefatlarını fırsat bildiler. Âdeta bu zamanı bekliyorlarmış gibi, Peygamber Efendimize revâ gördükleri ezâ ve cefalarını birden kat kat arttırdılar. Öyle ki, Efendimiz onların zulüm, hakaret ve işkencelerinden dini neşretme vazifesini âdeta yapamaz hale gelmişti. Müşriklerin bu insafsız ve merhametsiz tutumu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizi fazlasıyla müteessir ediyordu. Bu sebeple Tâif'e gitmeye karar verdi. Maksadı, Kureyş müşriklerine karşı Tâif'te oturan Sakif Kabilesinden kendisini korumalarını ve İslâm dâvâsını kabul etmelerini istemekti. Tâif, Arabistan'ın mühim yerlerinden biriydi. Bağ ve bahçeleriyle şöhret bulmuştu. Ayrıca, Resûlullahın süt annesi Halime'nin mensup olduğu Beni Sa'd Kabilesi de buraya yakın oturuyordu. Dolayısıyla Efendimiz, bu belde sakinlerinin İslâma alâka duyup îmânla şereflenebilecekleri ümidini besliyordu. Bu ümidi tahakkuk ettiği takdirde, Kureyş müşriklerine karşı büyük bir güç de elde etmiş olacaktı. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz Hz. Zeyd bin Hârise ile birlikte, gizlice Mekke'den ayrılarak Tâif'e vardı. Orada Sakif Kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı. Onları İslâm dinine dâvet etti. Kavminden muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymalarını taleb etmek için geldiğini anlattı. Ancak, kaldığı on gün zarfında hiçbir müsbet netice elde edemedi. Üstelik hakaret ve istihza ile mukabele gördü. Türlü türlü ithamlara maruz kaldı. Reislerinden biri, "Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?" diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip mübârek kalblerini teessüre boğdu. Bir başkası, "Vallahi" dedi. "Ben hiç bir zaman seninle konuşmayacağım. Çünkü, sen şayet dediğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen, senin sözünü reddetmekle kendimi büyük tehlikeye atmak istemem. Eğer, sen Allah'ın Peygamberiyim diye Allah adına hilâf-ı hakikat konuşuyorsan, o takdirde de ben seninle konuşmaya lüzum görmem."1 Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu davranışları ve sözleri üzerine Sakîflilerden hayır gelmeyeceğini anladı ve bundan müteessir oldu. Müşriklerin bu durumu haber alıp cüretlerini arttırmalarından endişe duyduğu için de yanlarından ayrılacağı sırada onlara, "Bâri konuştuklarımız aramızda kalsın! Başka kimse duymasın!" dedi. Ne var ki, şirk inancının kuvvetle yaşandığı ikinci bir belde olan Tâif sakinleri Resûl-i Zişânın bu arzusunu da kabul etmediler. Gençlerinin İslâmiyete alâka duymalarından korkarak, İki Cihan Güneşi Efendimize şöyle dediler: "Memleketimizden çık da, nereye gidersen git! Kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi, biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz."2 Lât ve Uzza'ya tapmakta Mekkeli müşriklerle yarışıp duran Sakifliler, bu çirkin sözlerle de yetinmediler. Beldelerinde misafir olarak bulunan Cihan Peygamberine ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar. Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Kâinatın Efendisi ve Hazret-i Zeyd'i taşa tuttular. Resûlullahın mübârek ayakları kana bulandı. Öyle ki, isâbet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hâle geldi. Resûl-i Ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı. Ama bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı. Ayak takımı, Peygamber Efendimizi ızdırap içinde bırakırken, taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı. Hz. Zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu Resûl-i Kibriyâ'ya siper etmişti. Şirk ehlinin elinden çıkan taşların ona ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu. Ama nafile idi. O da kan revân içinde kaldı. Resûl-i Ekrem, bu âdice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi. Bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti. Resûl-i Ekrem bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı. İnsanlığı utandıracak bu âdice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra, şu hazin münacaatta bulundu: "Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakîr görüldüğümü ancak sana arzeder, sana şikâyet ederim." "Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah! Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin." "Allah'ım! Yeter ki, Senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat senin af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir." "Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, İlâhi rızandan uzak durmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve âhiret işlerini yoluna koyan İlâhi nuruna sığınırım!" "Allah'ım! Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim! Allah'ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir!.."3 KÖLE ADDAS Bağ sahipleri, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin maruz kaldığı şen'i ve menfur saldırıyı uzaktan seyretmişler ve acıma duyguları harekete geçmişti. Köleleri Addas'la Efendimize biraz üzüm göndererek ikrâmda bulundular. Addas tabak içindeki üzümü alıp Peygamber Efendimize getirdi. Resûl-i Ekrem üzümü, "Bismillah" diyerek alıp yemeğe başlayınca Addas'ın dikkatini çekti. Kendi kendine, "Vallahi, bu sözü, bu beldenin halkı bilmezler ve söylemezler." dedi. Fahr-i Âlem Efendimiz, "Ey Addas, sen hangi dindensin?" diye sordu. Addas, "Ninevalıyım ve Hristiyanım." cevabını verdi. "Demek, sen o salih kişi Yunus İbn-i Mettâ'nın hemşehrisisin?" "Sen, Yunus İbn-i Mettâ'yı nereden biliyorsun?" "O, benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben de peygamberim." Bunun üzerine, Addas kendisini tutamadı ve Resûlullah Efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü. Manzarayı uzaktan seyreden bağ sahiplerinden biri diğerine, "Senin adamın, gözünün önünde kölenin itikadını bozdu." dedi. Addas, yanlarına dönünce de ikisi birden ona çıkıştılar: "Yazıklar olsun sana, Addas! Sen bu adamın başını, ellerini ve ayaklarını nasıl öptün?" Addas'ın efendilerine cevabı ise şu oldu: "Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana bir şey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir."4 Peygamberimiz (s.a.v.)'in Şefkat ve Merhameti Resûl-i Ekrem Efendimiz, bağdan ayrılıp düşünceli düşünceli ve Sakif Kabilesi ile Tâiflilerden maksadına muvafık bir netice alamamanın teessürü içinde yoluna devam etti. Mekke'ye iki konaklık bir mesafe kalmıştı ki, zâtını bir bulutun gölgelemekte olduğunu gördü. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Hz. Cebrâil'i fark etti. Cebrâil (a.s.) seslendi: "Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin." O anda görünen dağlar meleği de emrine âmade olduğunu ve istediği takdirde Ebû Kubeys ile Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşturabileceğini söyledi. Fakat, şefkat ve merhamet kaynağı Resûl-i Ekremin arzusu başka idi. Dağlar meleğine şu cevabı verdi: "HAYIR, BEN BÖYLE BİR ŞEY İSTEMEM. İSTEDİĞİM TEK ŞEY, HAK TEÂLÂ'NIN BU MÜŞRİKLERİN SÜLBÜNDEN, ALLAH'A HİÇBİR ŞEYİ ORTAK KOŞMAKSIZIN İBÂDET EDECEK BİR NESİL ORTAYA ÇIKARMASIDIR."5 Evet, Peygamber Efendimizin maksat ve gayesi insanları bedduâlarla yok etmek, belâ ve musîbetlere uğratıp perişan etmek değildi. Aksine, insanların îmâna kavuşması, hidâyete ulaşması ve ebedî saadete ermesiydi. Her adımını bu gayenin tahakkuku için atıyor, her hareketini bu ulvî maksat için yapıyor, her teşebbüsünde bu eşsiz hedef bulunuyordu. Bu sebeple her dakikası bir nevi ibadetle geçiyor ve her anı nûrlu bir manzara olarak maziye akıp gidiyordu. Dipnotlar: 1. İbni Hişâm, Sîre: 2/61; İbni Sa'd, Tabakât: 1/211. 2. İbni Hişâm, Sîre: 2:61; İbni Sa'd, Tabakât: 1/211; Taberî, Tarih: 2/26. 3. İbni Hişâm, Sîre, 2/61-62; İbni Sa'd, Tabakât 1/212. 4. İbni Hişâm, Sîre: 2/63. 5. İbni Hişâm, Sîre: 2/60-63; Buharî, 4/83. Selam ve dua ile... Sorularla İslamiyet
Teşekkürler. Sizler gibi güzel yazan şair ve şiirlerinden esinlenerek yazmaya çalışıyorum.
Sizin de kaleminize ve yüreğinize sağlık diliyorum. Selamlar ve saygılar...
Amin....demek en güzeli...zira bu kadar özveri ve iyi dilek ,niyaz edilerek yazılan şiiri okuyunca binlerce kez amin demek lazım..
Zor olanı yazmış ve istemişsin be abiciğim...bozuk süt ve mayadan ne kadar sağlam ürün elde edersin ki...maya bozuldu bir kere...bireylerin çoğunda Allah korkusu ve sevgisi kalmadı...Hırsızlık, arsızlık ,ırz düşmanlığı, haset, kültürsüzlük, gıybet, inkâr, iki yüzlülük, kan akıtma, kamu malını yeme...ne ararsan var yok yok ... o kırılası yolsuzluk yaptıkları ellerine bir defa kitap alıp okuyorlar mı acaba..... sandık da vermiş olduğun oyu bile aşırıyor bunlar.....mezarda ki mevtanın altın dişini bile söken insanların olduğu böyle ülkelere adım başı dört minareli cami yapsan ne olur....yapmasan ne olur...adam eline küçük boy bir Meâli bile almıyor...Kutsal olan vatan görevinden kaçmak için homoseksüel raporu alan bir sürü insan var...o kadar bozuldu ki her şey üç kuruş parası olan askere gitmiyor...fakir olanın suçu ne...haram yiye memesi mi acaba...nerede burada hayır ve hayırlı evlat..
Bunlardan hayırlı evlat bekleyemeyiz abi yine de ALLAH BİLİR...YİNE ÖZÜ SÖZÜ BİR OLAN MÜTEDEYİN DEDİĞİMİZ GÜZEL HUYLU İNSANLARIMIZIN DUALARINI ALLAH KABÜL EYLESİN...NE VAR İSE GÖZÜ GÖNLÜ'' HAK'' DİYEN İNANLARDA VAR..
Allah her aileye ve devlete hayırlı evlat nasip etsin inşallah...
Ellerine sağlık abi sayfalar dolusu yazarımda neyse artık anladın beni...Yarın ulemanın birisi gelir benden daha iyi irdeler konuyu...:))
SAYGILAR SELAMLAR....
Saygıdeğer Ozanım,
Herşeyi açık ve net ortaya koymuşsun, ekleyecek bir şey yok, altına ben de imzamı atıyorum.
Yarın ulemanın birisi gelir benden daha iyi irdeler konuyu...:)) demişsin herkesin ulemâlığı da ukalâlığı da kendine,herkes kendi evlâdına ulemâlık yapsın öyle kolaysa, zaten onların yüzünden şiiri tam kendimizi vererek yazamıyor arada birilerine laf sokuşturuyoruz. Şiirden mısralar zaten gerekeni söylüyor.
*Örümcek beyinli bazı fosiller
*Mum dibine ışık vermiyor gayrı
*Ele verir talkın, ona söylenmez
*Herkese sataşmak akla zarar mı
*Mü'minler ağzına almaz lâneti
Neyse artık anladın sen de beni...:)))
Selamlar ve saygılar üstâdım...
TÜM YORUMLAR (2)