Hayatımızdaki ilk filmin hazin öyküsü(ne ...

Yusuf Tuna
16774

ŞİİR


122

TAKİPÇİ

Eskiden televizyon, sinema gördüğümüz mü vardı? Televizyonu bırak evde ne elektrik? Ne radyo? Ne de bir elektrikli ev aleti bulunuyordu?
Akşam olunca gazlı idareyi yakar, ocağa bir çıra kütüğü atar, soğukta kukumav kuşları gibi ocağın başında tüneşirdik. Ateşin karşısında önümüz sıcaktan gevrerken, sırtımız donardı. İşte eski bir köy evinde gündelik akşam manzarası böyle idi.
Bizler okuldan gelince çantayı bir yana, önlüğü bir yana fıydırır, akşam olunca idarenin ışığında dersimizi yapacağız diye uğraşırken, idareden çıkan gaz kokusundan burunlarımızın içi baca gibi is bağlardı. Ben ilkokulda denizci fenerini bile bilmezdim. İdare ile çıra ışığında ders çalışmayla ampulün verdiği ışık arasında olan farkı siz düşünün. Şimdiki çocuklar her yönden çok şanslı. Televizyon çıkalı radyoyu bile dinleyen kalmadı. Televizyon kuşu gibi tüneyip şu acaip tembelizasyonun başından ayrılmıyorlar. Üstelik ders yaptın mı? Desen; ‘’yaparız, acelesi mi var? ’’ diye insanı burunlayıp, adamı tersliyorlar. Çocuklara yalvarma ile ders çalıştırır hale geldik. Zaman değişti. Şimdi çocuklara hizmet etme zamanı! Bizim zıpırların içi yanıp susamış olsa ‘’Anaa! Bana bir bardak su getir çabuk’’ diye bağırıyorlar. Eskiden biz atalarımıza hizmet etmek için el pençe divan durup beklerdik.
Tatil günleri bizim için bulunmaz bir nimet gibiydi. Hapisten kurtulan kimseler gibi okuldan uzak bir zaman da çocuklar ile heleşenlik yapar, zifiri karanlık oluncaya kadar dışarıda yemeği yedikten sonra bile oyun oynardık. İhtiyarlar akşam sohbeti yaparken, bizler de sekir, yüzük oyunu oynayacağız diye can atardık. Babamgilin konuşmalarını gizlice dinler, ilgimizi çeken olursa pür dikkat kesilir, kulak kabartırdık. Çoğu laflardan bir şey anlamazdık ama gizli konuşmalar bizi cezbeder, kulaklarımızı anten gibi dikerek laf duymak için put gibi kıpırdamadan saatlerce dururduk.
Mehmet Ali Dedem sert mizaçlı bir adamdı. O ‘’Sizi keranacılar sizi! ‘’ diye bağırdığı zaman korkudan tir tir titrer, hepimiz çil yavrusu gibi dağılır, kaçacak delik arardık. Yaramazlık yapınca dedemin korkusuna evdeki saz damın altındaki mısır ambarının ardına hasır yazıp saklanır, orada saatlerce kalırdık.
Günlerimiz yarı okul yarı oyun ile geçerken, bir gün okula seyyar sinema düzeneği kurdular. Önce biz ne olduğunu anlayamamış merakla bakarken, öğretmenler bizi penceresine bez çekilmiş bir sınıfa topladılar. Biraz sonra makineyi görevliler çalıştırdı bize izlememizi söylediler. Ömrümüzde ne sineme görmüş, ne de film izlemiştik? Karşı duvarda yürüyüp konuşmaya başlayan insanları görünce çok şaşırdık. Bunu o zaman aklımız almamış, gördüğümüz resimleri esas zannetmiştik. Hele bir ara filmdeki arabanın üzerimize geldiğini görünce çoğu çocuk gibi ben de ‘’araba bizi çiğneyecek’’ diye korkup ağlamaya başlamıştım. Bir süre sonra adamlar silahlı çatışmaya girdi. Herifin biri tabancasını bize doğru sıkınca gayri ihtiyari olarak masanın altına sinlenmiş, burada kafama çivi batınca da vuruldum diye avazım çıktığı kadar bağırıp feryadı basmıştım. Öğretmenimiz gelip bizi dışarı çıkarmasa belki korkudan ödümüz patlayıp ölecektik.
Bu olayı dedeme anlattığım zaman; ‘’Eskiden dünyanın bir ucundan bir adam konuşsa, öbür ucundakiler duyup görecekmiş dedikleri alamet –i farika denen şey herhalde bu dediğin şey’’ demişti. Aradan yıllar gelip geçti. Köyümüze elektrik geldi. Her taraf aydınlandı. Sonra siyah beyaz televizyonlar çıktı. Köy yerinde ilk televizyonu da biz aldık. Bütün köy halkı gece gündüz bizim evde televizyon seyredeceğiz diye bekleşirlerdi. Bizler de ‘’Vadideki Hayat’’ dizisini seyredebilmek için akşamı zor ederdik.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta