birinin vermek istemediği bir şeyi
ondan zorlamadan almanın türlü türlü yolu var.
gasba lüzum yok.
’etik mi değil mi’yi sonra tartışırız.
mesela:
onda olmayan meziyeti onda varmışcasına
olgun bir sunumla ifade edersiniz.
suratsızın tekine ’çok manalı bakışlarınız var’ demek
ona da başta inandırıcı gelmeyecek;
ama ısrar ederseniz suratsız,
pohpohunun devamı hatırına
size bir ücret lütfedecektir.
böylesi tavırlara
ve tavır sahiplerine
özellikle siyasiler,
güç sahipleri,
varlıklılar
ve güzellerin civarında
çok rastlanır.
cimriden para koparmak zordur hesabı,
kendini bulunmaz hint kumaşı ilan edenden
’alarak’ değil
’vererek’ koparırsın
istediğini.
ahmak kendini akıllı sandığında
bütün zırhlarını yere saçmış demektir.
inandırman lazım fikrini, fikri olduğuna.
sonra çorap söküğü gibi gelir devamı.
nasıl mı?
’hani geçen sen bana demiştin ya:
şu iş ne kadar mantıklı görünüyor diye.
ben o zaman pek kıymet vermemiştim;
ama hakikaten yani
üzerinde düşününce
şu şu şu gerekçelerle
ne kadar da makul ve akıl dolu olduğunu gördüm’
tarzı...
o dememiş miydi böyle bir şey?
merak etmeyin
siz bunu ona nisbet edip onu şişirdikçe
o yelkenleri indirecektir.
yıkama yağmala,
hile diyor bazısı
ve iğrenç buluyor bunu.
ben de yapmam yaptırtmam;
ama bununla burnundan kıl aldırmayandan
kopardığınızda,
’ona bu reva mı değil mi’yi
tartışmayı da mantıksız buluyorum.
aslında iğrenç olan
onun onda olmayana ’sende var’ demesine
gösterdiği makuliyettir.
ve daha derinine inersek
’ben çalıştım elde ettim’lik bir genel kazanç sistematiği yoktur
dünyanın.
tamamen sıradışı bir kurgu gereği ne kime ulaşacaksa
ulaşıyor.
nice alıkların servet sahibi,
nice çirkinlerin en güzelle olduğunu görüyorsunuz.
dediğimi algılamanız o kadar da zor değil.
bir umum denge var;
lakin özellikle teknoloji ve yaşama standartları,
duygu yoğunluğu kalabalıklaştıkça,
bu da kendi rotasında ilerleyen farklı bir hal biçimi oluyor
son zamanlarda.
bir şeylere öyle böyle sahip olduktan sonra
kendini kendinde olmayanla da vasıflayandan
onun rızası ile tırtıklamak
adalete aykırı mı değil mi
emin değilim.
kul adaletinde buna nitelikli dolandırıcılık deniliyor bazen;
ama mesela:
tanrı vergisi bir güzelliği olana,
-aslında malın teki olmasına rağmen;
ki bunu en iyi insanın kendi bilir-
’sen çok zekisin,
şöyle güzel sesin var,
harika rol yeteneğin var’ diyerek yanaşandan o güzel
şüphelenmediğinde,
revadır belki ona.
çünkü özde onun,
ona bunları söyleten duyguyu fark etmemiş olması
imkansız.
almak istiyor adam.
rol yeteneği filan umrunda değil,
yakına girmek için manevralarda.
bunu bile bile onu civarında tutması,
bir tarz tatmin musluğunun ayarının elinde olduğu fikri
ve ’idare edebilirimci’ mantık ile söylenenin hazzına varma niyeti.
sonra bununla ondan istemediği alınınca da
kader gibi bir kendini zavallı ve basit hissetme süreci...
bu bir ceza mı,
ders mi,
olması gereken mi;
olduktan sonra pek bir önemi kalmıyor.
çünkü daha bir bileylenip ’bir daha asla’ diyen o,
ertesi gün bir benzeri hadisenin kucağındadır.
bir de işin kasma cephesi var;
o sonra.
yukardakileri şunu tekrar okuduğumda
geliştirmek istedim:
oğlan kızı ölesiye seviyormuş;
öyle ki o olmasa yaşamında
intihar bile edebilirmiş...
kız iki pas vermeyince
yılan gibi sokuveriyor oysa...
ben öleyim sen yaşa
ben çalışayım sen ye
bu bile değilken aşk,
sevdiğini söylediğini yeri gelince,
emeline ulaşamadığı anda yerden yere vuranların
ağızlarına pelesenk ettikleri ’aşkım’ kelimesinin
canı uranüs’e,
nefsi satürn’e
ruhu dikilitaş’a...
aslında gerçek aşkı sorgulamıyoruz.
ümitlenilen o...
bir ütopya,
uzaktaki yıldız gibi.
var; ama ulaşmak...
daha çok, ’öldüm, tükendim, yok oldum’ lafızlarını
ta yüreğinden söylediğine kendisini de inandıran insanların,
bir zaman sonra nasıl da aslında kendilerine aşık olduklarını
ve karşıdakinin zemini kayınca
onu olağanüstü biçimde rencide edebildikleri perspektifinde
bir dürüst değerlendirme çağrısı yapmak bizimki...
vermeyince ’nasıl vermez’i beyin algılayamıyor
ve savunma mekanizmaları işlemeye başlıyor.
genelde de en çok ’inkar’
ve ’yönlendirme’ devreye giriyor.
kişilik hakları,
saygı kayboluveriyor
en dillendirildiği zamanlarda üstelik...
düşünsenize ’istemiyorum’ diyen biri var
karşınızda
ve siz bunu kabullenmiyorsunuz,
dayatıyorsunuz,
ondan ’vermeyi istemediğini’ zorla alma yollarına
sapıyorsunuz.
’tavlamak’
beklenti için ince ince işçilik...
şirin, tatlı görünmeler...
içte beslemediği duygularla hitap etmeler
balon duygular üretmeler ya da...
tavladın peki, sonra...
pısss iniveriyor o büyük ihtiraslı tutkulu arzu ise
ya da değeri düşüyorsa sende aldığının
bu bencillikle
senden bir kazana kulp olmaz arkadaşım
demek meselesi mesele...
prototip aşıklar!
100?
1.000?
10.000? bilinen hikaye anlamında....
çıkmaz 10.000 sanırım.
bütün dünya kültürlerini toplasak çıkmaz.
kıstasları geniş tutsak çıkmaz...
sırf bu bile yaşanan aşkların
çok da reel olmadığının göstergesi...
piyangocu mantığı.
aşk yoktur, faşisti, despotu çoktur.
maçoyu sevenle maço aynı yolun yolcusudur
romantikler de psikopattır,
en azılı psikopatlar da en romantiklerdir aslında
bütün şifre:
verilmeyince istenilen
alınınca verilen
sonucu tezahüratın kuvvetindedir.
müşterek muhabbet iyidir.
iştirak eksikliği eksiltir
ve boşluğu şiddet baskı doldurur.
bu bazen kişinin kendine
ve bazen de müşterisine yönelir.
değil mi?
seven sevdiğini ifşa etmez,
paylaşmaz,
yutar,
gömer mesela...
incitmez,
incitse canı acır,
ciğeri dağlanır...
ama bunlar da bir vakte kadar...
bir vakit sonra yeni bir vakit;
arada kısa bir film arası mola
ve bazen sıkılıp yan salona kapağı attığı da olur.
tam burada işte aşktan gözü dönmüşün delilik hali ile
aşkına ya da kendine verdiği zarar ve eziyet konumuz.
hayat sırları yazıtı mailis nalars
Mailis NalarsKayıt Tarihi : 21.6.2009 20:23:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mailis Nalars](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/06/21/hayat-sirlari-yaziti.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!