Hayatın Tuğlaları…
Nasılda geçti bir ömür, yolun yarısındayım…
Ne güzellikler sığdırdım içine, ne acılar, ne sevinçler, ne kederler… Hepsi benim bugüne kadar beni ben yapan tuğlalarım.
Ömrüm bir inşaat gibi, tanıdığım herkesin bir tuğlası var içimde, kimse bilmez.
İçimdeki küçük kızı alıp, herkesten koruduğum merkez tuğlam. Kıvırcık saçlı, badem gözlü, esmer, bir kız çocuğu saklıyorum.
Bilemezsiniz ne kadar hassastır o, üzülünce hemen dudağı sarkar, gözlerinin feri söner, arkasını döner, sanki bütün dünya batmış, altında kalmıştır.
Bilemezsiniz ne kadar umut doludur o, hemen gözleri cıvıldar, gülümser, şarkı söyler, sanki dünyayı o kurtaracaktır.
Umudunu kaybetmemek için çırpınır, kendine masallar anlatır, onlara inanır, inancını kaybetmemek için didinir durur…
Ve sonra, birden küsü verir, oyun oynamaz, isteksiz, öylece oturur. İstemiyorum türküsünü tutturur… istemiyorum der başka bir şey demez…
İster aslında, istemiyorum dediğine bakmayın, beklide her şeyden çok ister, ama hiç inancı kalmamıştır
Neye inansın, inanmadığı bir şey için nasıl hikayeler uydursun kendisine?
Merkez tuğlanın etrafındaki ilk halka, aile tuğlam…
Anne-baba sevgisi, kardeş, akraba sevgileri.. her biri birbirinden ebatça farklı ama hepsi sıcacık. Güvende olmanın tarifsiz ifadesi, aile tuğlası…
İkinci halka zinciri, dış dünyaya merhaba tuğlası…
Mahalle arkadaşları, bakkal amca, ilkokul sıralarında atılan hayli saf ve masum arkadaş tuğlalarım…
Ve zaman içinde eklenen ve genişleyen dostlarımın sevgi tuğlaları, arkadaşlarımın Dolce Vita tuğlaları, iyisinden yediğim kazıkların tuğlaları…
İyi tuğlaların içinde kırılan ya da kötü tuğla koyan yok mu? Elbet var…
Hayatın kaçınılmaz kanunu, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmaya yarayan tecrübe tuğlaları…
Örülen katların yıkıldığı, inşatta ara verilen, bir tuğla dahi koymaya korktuğumuz ancak, yine de ısrarla bu sefer yanılmama dileği ile iyi niyetlerle,
Birazda düşe kalka örmeye çalıştığımız olgunluk tuğlalarımız….
İçine biraz da çalışma hayatını ilave etmek lazım ömrün inşaatına, emekliliğe daha çok var ama kazanç tuğlası en tatlısı…
Kendi paranı kazanmanın tarifsiz mutluluğu, ihtiyaçlarını karşılayabilmek, yaşamını idame edebilmek, eh yapabiliyorsan ailene destek olabilmek…
Alınan başarılar, kazançlar, bazen başarısızlıklar, terfiler, bazen yeniden denemeler, yılmalar, bitmek bilmeyen mesai saatleri, izinsiz geçen haftalar
Ve sonrasında gelinen noktada işini severek yapmanın verdiği mutluluk, başkalarına tuğla olabilmenin gururu…
İnşaatlarda tuğlaların arasına konulan, olmazsa olmazı harç… Aşk..
Aşk öyle bir sihirdir ki, biraz kum, biraz kireç ve biraz da çimentodan oluşan karışımı harca çevirip, tüm boşlukları doldurur…
Ömür dediğimiz bilinmeyen süreçte hepimizin aradığı aslıda sağlam bir aşk kolonu değil midir?
Nesiller boyu sürecek, bir sonra ki kuşağa aktarılacak bir yaşamın ilk tuğlası AŞK değil mi?
Sağlam kolonun üzerine yuva kurmak, eş olmak, bir olmak, birbirinin olmak…
Hepimizin izlediği ve akıllarda kalan “Hacivat’la Karagöz Neden Öldürüldü” filimdeki Karagözün annesi Şaman annenin cami inşaatı sırasında yaptığı harç gibi…
Aşk bir sırdır, bir illüzyon, belki de kutsal güç… kim tarif edebilir?
Onca usta kalemin yazdığı aşk, nelere kadirdir? Kaç türlü aşk vardır? Bizlerin yaşadığı aşkın hangi türlüsüdür?
Bir düşünsenize?
Bir de söyle düşünün, günün birinde beklemediğiniz bir zamanda aşk kapınızı çalıyor… ve siz ne yapıyorsunuz?
Kapıyı açıp içeri mi alıyorsunuz? Yoksa içeri girmesine izin vermiyor musunuz?
Güneri Cıvaoğlu’nun bir programında dediği gibi, ruh ikizleri değil, ruh eşleri varmış…
Normal olarak ruh eşleri bu dünyada karşılaşmazlarmış, ancak eğer çok şanlılar ise; bu dünyaya aynı zamanda gelirlermiş…
Mesele de farkında olmak, kaybetmemekmiş…
Sevgi ve ışıkla kalın,
Ceren AYDIN
(01.03.2013 / Ada)
Kayıt Tarihi : 24.6.2013 17:09:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!