Telsize sarılan binbaşı destek istedi. Yarım saat içinde devriye timinin orada olacağını bildirdiler. Allah'dan yakında geziyorlarmış diye sevindiler.
Ahmet; Hasan'ın Binbaşının yanına gittiğini görünce askerleri yönlendirmeye başladı. ''Çok yakın durmayın! Dağılın! Bakmadan, nişan almadan sıkmayın! Siz komandosunuz! Korku nedir bilmezsiniz! Dağların erlerisiniz! Yuvalarınızı göklere yaparsınız! '' diye bağırırken aklına yüksek tutuşta söyledikleri ''Komando marşı'' geldi. Ahmet'in sözleri ile kendilerine gelen komandolar güçlerini tekrar fark edip, kükremeye başladılar.
4 şehit, 6'da yaralı vardı komandolarda. Karşı taraf ise Hasan komutanın nişanlıcığının zekatını vermeye başlaması ile birer birer azalmaya başladı. Şivan'ın yüzü ekşimeye başlamıştı. Telsizden hemen yedekte beklettiği yirmi adamı da çağırdı. Bu karakol düşmeliydi. Çok ses getirecekti çok. Roketcilere kıpırdamalarını söyledi. Rpg-7 tipi roketler ateşlenmeye başladı.
Teröristler birden arkalarından gelen silah seslerine doğru döndüler. 7 kişilik bordo bereli timi gelmişti. Komandolar sevinç içinde asıldılar namlulara iyice. Hasan şaşkınlık içindeydi. Nasıl oldu da bu kadar erken gelmişlerdi? Bir an onların Türk ordusunun gözde askerleri olduğunu unuttu. Onlar dağın en yüksek ucuydular. Hasan onları ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Özel kuvvetler personellerinin namını Dünya'da bilmeyen yoktu. Yarışmaları bizim ordu kazanıyordu.
Teröristler kıskacın arasında daha fazla direnemedi ve teker teker cehenneme odun olmaya yola çıktılar. Şivan ise olup bitenleri anlamaya çalışıyordu. 3 dakika içinde 40 adamı ölmüştü. Hasan'ın teslim olun çağrısı duyunca başka seçeneğinin kalmadığını anladı. O ve kalan üç adamı silahlarını bırakıp dizleri üstlerine çöktüler.
Bordo bereliler çok rahatça komandolara doğru yaklaşıyordu. Öğretmenin verdiği ödevi eksiksiz yapan öğrenciler kadar rahatlardı bu kan gölünde. Binbaşı talihsiz sekiz kişinin onlara konuşmasını engelledi, yaralıların yanına gönderdi. Askerlerin hevesleri kursaklarında kalmıştı, onların çok durmayacaklarını biliyorlardı. Sıkıla sıkıla verilen görevi yapmaya koyuldular.
Hasan'ın yüreği pır pır atmaya başlamıştı. Bu müthiş insanlar ile tanışıp bir şeyler kapmak için sabırsızlanıyordu. Bacaklarının titrediğini fark etti. Çok şaşırıyordu...
Çalan telefonun sesi ile dikkatti dağıldı Hasan'ın. Torununa anlatırken anılarını sanki tekrar o günleri yaşıyor gibiydi, film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu yaşadıkları bir bir. Bütün ömrü boyunca dağlarda terörist kovalamıştı. Şimdi ise tatilde yanına gelen çok sevdiği torunu Ali'ye anlatıyordu sergüzeşt hayatını.
Telefonun çalması ile Ali'nin suratı asıldı. ''Off! Tamda yerinde arıyorsun baba. Dede! Babam arıyor! '' diye bağırarak götürdü çalan telefonu dedesine. Arayan Hasan'ın oğlu, Faruk'tu:
- Alo baba, dedi tedirgince.
- Efendim oğlum?
- Nasılsınız?
- Sen arayana kadar iyiydik. Tamda torunuma bordo bereliler ile tanışma faslımı anlatıyordum. telefonun çalması ile suratı asıldı keratanın, dedi gülerek Hasan.
- Vakitsiz aradım desene baba, dedi Faruk; pişman olmuş bir ton vardı sesinde.
- Yok canım bitiyordu zaten. Siz ne yapıyorsunuz, nasıl gidiyor işler?
- Biz ne yapalım oturuyoruz babacım. Annem nasıl, tedavi nasıl gidiyor?
- Nasıl olsun be oğlum? Her gün diyalize gidiyor, oradan da fizik tedaviye, değişen bir şey yok, ölümlü dünyadan nereye kadar kaçabilirsin ki evladım, dedi mahzunca Hasan.
- Allah yardımcınız olsun baba, selam söyle annemlere, hayırlı geceler.
- Aleykümselam evladım. Hayırlı akşamlar, deyip kapattı telefonu Hasan.
Gözleri hanımına takıldı. Geçirdikleri trafik kazası sonucu böbreklerine şarapnel parçasının saplanması ile bacaklarına aldığı darbe onu iyice aciz etmişti. Tekerlekli sandalyeye mahrum kalmıştı. Kazanın üstünden yedi ay geçmesine rağmen pek gelişme yoktu. Doktorlar çok yaşayamayacağını, yaşının hayli ilerlediğini belirterek Hasan'ın yüreğine bıçak saplamışdı adeta. Hasan ise kazadan küçük sıyrıklar ile kurtulmuştu.
Ali, babaannesinin tekerlekli sandalyesini sürüyor, hanımı ise elindeki tepside olan çayları sallamamaya çalışıyordu. Fatma'nın birden gözleri küçüldü ve başı öne düştü. Telaşla yerinden fırlayan Hasan telefonu kaptığı gibi 112' yi aradı, adresi verdi. Askerlikten kalma bildikleri ile ilk müdahaleyi yaptı. Ambulans gelence kendi ellerinde taşıdı karısını araca.
Bu ay beşinci oluşuydu hastaneye kaldırmaları. Doktorlar o gün hastanede tutup ertesi gün yolluyorlardı. Bu sefer hemen ameliyata aldılar. 4-5 saat sonra doktor acı verdi. Böbreklerinin tamamen iflas ettiğini, mikropların diğer organlara da yayıldığını belirtti, üzgün bir tavırla.
Hasan, torunu Ali'ye sarıldı, ağlamaklı halde. Ali feryat ediyordu hastanede ''Babanne! '' diye bağırıyordu. Şimdi ne olacaktı? Yaşlı Hasan kiminle kalacaktı? Aslında çokta üzülmedi Hasan, Fatma'ya. Dertten, tasadan, hastalıktan kurtulmuş; rahata, huzura, dinlenmeye kavuşmuştu. Allah'a, Peygamber'e gitmişti; zeval ve nisyana değil...
Cenaze işlemleri yapıldıktan sonra oğlu Faruk yanına aldı babasını. Torunu ile gününü gün ediyordu. Ölüme alışmıştı. Kaç adam öldürdü, kaç arkadaşı şehit oldu? Allah bilir... Faruk'un karısı üniversite okumuş ama çalışmıyordu. Eğitimini tamamlayıp, çocuklarını iyi eğitmek için işe gitmiyordu. Ailesi, Zeynep küçük yaşta iken vefat etmiş, amcasının yanında büyümüştü. Faruk ile üniversitede tanışmışlar, zaman içinde birbirlerinida sevmişler ve evlenmeye karar vermişler. Faruk gibi dini inancı pek sağlam değildi.
Bütün gün evde babası Hasan'ın Ali'ye anlattığı hikayeler kulak misafiri olmaktan bıkmıştı. Ona kalsa babasını çoktan huzur evine yollamış, evde keyfine bakmıştı. O evde olunca arkadaşlarını da çağıramıyordu, bütün gün kin ile hikayeleri dinliyordu. Sanki koskoca memleketi kendisi kurtarmıştı. (!)
Bir akşam Faruk işten gelip üstünü değiştirirken yanına geldi. ''Faruk.'' dedi, hüzünle karışık sitem vardı sesinde. O sırada ellerini yıkamaya giden Hasan'da duydu konuşulanları. ''Buyur hanım? '' dedi, karısına dönerek. ''Baban ne zaman gidecek ya? Bir çaresini bul Faruk. Bıktım her gün farklı bir macera dinlemekten. Arkadaşlarım koptu benden, babam evde diye gelemez oldular. Ailemiz kopuyor Faruk. Bak ne güzel huzur evleri var he? '' diyerek Faruk'u iyice kızdırdı Zeynep. ''Her akşam aynı tantanaları dinlemekten bıktım kadın. O benim babam, başımın üstünde yeri var, yeter artık saçmaladığın. Şekva etmeyi bırakta kabullen! '' diye haykırdı karısına. ''O babansa bende karınım. Bir seçim yap.'' diyerek karşılık verip odadan çıktı Zeynep.
Banyodan konuşmaları duyan Hasan çok üzüldü. Evladın yuvasını yıkmak hayatta isteyeceği son şeydi. Yemek masasına oturup Faruk'un gelmesini bekledi, ellerini yıkadıktan sonra.
Faruk rahat birşeyler giyip mutfağa, masaya geçti. Zeynep tabakları doldurmuştu.''Ali! '' diye bağırdı. Ödevlerinden başını kaldıramayan Ali, annesinin sesini duyar duymaz fırladı.
''Oğlum.'' dedi Hasan.''Ben biraz araştırdım, huzur evleri gayet rahatmış. Bu yaştan sonra size yük olmak istemiyorum. hem orda kafa dengi arkadaş bulurum. Sizde arada sırada ziyarete gelirsiniz. Bu gece toparlanıyorum, yarın beni bırakın, kararım kesindir.'' dedi, hüzünlü bir sesle.Zeynep kahkalar,sevinç çığlıkları atmamak için zor tutuyorudu kendini.
''Ama baba, başımın...'' Faruk lafını bitiremeden atıldı Hasan.''Aması felan yok oğlum, böylesi hepimiz için daha iyi olacak.'' ded. Faruk çaresizce hüzünlü bir şekilde: ''Peki baba. Sen nasıl istersen.'' diyerek başını öne eğdi. Ali gözleri yaşlı: ''Sen şimdi bizi bırakıp gidecek misin dede? '' diyerek sertçe masadan kalkıp odasına gitti. Sonra pişman oldu Ali yaptığına. Bu hareketi dedesini daha çok üzecekti. Hem babasından aldığı terbiye gereği annesine teşekkür edip kalkmalıydı.Hasan zor tutuyordu kendini ama oğlu için yapmalıydı bunu.
O akşam herkes odasına çekildi. Hasan eşyalarını topladı. Faruk, Zeynep'e ''Mutlu musun? İstediğin oldu.'' dedi, sitemli sitemli. Zeynep: ''Evet hayatım,herşey daha iyi olacak.'' dedi sakin bir vaziyetde.
Sabah kahvaltıdan sonra yola koyuldular. Yolculuk süresi boyunca ağızları bıçak açmıyordu. Hasan radyodan bir müzik kanalı açtı. Yol boyunca arabanın motor sesini ve radyoda öten müzik konuştu sadece. Huzur evine geldiklerinde Hasan'ın kayıt işlermleri tamamlanıp odası gösterildi. Geniş bir bahçesi vardı huzur evinin. Göl kıyısnda, temiz, hoş bir mekandı. Tamda ihtiyarların istediği gibiydi. Hasan ile ailesi etrafı kolaçan ettiler, bakmadık yer bırakmadılar. Gezme işlemleri bitince Hasan: ''Hadi artık gidin,geç oldu.'' dedi. ''Peki baba, seni çok seviyoruz ziyratenie geliriz. Dikkat et kendide.'' diyerek mukabele etti Faruk. Hepsi ellerini öptü, sarıldılar birnbirlerine. ''Ali,derslerine iyi çalış, anneni ve babaı üzme, sözlreinden çıkma, bol bol kitap oku tamam mı evladım? '' dedi, Hasan tebessüm ederek. küçük Ali üzgünce ''Tamam dede, seni seviyorum.'' dedi. '' güle güle gidin, Allah'a emanetsiniz.'' diyerek uğurladı onları Hasan.
Yola koyulduklarında Zeynep güler yüzle etrafı seyrediyordu. Ali ''Baba, dedemi niye bıraktık? '' dedi. Kimse cevap vermeyince tekrar sordu; ''Siz yaşlanınca bende sizi böyle bir yere bırakıp gidecek miyim? '' Ali'nin bu sorusu Faruk ile Zeynep'in gönlüne sanki cehennem ateşi düşürmüştü. Faruk, birden frene kökledi. ''Zeynep dönüp babamı alıyorum.'' dedi. Karısı ise hatasının farkına varmış bir vaziyetde susarak cevap verdi.
Yağmur yağmaya başlamış, yıllar ıslanmıştı.Faruk göl kenarındaki yoldan ilerliyordu. Yağmur şiddetini attırmıştı. Karşı şeritten gelen kamyon şöförü direksiyon hakimeyitini kaybetmiş Faruk'un arabası üzerine sürüyordu. Kornaya asılmıştı iyice. Ölümün acı sesini andırıyordu kamyonun korna sesi.
Faruk üstüne gelen kamyonu fark etti. Zeynep ''Birşeyler yap Faruk! '' diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başaldı, ama nafileydi. Şoka girmişti Faruk. Ne yaptığını bilmiyordu. Oda, hakimeyini kaybetmişti. Kamyona sürüyordu.
Kamyonun frenleri tutmuyor, üstüne gelen araca sürüyordu. Birden bir gürültü koptu. Kamyon karşısındaki arabaya çarpmış, arabayı göle uçurmuştu. Freni tutmadığı için kendide göle uçtu.
O gün orada 4 kişi boğularak öldü. Zeynep'in çok geç fark ettiği hatasının diyetini canlarıyla ödemişti aile. Kamyoncunun ne günahı vardı, Allah bilir...
Hasan haberi alınca azda olsa yıkıldı. İhtiyarlık onu duygusal yapmıştı iyice. ''Allah'ım! Habibin anaya, babaya öf bile demeyin demiş. Beni istemeyen gelinim bu hale geleceğini bilse yapar mıydı? Ecel birdir değişmez. Sen onları affet. Karımı,oğlumu,torunumu benden aldın, senden başka kimsem kalmadı. Benide senden alma. Senin mutlak kudretini sığınırım.'' diyerek ağlamaya başladı Hasan, göz kapakları, yaşlarını tutacak kudreti bulamadı.
Bir yıl sonra ise huzur evini soymaya gelen hırsızlara karşı kendini savunurken can verdi, şehit oldu. 4 hırsızı da cehenneme yolladı. Şehadet şerbetini içerek ailesinin ve sevdiklerinin yanına göç etti.
Kayıt Tarihi : 24.8.2015 13:02:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!