Haydar Güner: Hayatı, Biyografisi, Eserl ...

149

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

HAYDAR GÜNER HAYATI

Haydar Güner, 1 Ocak 1961’de Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Çepni Köyü’nde doğdu.
Ama o doğum yalnızca bir nüfus kaydı değildi. Daha bir yaşındayken bir yangında diri diri yandı — ama ölmedi.
Dönemin yoksulluğu ve çaresizliği ona doğru dürüst bir tedavi bile sunamadı. Yanıklar içinde kendi haline bırakıldı.
Bugün hâlâ vücudunun çeşitli yerlerinde o yangının izlerini taşır.
Bazı insanlar hayata ölüme meydan okuyarak başlar. Haydar, işte onlardan biridir.

5 yaşında babası onu Kur’an kursuna yazdırdı. Ama orada susmadı.
Doğru soruyu sorduğu için cami hocası tarafından kapı dışarı edildi.
O günden sonra bir daha o kapıdan içeri girmedi.

6 yaşında ilkokula başladı. Henüz çocukken kalemi eline aldı ama o kalem, ileride yalnızca yazmak için değil; direnmek için de kullanılacaktı.
1972’de Abidinpaşa Ortaokulu’na kaydını halk ozanı Ali Kızıltuğ yaptırdı. Tesadüf değildi.
O evde sazı, sözü olan adamlar eksik olmazdı: Ali Kızıltuğ, Aşık Mahzuni, Neşet Ertaş, Hasan Erdoğan, Kemancı Kör Ahmet...
Yoksul ama sazlı, sözlü sofralarda büyüdü Haydar.

Siyasal bilinci, kavga eden iki kişiyi ayırdığı için yediği polis jopuyla keskinleşti.
O jop darbeleriyle sağırlık oluştu kulaklarında.
Kulaklarından kanlar akan Haydar, Tıp Fakültesi’nin üst sokağında öldü sanılarak kaldırıma atıldı.
Duyarlı insanlar tarafından Hacettepe Hastanesi’ne kaldırıldı.
Sağlık güvencesi yoktu. Tedavi edilmedi. Sadece pansuman yapılıp taburcu edildi.
Yine ölmedi.

1977–78 yıllarında Mamak’ın Şahintepe ve Şirintepe mahallelerinde “Halk Manavı” adıyla bir dayanışma zinciri kurdu.
Halka ücretsiz sebze-meyve dağıttı. Yanlış duymadınız: Ücretsiz.
Çünkü kendisi de üreticilerden ücretsiz alıyor, halka ücretsiz ulaştırıyordu. Aynı zamanda okul okuyordu.

1978’de Abidinpaşa Lisesi’nden mezun oldu.
Karneleri aldıktan sonra okuldan çıkarken kurşun yağmuruna tutuldu.
Önde yürüyordu ama arkasındaki Yılmaz Yılmaz’ın itmesiyle yere düştü.
Yılmaz Yılmaz kasığından vuruldu. Haydar yine hayatta kaldı.

1979’da Ankara Belediyesi’nde daktilo memuru olarak göreve başladı.
On parmak yazı yarışmasında Türkiye birincisi oldu.
Edebiyat okumuştu, resmi yazışma kurallarına da hâkimdi.
1976’dan beri sahip olduğu elektronik bilgisiyle belediyenin teknik şartnamelerinde ve bakım-onarım işlerinde de görev aldı.

Ama hayatı yalnızca daktilo tuşları ve devrelerle yazılmadı; mahkeme salonları ve cezaevi duvarları da yer aldı o yazgının içinde.
Bir sabah siyasi suçlamalarla gözaltına alındı.
DAL Grubu’nun ellerinde 45 gün boyunca ağır işkencelere maruz kaldı.
Sonra Mamak Askerî Ceza ve Tutukevi’ne konuldu.
Askerî savcılık, 146/1. maddeden idam istedi. 1 No’lu Askerî Mahkeme’de yargılandı.
Yıllar süren yargılamanın sonunda hâkim idam cezası verdi ve kalemi kırdı.
Annesi Cansever, o anda mahkeme salonunda ilk kalp krizini geçirdi.
Haydar o zaman 24 yaşındaydı.
Ve ilk şiirini işte o gün yazdı.

Sivil mahkemeye yaptığı yeniden yargılanma başvurusu kabul edildi.
Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından beraat etti.
Ailesi bu sonucu bir mucize olarak gördü.
Ama Haydar biliyordu:

“Mucize dedikleri, direnişin, inancın, teslim olmamanın ve aklın eseridir.”

1994–1995’te başka bir karanlıkla karşılaştı.
Naklen atandığı ilçe belediyesinde tespit ettiği yolsuzlukları basına açıkladı.
Bu kez de sahte evraklarla, düzmece tanıklarla iftira kampanyası başlatıldı.
Soruşturma dosyasına sunulan tanıkların işe alma vaadiyle sahte beyan verdikleri, sonradan belediyede işe alındıkları SGK kayıtları ve tanık itiraflarıyla belgelendi.
Ancak ne belediye ne de mahkemeler, bu yeni delilleri dikkate almadı.

Mahkemeler susmayı, belediye yüzleşmekten kaçmayı seçti.
Çünkü karşılarında devasa bir organize yapı vardı.
Kimse bu yapının ipini çekmeye cesaret edemedi.

Kararı veren hâkim, kısa süre sonra Yargıtay üyeliğine atandı.

Sahte tanıklık yapanlar belediyede memur olarak işe alındı.

Dönemin Adalet Bakanı, belediye başkanı ve figüranların tamamı aynı siyasi partiden çıktı.

O dönemde her tür güç onlardaydı.
Dilediklerini ipe götürür, dilediklerini ipten alırlardı.

Bugün yargı bağımsızlığı yok diye feryat edenler dün adaleti kirli siyasetin aygıtı yapmış olanlardır.

“Eee… Ne sandınız? Sizden öğrendiler.”

Haydar üç kalp krizi, bir felç geçirdi. Tip-2 insülin bağımlısı.
Görme bozuklukları baş gösterse de direniyor.
Yaşadığı haksızlıkların yarattığı ağır stres, bedenini tüketmeye devam etse de yılmıyor.

Yargıtay’ın yeni kararıyla emekli maaşı da bloke edildi.
Artık maaşı yok.
Bu kararla yalnızca o değil, krediyle hayatta kalmaya çalışan milyonlarca emekli ve çalışan da açlığa ve sefalete sürüklenecek.

Haydar bu nedenle yeniden şiire döndü. Çünkü hayat ona şunu öğretti:

“Söz susturulursa aç kalınır; ama insanlık susarsa herkes aç kalır.”

Bu ülkede adaletsizliğe susmak, suça ortak olmaktır.
Bu kumpası bozana kadar susmayacağına yemin etti.

O’nun şiiri, isyanın dilidir.
O’nun kalemi, direnişin tutanağıdır.

Mamak Askerî Cezaevi’nden çıktıktan sonra şiire uzun süre ara verdi.
Ama yeniden yazmaya başlamasının nedeni yalnızca geçmişin karanlığı değil, bugünün sessizliği ve yarının tehlikesiydi.

Yakılan ormanlar, çöken adalet, artan yoksulluk, görmezden gelinen insanlık dramları…
Hepsi onun şiirinde bir isyana, her dizesinde bir gerekçeye dönüşür.

Aşkı da bilir elbet.
Ama onun dizelerinde aşk bile halk sevgisinin gerisinde kalır.

Yakında hikâyeleri ve romanları da sizlerle buluşacak.

Çünkü bu ülkede bazı gerçekler yalnızca yaşanmaz; yazılmak zorundadır.