Dün akşamüstü, her gün yaptığım gibi, sırtlandım deniz çantamı, yüzmek üzere yola koyuldum. Sığda yüzemediğim için, herkes gibi evime yakın kıyıdan denize giremiyorum; bu yüzden Güzelyalı’nın girişindeki eski Karayolları kampının iskelesinden bırakıyorum kendimi dalgalara. Kamp bu yıl özel şahıslara devredilmiş; yerli-yabancı kampçılar, karavancılar, izciler kalıyor. Girişe doğru, çadırlara yakın yerdeki ağaçların altında barımsı bir yapı var. Orada gündüzleri hiç kimseyi görmediğim için aslına bakarsanız bar olduğunun da farkında değildim. Düne kadar..
Kampa vardığımda saat beş buçuk dolaylarındaydı. Girer girmez, barımsı yerin amfisinden yükselen bir şiirle irkildim. O da ne! Yusuf Hayaloğlu’nun “Ah Ulan Rıza” şiiri bu! Üstelik kendi sesinden. Baktım; barmen bölmesinde, karşılaştıkça selamlaştığım, barın ortaklarından, kır saçlı adam oturuyor. Müzikçalara şiir cd’sini koyan da belli ki o.
Dayanamadım, plaja inecek yerde, barın çevresini dolaşarak adamın yakınına gittim. “Geçen yıl Boğaz’da katıldığım tekne gezintisinde bu şiiri Yusuf Hayaloğlu’nun kendisinden dinlemiştim,” dedim. “Ya, ne güzel! Baştan alayım sizin için öyleyse,” dedi, sonra beni bara davet etti: “Gelin oturun.” Geçtim, bar taburelerinden birine, yüzüm kampa dönük oturdum ve Şair’in, “Neden hala gelmedi…Yoksa..” diye başlayan sesini dinlemeye koyuldum. Bu arada, adını bilmediğim “barmen”in kahve ve sigara teklifini reddettim, yalnızca şiiri dinlemekti niyetim..Hayaloğlu’nun etkileyici sesinde içli dizeler yol alırken, ağlamak üzere olduğumu hissedip, güneş gözlüklerimi taktım.
………
Ah dostum... O
kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?
Yani sen şimdi gittin, yani yoksun, yani
Bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın? .
Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?
Bu dizeler okunurken gözyaşlarım pınarlarını çoktan terk etmişti bile. Yanaklarıma süzülen yaşları ben güya çaktırmadan silerken, bardan peçete tutan bir el uzandı. Elin sahibine dönmeden peçeteyi aldım, çenemdeki yaşları sildim. Şiir devam ediyordu:
Ulan Rıza... Ne hayallerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık..
Totoyu bulunca dükkan açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık..
Talih yüzümüze gülecekti be,
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık! .
Ah ulan Rıza...
Bu mahallenin nesini beğenmedin de
Öte yere taşındın?
Arasıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kral arkadaşımdın! ..
Ah ulan Rıza...
Ben şimdi bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Birkaç güne kalmaz ben de gelirim! ..
Of ki ne of! Sıkı dostluk öyküleri beni oldum olası derinden etkilemiştir. Ya böyle bir şiirde perişan olmamak mümkün mü? Bu şiiri şairin kendisinden dinlerken, hiç unutmuyorum, yağmurlu bir ağustos akşamıydı. Ölü Aşklar Derneği’nin düzenlediği şiir gecesinde, şair olan eski bir dostumla karşılaşmış, ancak beklediğim sıcaklığı bulamamıştım. Vefasızlığın sorumluluğunu canım İstanbul’a yüklemekten çekinmemişti; “Eee Serap, burası böyle, İstanbul işte! ” Ve şair gümbür gümbür okurken bu dostluk şiirini, bir yandan İstanbul ağlamıştı öte yanda ben. Ve yeni bir aşkın eşiğindeki ben, kâh sınırları aşarak kâh hüzünle coşarak dinlemiştim şiiri.
Hayaloğlu okudukça ben gözyaşlarımla ıslanan yanaklarımı, çenemi hatta göğsümü kurulamaya devam ettim. Sonunda sırılsıklam olan buruşuk peçetenin tutulacak hali kalmamıştı ki, şiir bitti. Bardaki adama döndüm, titremesine engel olamadığım bir sesle, “Oldu mu bu şimdi, yapılır mıydı yani güpegündüz? ” diye sitem ettim. Sanki şiir ve hüzün yalnızca geceye yakışırmış da sanki gündüz hüzünlenmezmişim gibi. Adam benzer duygularla karşılık verdi: “Kusura bakmayın, sizi de duygulandırdık.” Cevaptaki ironi hüznümü artırdı. “Duygulanmak güzeldir,” dedim, “insan olduğumuzu hatırlatıyor.” Sonra teşekkür edip taburemden indim, bardan çıkmak üzere adım attım. Adam arkamdan, “İyi günler,” derken, gözlerimdeki bulutlardan yeni bir sağanak inmek üzereydi. Yüzümü dönmeden elimle veda işareti yaptım ve plaja doğru yürüdüm. Resepsiyonu geçtiğimde koyverdim kendimi, ama bir yandan da bu halde nasıl yüzeceğimi düşünüyordum. İskeleye ulaştığımda kendime gelmiştim sonunda.
Hava rüzgarlı, deniz dalgalıydı.
Paletlerimi, deniz gözlüğümü taktım.
Ölü aşkları, ölü dostlukları birer birer suya attım.
Lakin hüznüme karada, havada, denizde yer bulamadım.
Sonunda onu da kendimle birlikte dalgalara bıraktım.
Serap Çakalır
26.08.2006
Çanakkale
Kayıt Tarihi : 6.3.2009 18:58:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu yazıyı kaleme alalı neredeyse üç yıl olacak. Bir iki arkadaş dışında kimseyle paylaşmamıştım. Hayaloğlu'nun 'gidişi' üzerine herkesle paylaşmanın yeri ve zamanıdır diye düşündüm. Hayaloğlu'na Allah rahmet eylesin, ya ölü dostluklara? ...
![Serap Çakalır](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/03/06/hayaloglu-ve-olu-dostluklar.jpg)
TÜM YORUMLAR (11)