Dünya’da hayatın gerçeklerini anlamak en zor şeydir. Onu, anlayabilmek için hayatın içine atılmak, onun acımasız dişlilerinin arasında ezilmek, onunla yoğrularak pişmek ve onunla yaşayarak onu yenmek gerekir.
Hayata atılmadan, hayatın gerçeklerini anlamak demek; yapraklar arasından sızabilen bir güneş ışığından güneşe hükmetmek gibi bir şeydir. Yani, hayata, yaşama atılmadan edinilen tecrübe sık yapraklı ağacın gölgesinden süzülen güneş ışıkları kadardır.
Ayrıca, kafese hepimizde bir bülbül koyarak hapsede biliriz. Ama; o kafesteki bülbül, gerçekte kendimiziz. Çünkü biz orada bülbülü hapsetmekle, aslında kendi zevkimizi ve mutluluğumuzu hapsedip, besliyoruz.
O nedenle biz orada, kendimizi besleyip avutuyoruz. İşte, hayatın gerçekleri de böyledir.
Hayata atılmadan, yaşamı, mücadeleyi, insanlığı ve hepsinden önemlisi insanca yaşamayı anlamak ve öğrenmek çok zordur.
Başkalarının yaşadığını, anlattığını, yaşamadan yaşamış gibi sahiplenip, anlatmak; yine kafesteki bülbül misalinde olduğu gibi kendimizi aldatır ve avuturuz.
Gerçek olarak yaşam denilen ve ağır, acımasız ama insana her fırsatta bir şey öğreten işlerle örülmüş bu ağların kollarına kendimizi bırakırsak, işte o zaman, hayatı ve yaşamayı ve insanların kıymetini anlarız.
sırt çantalı bir duman gibibir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız sevgilim yalnızca kanatlarına güven
kendi yarattığımız boşluğun ucunda sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman yürüdüğümüz yollar daralırken